Yarattığını karanlıklarda bırakmayarak ona yolunu gösteren En Nûr olan Allah’a hamd, hayatının her karesi aşikâr, apaydınlık olan peygamberine, Peygamber Efendimize salât ve selam olsun.
Bir bayram sabahı kompleks birçok düşüncenin ve duygunun eşliğinde kaleme alınmaya çalışılan bu yazının selameti için En Nûr’a yönelen bir acizin yakarışıyla başlıyorum. Bir yanda bayram, bir yanda Gazze. Bir yanda zelil, zayıf, tutsak ümmet bir yanda izzetin, gücün, özgürlüğün cisimleşmiş hali Gazze. Bir yanda çeşitli zevk vericilerle uyuşmuş ümmetin evlatları bir yanda kopan kollarına, bacaklarına rağmen hayata ışıl ışıl bakan Gazze’nin yiğitleri. Bir yanda kendisinde ve evrende cereyan eden mükemmel sistemlere kör, kendini aramayan, kendine yabancı bireyler, bir yanda “Allah’tan geldik, O’na döneceğiz.” diyen Gazze. Bir yanda devekuşu misali başını kuma gömünce, hayatın gerçeklerini düşünmeyince, ölmeyeceğine inanan fertler, bir yanda “Hayatım ve ölümüm alemlerin Rabbi olan Allah içindir.” diyen Gazze. Ölümü düşünüp hayatı kendime zehredeceğime, düşünmeden bir kere ölürüm diyen yığınlar ile “Bir hayat ki sonu cennet, cefasından ne çıkar. Bir hayat ki sonu cehennem sefasından ne çıkar?” diyen Gazze. Bir yanda “Müslümanlar hep sıkıntı içerisinde, bilimden gelişmişlikten uzak, öyleyse senin de sadece adın Müslüman olsun.” bilinçaltılarıyla beslenen kayıp ruhlar, bir yanda 45 kilometrekarelik bir alanda yaptıkları tünelleri, en gelişmiş teknolojilerine rağmen düşmanları tarafından çözülemeyen Gazze. Üstelik yıllardır sürekli gözaltında tutulan, her türlü ambargoya rağmen kendi ürettikleri silahlarıyla dünyanın süper güçlerine meydan okuyan Gazze. Bir yanda hayatı sadece buradan ibaret gören tek dünyalı ölü ümmet, bir yanda “Esas hayat ahiret hayatıdır, onun yolu da dünyadan geçer.” diyen iki dünyalı dipdiri Gazze. Ve diğer yanda tüm bu olanlar ve daha fazlasıyla ilgili doğru okumalar yaparak hayatına yön verebilmek için aydınlatılmaya muhtaç olan ben…
Kendisi göründüğü gibi başka varlıkları da gösterene “nur” denilip farklı bir bakışla latif bir aydınlanmadır bu. Işık anlamına da gelen nuru tarif etmeye gerek yok der ilim erbabı. Gözü olana aşikârdır çünkü. Ses nuranidir zira aynı anda farklı yerlerde bulunabilme özelliğine sahiptir.
Güneşin aydınlattığı her zerre nasıl ki onun varlığına delilse tüm mahlukât da yokluğu imkânsız, varlığı mutlak olan Yaratıcıyı gösterir. Yaratıcının; ilahi kelamında, yarattıklarını kendinden önce, var ettiği sistemlere, varlığa bakmaya davet edişi belki de bu yüzdendir. Her varlık Yaratıcısını hatırlatan bir vitrin ödevi görüp akledenlere seslenir. Akıl bilinenden bilinmeyene, parçadan bütüne götürendir zira. Bütün eşyayı yokluktan varlığa çıkaran En Nûrolan Allah’tır.
Duyularla algıladığımız maddi alemimizde yararlı ve zararlı durumları, varlıkları fark edebilmemiz için En Nûr güneşi yaratmıştır. Buradan hareketle gecelerimizi de aydınlatabilmek için insanlık ailesi olarak hiçbir masraftan kaçınmadığımızı söyleyebiliriz. Maneviyat alemimizde de karanlıktan hoşlanmayan nuru isteyen ruhumuz için, faydalıya yönelmek, tehlikelerden kaçınmak maksadıyla imanı yaratandır En Nûr. İman Allah’ın (CelleCelaluhu) istediği kulunun, bunu isteyen ve gereğini yerine getirenin kalbine koyduğu bir nurdur.
Fani hayatımızın karanlıklarını açmak için gayret gösteren bizlerin baki hayatımızı aydınlatma konusunda ölüden farksız oluşumuzu şöyle bir örnek açıklar sanırım. Sigara sağlığa zararlıdır, bilgisine sahipken sigara içen büyük bir çoğunluğun varlığı bildiğine inanmamanın sonucudur.
Tüm kötü huylar iman ile aydınlanmayan gönüllerde toplanarak sahibini rahatsız eder. Aynı yere bakanlar gönül dünyalarının yansımasını gördükleri için şahit oldukları da farklı olacaktır. Yokluktan varlığa çıkarılan tüm eşya Nûr esmasının tecellisi sonucu oluşmuştur. Varlığa iman nuru ile bakan onun yaratıcısını, yaratıcısının isimlerini, sıfatlarını, meleklerini, kabir alemini, cennetini ve cehennemini bilir. Tüm bu bilmeler onu küfrün, cehaletin, zulmün, ahlaksızlığın karanlıklarından imanın, ilmin, irfanın aydınlığına çıkarır. “Allah mü’minlerindostudur. Onları zulmetlerden nura çıkarır.” (Bakara Suresi, 257. Ayet)
Güneşle, ayla, yıldızlarla karanlığı dağıtıp hayatımızın geçim kaynağı için çalışma alanını ve dinlenme zamanlarını düzenleyen En Nûr, gönülleri de imanla aydınlatmıştır.
Ragıp el-İsfahani’ye göre nurlar, dünyevi ve uhrevi olmak üzere iki çeşittir. Dünyevi nurlar da gözle görülebilen nurlar ile zihin ve kalp yoluyla idrak edilebilen olmak üzere ikiye ayrılır.Gözle görülebilene güneşi ve ayı örnek gösterirken zihin ve kalple idrak edilene de akıl ve Kur’an-ı örnek gösterir İsfahani. Ahiret hayatında mü’minlerin önlerinde ve sağ taraflarında bulunan nuru da uhrevi nur olarak adlandırır.
“Göz nuru için güneş ne ise akıl nuru için de Kur’an odur.” der İmam Gazali. “Kalbimi ve kabrimi iman ve Kur’an nuruyla canlandır Ya Nûr!” yakarışlarında bulunur Allah dostları.Onlar Allah’a (Celle Celaluhu) itaatle gözlerini, gönüllerini, dünyalarını aydınlatmışlardır. Nûresmasının kulda tecellisi arttıkça akıl güçlenir, sezgide isabet artar zira.
Küçük bir dükkânla başlayan işini marketler zincirine dönüştüren adamımız ölüm döşeğinde servetini emanet edebileceği çocuğunu bulabilmek için onları küçük bir testten geçirir. Üç çocuğunun her birine yüzer lira vererek bununla akşam döndüklerinde tüm odayı dolduracak bir şey almalarını ister. İlk çocuk iki balya samanla, ikinci çocuk iki yastıkla geri dönerek odayı bunlarla doldurmaya çalışır. Üçüncü çocuk ise doksan lirasını bir yardım kuruluşuna bağışlamış, geri kalan on lirası ile bir kibrit ve mum satın alarak odayı ışıkla doldurmayı başarmıştır. Yardım ederek insanların kalbine dokunmuş, toplumda iman nurunun yayılmasına katkıda bulunmuştur böylece. Cömertlikle yüreğindeki bencillik karanlığını aydınlığa çevirmiş, babasından “Yaşam hakkında çok önemli bir bilgiye sahip olup ışığını yaymayı biliyorsun.” sözlerini işitmiştir.
Allah’ın (Celle Celaluhu) nurunun yansıdığı ayna kalptir. Temiz ve parlak aynada yansıma daha kuvvetli ve berrak olur. Günah kiriyle kirlenen kalpte, gönüldeki iman nurunu söndürüldüğünde kalp körlüğü oluşur. Başındaki gözü kör olanın bir şekilde yolunu bulduğuna tanık olmuşuzdur ama kalbi kör olanın yolunu bulduğuna hiçbir asır şahitlik etmemiştir.
Aşağıdan, yukarıdan, sağdan, soldan, önden arkadan kısacası her taraftan tehlikelerlekuşatılmışlar olarak ancak imanla karanlıklarımızdan kurtulur, gönülde ferahlık ve emniyet oluşur, kuruntuların yerini hakikatler alır.
Hayatı, teknolojik gelişmeleri ve gözümüzde büyüttüğümüz her ne varsa yeri saniyelerle oynatarak durdurabilme kudretinde olan Allah (Celle Celaluhu) nurun tek sahibidir. “Allah göklerin ve yerin nurudur.” (Nur Suresi, 35. Ayet)
Çocukluğumda elektrikler kesildiğinde yanan sobanın alevleriyle aydınlanan odamızdanesneleri olduğundan farklı görürdük. Sözgelimi babamın asılı ceketini bir tavşana, televizyonun üzerindeki saati bir kovaya benzetirdik. O günden bugüne elektrik kesintileri azalsa da değişen çok bir şey olmadı aslında. Rabbimizden uzaklaştığımız, imanla aramızdaki makasın açıldığı durumlarda yani En Nûr’un aydınlığını değil de kendi cılız ışığımızı tercih ettiğimizde benzer halüsinasyonlar beliriyor hayatımızda. Varlığı ve olayları olduğu gibi değil de kendi zannımızca görüp bunun gerçek olduğu iddiasında bulunuyoruz çoğu kez. İşte tamda bu yüzden diyoruz ki;
“Yollar çatallaştığında, düşünceler karmaşıklaştığında, duygular alabora olduğunda, korkular arttığında, kendimizle tanışmaya cesaretimiz olmadığında biliriz ki karanlıklardayız. Fırtınalara tutulan hayat gemimizi aydınlığa çıkarabilecek Senden başka kimse yoktur. Kalbimizi nurlandır, aklımızı aydınlat, yüzlerimizi parlat, hayatımıza ışık ol. Yaşamlarımızı nurunun yansımasına bahane eyle.” (Amin)