Her şeyi kendisine boyun eğdiren El-Muktedir olan Allah’a hamd, buradan aldığı güçle birçok zorlukları aşan Peygamber Efendimize salât ve selam olsun.
Yazmaya çalışanın acziyetinden dolayı yazılamayan, yazılması oldukça gecikmiş, yazılmaya çalışılan bir esmaya “Bismillah” dedik. Yazı formatında sona bıraktığımız duayı bu kez baş kısımda da yapmak zorunlu oldu. “Ey muktedir olan Allah’ım, yapamıyorum, yetiş. İmkânsızlığın boyun büktüğü tek varlık Sensin zira.”
Bütün kâinata hükmedip onu idare edendir El-Muktedir. Göklerde ve yerde ne varsa hepsi O’nun emirlerine boyun eğmiştir. Her şey O’nun kudretiyle varlık sahnesine çıkmıştır. Aczin zerresinin değmediği, sınırın çizilemediği bir kudrettir O’nunki. Derecelenemez, kıyaslanamaz, büyüğün ve küçüğün, zorun ve kolayın olmadığı benzersiz bir kudrettir bu aynı zamanda.
Hiçbir güç O’nun istediğini yapmasına engel olamaz. Her şeyi bir şey gibi kolaylıkla yapar. Her şeyi yapamayan bir şey yapamaz çünkü. Hiçbir şeyin önünde duramadığı El-Muktedir’dir O. Her şeye gücü yettiği gibi, o gücünü dilediği zamanda ve mekânda istediğine uygulayabilecek otoriteye de sahiptir. “Allah her şeye gücü yeten, hükmü geçendir.”(Kehf suresi, 45.Âyet)
İradenin ve ilmin takdiri ile bir şey icat etme kabiliyetine “kudret” denir. Bir işi hem yapmaya hem de o işi terk etmeye güç yetirebilen de “kudret sahibi”dir. Gezegenler belli bir yörüngede hareket edebilirken, o yörüngenin dışına çıkamadıklarından kudret sahibi değillerdir. İnsan kolunu kaldırıp indirebildiğinden gezegen vb. varlıklardan ayrılır bu noktada. Kudret sahibi olmayan varlıklarda El-Muktedir’i keşfedebilecek kabiliyet de yoktur. Cüz’i bir kudret ile Allah’ın (Celle Celaluhu) kudretini bilme yeteneği insana verilmiştir. Ve bu büyük bir şereftir.
El-Muktedir’in kudreti zatidir, kendindendir, bir başkası tarafından verilmemiştir. Elli kilogram taşıyabiliyorsa, elli kilogramın üzerindeki bütün ağırlıklar bireyin aczini ifade eder. Tıpkı şu an klavyenin ardındaki şahsın yaşadığı durumdaki gibi tüm yetenekler sınırlıdır, kendinden değildir, verilmiştir ya da ihsan edilmiştir.
Allah’tan (Celle Celaluhu) başka her şey özünde acizdir, sağırdır, kördür, topaldır. El-Muktedir’in verdiği güçle ancak büyük işler başarılabilir. Allah (Celle Celaluhu) dilerse zayıfları kuvvetli, acizleri kudretli, güçsüzleri metanetli kılar. Bunu unutan insanoğlu kendi gölgesinin büyüklüğüne aldanarak, Allah’ın (Celle Celaluhu) verdiği kuvvetle O’na isyan etmektedir. Bu bedenin ve ruhun ilah olmayı kaldıracak güçte olmadığını yaşadıklarından öğrenmiş olması gerekirdi oysaki. İkram edilenlerin hangi doğrultuda kullanıldığı imtihan sebebi ikenkullanılmayan imkânların insana hiçbir şey katmadığı aşikârdır. Verilenlere bu pencereden bakmasıdır kendisinden beklenen.
Kudret sahiplerini de kendine boyun eğdirendir El-Muktedir. Her şeye gücü yeterken dilerse icraata geçmeyip affeder, dilerse gözlerin yuvalarından dehşetle fırlayacağı o güne erteler, dilerse karşılığını hemen verir. Kudretinin kaynağı rahmet ve adalettir zira. Yaşamdaki tüm hariküladelikleri gören insan El-Muktedir’in her şeye gücünün yettiğini de görür aynı zamanda. “Peki bütün bunları yapan Allah’ın, ölüleri diriltmeye gücü yetmez mi?” (Kıyamet suresi, 40. Âyet)
Her şeye gücü yeten El-Muktedir hiçbir zaman haksızlık yapmamış, kullarından da bunu istemiştir. Rablerinin emirlerini yerine getirirken “Sevdiğime layık yapamadım.” endişesini taşıyan müminler, kendilerine ihsan edilen gücün farkındadırlar. Fevri hareket etmeyip bu gücü önce kendi nefisleri üzerinde hakimiyet kurmak için kullanırlar. Ve hiçbir zorbanın zulmünden korkmazlar. Zorbaların sahip oldukları her şeyi verseler dâhi helak edici cezaları savamayacaklarını bilirler. Allah’ın (Celle Celaluhu) yardımının önündeki en büyük engelin zulüm olduğunu da bilirler. Kendilerine ya da başka bir varlığa zulmetmemek için azami gayret gösterirler. Böylece Allah’ın (Celle Celaluhu) yardımına erişebilmeyi umut ederler. Buna nail olunca da şımarmayıp yardımın O’ndan geldiğini unutmazlar. Tüm bunların ışığında başta Gazze olmak üzere İslam coğrafyalarının içinde bulunduğu durumu nasıl okumalı? Muktedirken, her şeyi yapabilecekken… Yenilmesi mümkün olmayanken…
İmtihan, kâinata yerleştirilen kanunlar, hikmetler ve daha birçok açıklaması olan bu cevapların her biri doğru ve değerlidir. Tüm bu cevapların çıktığı ortak nokta ise zannımca “Sen Rabbimsin, bense Senin kulunum.” gerçeğini unutuyor oluşumuzdur. Gazze bu gerçeği unutmadığından Rabbini itham etmiyor, aklımızın ve imanımızın anlamaya yetmediği o şanlı direnişini gerçekleştirebiliyor. Gazze unutmuyor çünkü, kavramları O’ndan öğrenmiş, hayatı buna göre şekillendirmiş ilahi kelamla bizim cep telefonlarımız ile kurduğumuz türden bir ilişki kurmuştur. Biz ise durumumuzun yoğun bakımda yatan hastaların yaşamlarını sürdürebilmeleri için kablolarla makinalara bağlı olduğundan farksız olduğunu unutup muktedir olduğunu zannedenleriz. Yaşayabilmek için sürtünme katsayısından tutunda atmosferdeki oksijen miktarına kadar sayılamayacak kadar çok faktörlerle hayata tutunmaya çalışan acizleriz oysaki. Belki de bu aczimiz azığımız olacak bizi muktedir olana ulaştıracaktır. Aciz olana yardımın daha fazla olduğunu bebeklerde ve ihtiyarlarda görebiliyoruz zira. El-Muktedir’in görmesinde sıkıntı yokken acizin kendini yanlış değerlendirmesidir arızalı olan.
“Aciz olan kuldan muktedir olan ilahına... Doğrusu Rabbim, Senden gelecek her hayra muhtacım. Cemalinle terbiye et. Şükürlerimizi kabul, kusurlarımızı af buyur. Yardımını esirgeme üzerimizden. Ümmet olarak dirileceğimiz günleri, bu günlerin gelişinde pay sahibi olanlardan olmayı nasip et.”
Amin