Ne zaman gönlüme bir hüzün çökse başımı kaldırır gökyüzüne bakarım. Tam da o anda aklıma şairin şu sözü gelir, der ki; “ey Rabbim senin zindanının göğü bu kadar güzelse kim bilir bahçenin (cennetinin) göğü ne kadar güzeldir.” Hakikaten de insanın göğsüne verdiği inşirah kelimelerle tarif edilemeyecek şekildedir. Hüzünlenince, gözlerim dolunca hemen o gök kubbeye bakarım sonra yavaş yavaş bir damla süzülür o buğulu gözlerden yaralı yüreğime. Adeta bir merhem gibi ilk başta acıtır ama sonra iyileştirir yavaş yavaş. Zaten her yara da böyle değil midir ister maddi yaralar olsun ister manevi yaralar olsun fark etmez. Dert sandığın, hüzün sandığın, acı sandığın her şey aslında bir nev'i senin merhemindir. Nasıl ki bir yaraya merhem sürdüğümüzde ve yahut da bir yarayı mikrobunu alsın diye su ile yıkadığımızda ilk başta canımız yanar, bağırmak, ağlamak isteriz ama zamanla o merhemin, o suyun aslında bizlerin canını yakmak için olmadığını, bizleri iyileştirmek için olduğunu anlarız. Aynı şekilde dertlerimiz, acılarımız, hüzünlerimiz, başımıza gelen olaylar da bu şekildedir. Bizler bu acının, bu ağrının bu hüznün hiç geçmeyeceğini, bizlerde baki kalacağını sanırız da sızlanıp dururuz, hep karanlık olacağını zannederiz. Oysa ki bir tohum bile yerin altında o zifiri karanlıkta sabırla bekleyip zamanla aydınlığa çıkacağı zamanı bekliyorken ve bunu biliyorken, bizler neden ümitsizliğe kapılalım ki? Neden bu dertlerin, acıların, hastalıkların bizde bâki kalacağını zannedelim ki? Öyle değil mi ki bizler başımıza gelen dertlerin, acıların hastalıkların, bizlerin aleyhine olduğunu, bizlerin başına canımızı yakmak için geldiğini düşünür de isyan eder dururuz. Ama çoğumuz başımıza gelen bu dertlerin, acıların, hastalıkların günahlarımıza kefaret olduğunu, derecemizi yükselttiğini, bizleri olgunlaştırdığını ve bizlere tecrübe kazandırdığını bilmeyiz, bu şekilde düşünmeyiz. Aslında tek sorun da bu zaten. Bizler başımıza gelen sıkıntılara bu şekilde iyi taraftan bakıp tefekkür edersek, sabredersek ve bu dünyanın fani olduğunu, içindekilerinin fani olduğunu ve her şeyin gelip geçici olduğunu, hiçbir derdimizin bizimle öteki tarafa gelmeyeceğini düşünürsek daha mutlu ve huzurlu olabiliriz. Aynı zamanda sabrın da bize kolaylaştığını görebiliriz biiznillah...
Amine AVUT1
**********
Ölüm
Ölüm dediğin sadece ölmek değil ölüp ebedi olan ahiret hayata geçiştir. Günahlarla, sevaplarla, kul haklarıyla baş başa kalmaktır.
Çoğu zaman ölüm bize uzaktır diye düşünmüşüzdür. Sanki dünya hayatı uzun gelir ama şöyle bidüşündüğümüzde doğduk, çocukluğa geçtik geliştik, ergenliğe ulaştık, ardından yetişkinlik ve yaşlılık peki bu dönemleri topladığımızda...
İşte dünya hayatı... Böyle doğduk, büyüdük ve öldük. Şu kısa zamanda defterimiz ne ile dolarsa onlar bizim rotamızı belirleyecek.
Kimileri daha zamanımız var deyip NAMAZ'dan, Kur'an'dan, sadakadan, zekattan, kısacası Allah'ın farz kıldığı ibadetlerden uzak dururlar. Nasıl olsa daha çok zaman var deyip geçiştirirler. Ama bilmezler ki ölüm bizlere üzerimizde ki kıyafet kadar yakındır.
Kimileri de ölüm korkusundan daha genç yaştan itibaren Allah'ın üzerimize farz kıldığı ibadetleri hepsini yerine getirmeye çalışırlar. İşte bunlarda Allah'a sıkı bağlanan, Allah'la muhabbetini kesmeyen müminlerdir.
"Her nefis ölümü tadacaktır."
Bahar Demirel
*********
Yazarken Zorlamayan
Yazmak, kolay görünen ama çok zor bir iş aslında. Kimisi kalemini alır satırları doldurur ve sayfalar dolusu yazmaya başlar.
Yazar da yazar. Anlamını, herkesin bilmediği kelimeleri seçerek, ağır ve süslü cümleler kurarak yazdıklarını derinleştirmeye çalışır.
Ama farkında olmadan okuyucuyu bezdirmiştir. Kullandığı ağır kelimelerin çoğu anlamı derinleştirmekten çok sıkıcı yapmıştır. Anlatmak istediğini daha yalın ve sade bir dille direk anlatması belki de daha verimli olacaktır okuyucu için. Bazen derin meseleler vardır. Onları anlatırken çoğu kez ağır ve anlaşılmaz hale getiririz.
Okuduğunu anlamaya çalışan okuyucunun beyni yorulmuş, gözleri kızarmış ve kafası karışmıştır. Acaba ben anlamıyor muyum diye durup düşünmeye başlar. Tekrar tekrar başa döner ve yeniden anlamaya çalışır meseleyi. Halbuki sıkıntı seçtiğimiz üslupta ya da kullandığımız kelimelerde saklıdır. Çözümü de bir o kadar basittir aslında. Diğer taraftan da basit konular da vardır. Kalemini eline alırsın da bir cümleyle ne kadar da çok şey anlatırsın. Hem okuyucu yorulmaz hem de kelimelerin israfından kurtulmuş oluruz. Zamanımız da bize kalmış olur. Belki de yazmak herkesin yapabileceği bir şey değildir. Yazmak için önce biraz yaşanmışlık olması gerekmez mi?
Sonra insanın içine işleyen acılar olması. Dantel dantel işlenen duygularının, zamanla büyüyüp gelişmesi gerekmez mi? Sonra bu içine sığmayan her şeyi birilerine anlatmak istersin de anlatamazsın. Bir his alır seni, kağıdın kalemin yanına götürür. Ne yazacağım diye düşünürken bir de bakmışsın yazının sonuna gelmişsin. İşte yazmak böyle olsa gerek. Çok değerli olsa gerek ki ilk yaratılan eşyalardan biri "kalem" değil midir? Dinimizin ilk emri "Oku" değil midir?
Allah hepimizi doğruyu okuyup anlayanlardan eylesin. Bu kadar kirliliğin olduğu bir zamanda doğruları yazmayı, Müslüman gençlerin gerçekleri görmesine ve kirlenmemesine bizleri güzel vesileler kılsın. Güzel aracımız olan kalemimizi; güçlü, sağlam ve doğrudan yana yazmamızı nasip etisin. Rabbim her zaman hepimizi ve gençlerimizi iyilerle, doğrularla karşılaştırsın. Güzellikler bizim olsun. Allah’a emanet olun.
Hacer KAYAOKAY
**********
Rehberim!
Evvela sözlerimin en nadide ve sevdaların en öz çiçeğine münhasır olan Rahanın selamıylaselamlıyorum seni,
Esselamu aleyküm verahmetullahi veberekatüh...
Ardına hangi özlemimi, hangi sevdamı, hangi acımı dizeyim bilemiyorum.
Özlem mi desem?
Tam yirmi üç yıl oldu göğümde yıldızlarım küseli.
Tam yirmi üç yıl oldu baharımda güllerim açmayalı.
Tam yirmi üç yıl oldu sensiz utanç yazılarıma kalem tutalı...
Bak hayatım öylece akıp duruyor, ardı ardına virgüllerle noktayı bekliyor. Susmayı reddediphaykırışlarım boğazıma düğüm düğüm oluyor. Ve usulca yerleşiyor hayatıma yokluğun.
Bir vahşet furyasıdır gidişin Rehberim!
Tam yirmi üç yıl oldu zulmün, acının, yokluğun, yoksulluğun ve sensizliğin kirli hayatınaderyalar açalı.
Tam yirmi üç yıl oldu mazlumun avuçlarında saklı vuslatım.
Tam yirmi üç yıl oldu katran, zifiri karanlığa mücadele vereli...
Aydınlıklar doğmuyor rehberim! filizlerimin ukte yerinde. Anlamlı anlamsız sözcüklerdökülüyor dilimden. Yıllardır oluk oluk zulüm kokuyor sensizliğin
zamanlarında.
Zemheri soğukluk kadar en asil ve en acımasız saray evlerinde, dar kuytu köşelerinde yaşıyorum.
Mevsimimde karlarım boyumu aşmış, hissizliğin can alır manevralarıyla boğuşuyorum...
Tam yirmi üç yıl oldu Rehberim!
Sen gittikten sonra göğümün mavilikleri toprağa verileli.
Çocukların ellerinde oyuncaktır tank tüfek, Gelecek ise pusuya yatmış. Hiç yetişmedi ya sana ömrüm, içimde ebabilleri belledim ebrehe ruhlulara karşı...
Tam yirmi üç yıl oldu ahvâlimde farklılıklarım, korkak bakışlarım ve en çokta tütmeyen soğukbacalı evlerim. En acısı mı? Tahtadan oyuncağı olan atlı çocukların feryadları...
Yeryüzü kana doymuyor rehberim!
Püskürüyor yanık özlemlerim, mahur bestelerim ve birazda sıralı sırasız dizelerim.
Yetiş ey yüreğime kor ateş özlemim!
Ben Ebubekir miyim hirada yoldaşın olayım?
Ben Ensar mıyım muhacire gün olayım?
Ben Mecnun muyum vuslatı Leyla'dan istiğna edip Rahmana yol bulayım?
Ve ben senmiyim rehberim!
İnancımı tehdit eden düşünceleri bir mağarada risalelerle boğayım?
Sorgular altında adlarımız, ellerimizin altında kelepçelenmiş umutlarımız ve sadrımıza saplananhasret okları var bağrımızda. Ne olacak ki? hiç yeis eylemiyoruz zulümmatın kimliğine imzaatanlara. Ne hesap ederki onlar? Ölüleri leş, dirileri kalleştir. Vallahi tek görüşümde volkankaynıyor içimde kinim ve kan kusuyor gözlerim.
Rehberim! biz sen misaliyiz. Hiç gün yüzü görmeyizki. Arkamızda kirli namlulu pusatlar, önümüzde sıkılmış dişler. Nereye sığınalım bu soğuk kucaksız dünyada?
Medet umuyorum Rahmandan, boşluğa düşmüş ellerimle imanın çarpsın yüreğime. Belki o an yırtar ümmete kabzolmuş suskunluk perdeleri, ve o an aralansın hakikatin rehberi...
Rehberim! tam yirmi üç yıl oldu beykozdaki şahit gözlerim. Kederin doruğunda uyandırdı benihüznüm, matemin can ocağında...
Yetişti sana Azrail. Kesti tam orta düzlükte yolunu. Son bakışlarındı senin gidişini ispatlayan. İçinde elveda yazan...
Ve tam yirmi üç yıl oldu Rehberim! bu toprak eski toprak olmayalı...
HATİCE DİNLER VAN
**********
İlahi kelam
'İkra' dedi Yaradan, tefekkür etmekti evvela yazmadan.
Ol Nebiyil Zişan (s.a.v) değil miydi Hira da pay alan inzivadan.
Tefekkür etsene ey garip yolcu! İlahi kelam olmadan,hakikati yazabilir miydi insan?
Yekvücut olup taşar mıydı içi içine sığmayan sahabiler Darul Erkam dan?.
İbn-i Mesud olup dillenir miydi iman,Kabe-i Muazzama dan.?
Ey garip yolcu! Bilesin ki, okudukça sıdkiyetin kitabını yazacaksın,Ebu cehil safını çatlatan...
Haykır nurlu müjdeleri ki;'O topluluk yakında bozguna uğrayacak, arkalarını bakmadan kaçaklar' (kamer s.45.) ayeti yankılansın Hakkı duymayan kulaklardan,Bedir kuyularından...
'ikra' ey garip yolcu!
Farz olan ilmini,hadimi olan ehli suffadan...
Korumayı öğreneceksin, yürüyen Kur'an olan Habibi Kibriya'dan...
Tebliğ eylesin elçiler Habeş, Pers, Rumların kisrasından korkmadan dört bir yandan...
Okudukça feth edeceksin ,alemi İslam'dan nur olup yükseleceksin kat ettiğin her harftan...
Mihriban Keklik
***********
Ey sultanım;
Ben geldim... Burdayım yine yanın da başucunda. İçimdekilerin kılavuzu ol diye geldim.
Beni dinle, beni anla,
Beni yanına al diye geldim.
Hep yanındaydım şimdi yine olur musun yanımda? Kabul eder misin? Yüz çevirmesin değil mi? Git demezsin!
Gerçi sen git desen de ben nereye gideyim sultanım? Kimsem yok ki nereye gideyim? Yüz çevirsem, kızsam, unutsam da sen beni tek kabul edersin değil mi? Hiç kimseye değil kendime kızıyorum. O yüzden affet diyorum affet!
Ben yol bulmak için çıktım, senin yolunu terk ettim. Sahi sen değil miydin yolumu aydınlatan, ışık tutan? Ben mi söndürdüm ışığı mı? Evet ya, ben söndürdüm ışığımı...
Şimdi ben bunlardayım, kapın açık olsa da nasıl geleyim kapına sultanım?
Sen söyle, nasıl geleyim affedeceğin günahlar, tövbemden çok?
Söyle ey sultanım, hangi dilden edeyim tövbe mi?
Hangi kelimeye sığdırayım günahları mı? Var mıdır bu cihanda, bu fani dünya da sultanım? Olsa da kifayetsiz, aciz kalır merhametinin karşısın da. Bilirim ama sen daha yüce, daha kutlusun. Ey Allah’ım, ey sultanım! Hani bir şansım varsa belki onun hürmetine affedersin Allah’ım! "Sen affetmeyi seversin, beni da affet! " Sultanım, seni sevmek tövbe ister seni sevmek yürek ister sen bana bunu kaldıracak yürek ver Allah’ım, Sultanım... Âmin