Aklın mümkün gördüğü her şeyden, her hal ve tavırdan uzak El Müteâlî olan Allah’a hamd, bu gücün karşısında boyun eğerek nasıl yüceleceğinin yollarını bize hayatıyla gösteren Peygamberine salât ve selam olsun.
Etrafımdaki harikuladeliği fark ettiğim onlu yaşlarım benim için bir dönüm noktası oldu. Ya bu gizemin bana açtığı yolda ilerleyecek ya da tüm bunları görmezden gelerek zevkleriminpeşinde koşacaktım. Keyfince yaşamı tercih ederek sorumluluk duygusundan kurtulabilecektim. Bir şeye dönüşmeyen, ürün vermeyen can sıkıntısından ibaret bu yaşamın hezeyanlarını susturmak için aklı oyalayacak, düşünmeyi engelleyecek argümanlara sarılmam gerekecekti. Bu tercihte ben yaşamımın başrolü olmayacak, hazların oyuncağı olacaktım. Sürükleyemeyen, sürüklenen, kendi üzerinde bile otoritesi olmayan sefil bir yaşamı tercih etmek demekti bu. Onurlu bir şahsiyet böyle bir durumu kaldıramazdı.
Değersiz ve amaçsız olmadığı, her karesinin planlı olduğu bu yaşamda benim konumum ne idi peki? Haritada bile konuma bakıldığında yerleşkenin yerinin tam olarak tespit edilebilmesi için öncesiyle ve sonrasıyla ilişkilendirilir. “Buraya nereden geldim, tüm bunların anlamı ne, sonrasında ne var?” tarzı sorularıma cevaplar aramaya başladım böylece. Deyim yerindeyse elimde fenerle hakikati arayan bir yolcuydum artık. Başka yerlerde yaptığım neticesiz arayışlarımın birinde “Yeri sizin için yerleşim alanı, göğü de bir bina kılan, size şekil verip de şeklinizi güzel yapan ve sizi temiz besinlerle rızıklandıran Allah’tır. İşte Allah, sizin Rabbinizdir. Alemlerin Rabbi Allah yücelerden yücedir.” (Mü’min Suresi, 64.Âyet-i Kerime) diyen bir ses duydum. Sistem beni ikna ettiğinden sistemin var edicisiyle ilgilenmeye başladığım bir sürece girdim. Yücelerden yüce El MüteâlÎ olanın bana biçtiği “Yaratılmışların en şereflisi” konumuna talip oldum böylece. Peki kimdi El Müteâlî olan Allah (Celle Celaluhu) ?
Kudrette, bilgide, hükümde, iradede ve bildiğimiz, bilemediğimiz tüm kemal sıfatlarda üstün olandır O. Noksanlığın, eksikliğin, zaafın, acizliğin, hatanın ve kusurun her türlüsünden uzaktır. İhtiyaç, acze düşmek, istemek, sınırlı olma, hal değişikliği yaratılmışlara özgü olup El Müteâlî için söz konusu değildir. Bu yüceliği aklın almasını beklemek kuyumcu terazisiyle dağların tartılmasını beklemek ile eşdeğerdir. Hiçbir akıl O’nun kemalini, isim ve sıfatlarını tam anlamıyla kavrayamaz, tasavvur edemez. Aklın makamı O’nu hakkıyla kavrayamayacağını itiraf etmesidir. Yarattığı her bir varlığa yerleştirdiği mükemmel sistemler ve bu sistemler arasındaki uyumdur bu okumaları yaptıran. Varlığı zorunlu, kendinden, yokluğu imkânsız olandır Allah. (Celle Celaluhu)
Havanın belli frekanslarındaki titreşim zenginliği olarak ifade edilen sesin işitilmesinde, kulak kepçesi yerine iki delik olmuş olsaydı işitme duyumuz küçümsenemeyecek bir işitme kaybına uğrardı. Bu ve benzeri daha birçok bilimsel gerçeğin sonucunda ulaşılanlar yukarıdaki paragrafın yazılma nedenleridir. Peki bu gerçekleri bilen herkes aynı noktaya mı varır? Ateşin yakıcı olduğu bilgisini kiminin yemeği pişirmede, kiminin de evi ateşe vermede kullandığı göz önünde bulundurulursa bu sorunun cevabını vermek zor olmasa gerek. Kullarının tercihleri El Müteâlî’yi nasıl etkiler peki?
Dinlerini eğlenceye alanların ve oyuncağa çevirenlerin saçma sapan lakırdılarından uzaktır O. Derin bir kuyudan attıkları çirkefin kuyunun ağzına varmayıp sahibini boğduğu gibi atılan iftiralar El Müteâlî olan Allah’a (Celle Celaluhu) ulaşmaz, sahibinin iflasına sebep olur sadece.Yüceliği hiçbir yere dayanmayıp kendinden olduğu için kullarının yaptığından etkilenmez zira.
Altın zannıyla kızıl bakır almıştır bozuk inanç sahibi. Hiçbir yerde geçmeyen, kendisini de rezil eden bir ticarettir onunki. Gölgelerinin büyüklüğüne aldanarak Tanrılık iddiasında bulunan bu güruhun fertleri, güneşin batmasıyla ne gölgenin ne de yüceliğin kaldığını görürler. Peki, tercihlerini farklı yönde kullananlar nasıl bir yol güderler?
Dilimize pelesenk olmuş Allah-u Teâla ifadesi ile Rabbimize, yüceliğine rağmen tenezzül et gel, dediğimizin farkında değiliz çoğumuz. Bu talebimize merhametiyle yanıt vererek zatıyla değil, sevgisiyle, muhabbetiyle gelir Mevlamız. Yardım isteyenlerin çokluğu ve ısrarı O’nda bıkkınlık yaratmaz bilakis ihsanını arttırır. Ancak iradesine ve hikmetine göre verir. Yasakları ve haramları yüksek gerilim hattı gibi tehlike saçan durumları ifade eder esasında. Bu zarara uğratıcı durumlardan korunmanın yolu O’na inanmak, tanımaya çalışmak, yüceliğinin karşısında boyun eğmekle olur. “Allah sizlerin ne bedenlerinize ne de dış görünüşlerinize değer vermez. Ancak yaptığınız davranışlara ve kalplerinize değer verir.” diyen Peygamberden (Sallahu Aleyhi ve Sellem) güzelliğin, yüceliğin aranacağı yerler öğrenilir böylece. Bu mektebin öğrencilerinden olan Hazreti Ali “Ya Rabbi bana övünç olarak Senin bana Rab oluşun yeter ve bana izzet olarak da benim sana kul oluşum yeter.” sözleri ile adeta nokta atışı yapmıştır, diyebiliriz bu durumda.
İmanında dürüst olanlar ayarı halis altın kazanmış gibidir ki bu kazançları dünyanın her tarafında geçerek kendilerini rahat ettirir. Mahlûkatın gücü karşısında boyun eğmeyen dik bir duruşun sahibidirler onlar aynı zamanda. Bu gücü içerde inşa ettikleri yüreklerinden alırlar. Kalplerindeki en üst noktaya yüreğin sahibi olan Allah’ı (Celle Celaluhu) yerleştirerek buranınteslimiyetini gerçekleştirirler. Asıl yüce olanı kabullenerek yapılan secde kulun bu dünyadaki gerçek konumudur. Bu minvalde olmayan konumlar sakattır. Mübarek Ramazan ayına bu esmayı denk getiren Zat’a hamd olsun ki yücelmenin yollarını bize göstermiştir. Bedeni ve ihtiyaçlarını geride bırakarak, kalbin ve ruhun ön plana çıkışını sağlamıştır. “Ben açlıkla doyuruldum.” diyen Peygamberlerinin (Sallahu Aleyhi ve Sellem) verdiği derslerle yolları aydınlatılmıştır böylece. Bu aydınlık yolda ilerlerken kusurları ile El Müteâlî’nin kemalini anlamaya çalışıp muhtaçlıkları ile huzuruna varıp kullukları ile de rızasını kazanmaya çalışırlar. Ve her birinin dudaklarından şu sözler dökülür:
“Rabbimiz Sen yüceler yücesisin fakat uzak değilsin. Sen benimle iken beni başka şeylerle eyleme. Seni tanımak, fark etmek, varlığını, kudretini, azametini sezmek... Olağanüstü bir tanışmaydı, artık hep beraberiz. İçimi doldurdun ya Rabbbi!” (Amin)