Nisanur Dergisi - Rabia Durmazer
“Sahabe gibi olamayız” sözünün bize hatırlattıklarına bakacak olursak, öncelikle günümüzde sahabeyi nasıl anladığımıza bakmamız gerekir. “Onların bizim gözümüzdeki konumu ve bu konumun değeri nedir?” diye sorgulamalar yapmak gerekir. Zira birçok açıdan yapılan değerlendirmeler sonucu, hiçbir Müslüman’ın onlar gibi olamayacağı sonucu çıkarılmaktadır.
Hayatlarını irdelemekten, nasıl insanlar olduklarını araştırmaktan ve neden böyle yüksek bir makama konulduklarının iyice anlaşılmasından uzak bir çağda yaşadığımız için bugün, sahabenin konumu, değeri ve önemi tartışılabilmektedir. Onların tarih içinde özellikle Rasulullah’ın (Sallahu Aleyhi ve Sellem) vefatından sonraki dönemlerde yaptıkları uygulamaları/kararları ele alınıp yanlış gibi görünen yönlerine bakılacak olursa çok övülecek değerde olmadıkları, hatalarının/yanlışlarının olduğu ve neticede sahabe olmalarının bir ayrıcalık gibi görülmemesi gerektiği düşünülebilmektedir. Tüm bu çıkarımlar yapılırken onlara bakılan perspektif önem arz etmektedir. Çünkü nerden bakarsanız ya da kaç açıdan bakarsanız oradan ve o kadar sonuç çıkarırsınız. Eğer sahabeleri mali açıdan değerlendirecek olursak sahabenin yaptığı infakın üst sınırını ele alır ve aslında halihazırda zenginlikleriyle bu sınırı geçecek Müslümanların olduğunu söylemek mümkündür. Sonuçta sahabeden daha çok infak edebilecek olanlar karşımıza çıkabilir. Eğer dini yaşama hususundaki faziletlerini ele alırsak tarihimizde görülmüştür ki dünya hayatını terk edip yıllarca inziva mahallinden ayrılmayarak sadece ibadetle meşgul olan nice âbidler zuhur etmiştir. O zaman sahabeden daha çok ibadet edenler de vardır denilebilir. Eğer dini kaim kılmak için çektikleri işkenceler bize kıstas olacaksa sonraki nice devirlerde hem İslam akidesinin bozulmaya yüz tuttuğu İslam devletlerinde hem de gayri Müslimlerin hükmü altındaki devletlerde nice Müslümanlar bu uğurda hem işkence çekmiş hem de bu işkencelerle vefat etmiştir. Eğer siyasetteki kararları ele alınacaksa bugünün zaviyesiyle bize yanlış gibi görünen uygulamalar ve hükümler sahabeden sadır olmuştur. O halde aslında çok da iyi bir İslami siyaset örneği sergileyememişlerdir de denilebilir. Dolayısıyla bu gibi ölçütlerle sahabeyi ele aldığımızda onları bize örnek yapan yönleri zayıflayabilmektedir. Hatta bu argümanlardan yola çıkarak kötülenmektedirler.
Sahabe efendilerimizi önemli kılan, onların İslam’ı yaşamadaki hassasiyetleri, ilklerden olmanın ve bu uğurda birçok şeylerini feda etmeleri gibi faziletleriydi elbette. Ancak sahabeyi sahabe yapan öyle kıstaslar vardır ki kıyamete kadar hiçbir vakitte bir daha hiçbir Müslümanın onları yakalayabilecek bir imkânı ve nasibi olmayacaktır. İşte bu yüzden sahabe, sahabe olmuştur diyeceğimiz bir kıstas. Ve asla bir sahabe gibi olamayacağımızı kabullenip onların faziletine boyun eğeceğimiz bir kıstas…
Öncelikle ilk Müslümanların sahabe olarak adlandırıldığını hatırlayalım. Onlar Resululah’ın (Sallahu Aleyhi ve Sellem) yanı başında İslam’ı öğrenen insanlardı. Onlar Hz. Muhammed’in (Sallahu Aleyhi ve Sellem) sahabesiydi. Ondan önce ve sonra hiçbir peygamberin ya da halife, alim gibi şahsiyetlerin yakınındakilere bu isim verilmemiştir. Çünkü onlar Hz. Muhammed’den (Sallahu Aleyhi ve Sellem) dolayı seçkindirler. Hz. Muhammed’in (Sallahu Aleyhi ve Sellem) bir daha dünyaya teşrifi söz konusu olamayacağından bir daha hiçbir Müslüman için sahabe gibi olmak da söz konusu değildir. Sonrasında özellikle Resululah’ın (Sallahu Aleyhi ve Sellem) vefatından sonraki süreçte İslam dininin peygamberden sonra kaim olabileceğini ve İslam’ın şirk düzenine alternatif bir düzen getireceğine bizleri inandıranlar da sahabelerdir. Onlar Hz. Muhammed’in (Sallahu Aleyhi ve Sellem) iddialarına bir şans tanıdılar ve O’nun söylediklerini hayatlarını değiştirerek gerçekleştirdiler. Bu aslında büyük bir fedakârlık ve iman örneğiydi. Çünkü alışageldiğiniz toplum hayatını daha önce denenmemiş bir hayat tarzı ile değiştirmek yüksek bir iman ve kararlılık gerektirir. Bu kararlılık sizi yola sevk edenin ortadan çıkması ile daha da önem kazanır. Çünkü otorite artık sizsinizdir. Gerisin geriyi dönmek ya da var olan Kur’an’ı kendi hevanıza göre değiştirmek de artık elinizdedir. Bu minvalde Peygamberimizin (Sallahu Aleyhi ve Sellem) vefatından sonra ortaya çıkan irtidat hareketleri aslında olağan bir durumdu. İnsanlar 23 yıl boyunca bir aksiyon içinde olmuşlardı ve yepyeni bir macera yaşamışlardı. Bu macerayı onlara yaşatan Hz. Muhammed idi (Sallahu Aleyhi ve Sellem). O vefat ettikten sonra macera bitmişti ve her şey eski haline dönebilirdi. Ve nitekim böyle düşünenler geri döndü. Ancak 23 yıl boyunca yaşanan şeyin bir macera olmadığını, önceki şirk devrinin yerleşmiş toplumsal, siyasi, ekonomik anlayışının yerini bir hakikat olan İslam’ın aldığını birebir ispat eden sahabe olmuştur. Onlar ayakları üzerinde sabit durarak Kur’an’a, sünnete sadık kalmış ve yeri geldiğinde bir insan olarak da İslam’ın yeniliklere karşı nasıl hüküm üretebildiğini göstermişlerdir.
Hulefa-i Raşidin dönemi olumlu-olumsuz tüm yönleri ile bize örnektir. Kurmuş oldukları kurumlarla, almış oldukları siyasi kararlarıyla velev ki şimdi bazı sahabe hükümdarlar yanlış kararlar verdi denilse dahi bu meseleler bizler için İslam müessesinin ilk örnekleridir. Onların hayatından İslam’a bağlı olunduğu takdirde İslam’ın insanüstü bir din olmayıp her insanın bakış açısını dikkate alan ve herkese kendi sorumluluğunu yükleyen bir misyonu olduğunu çıkarmak gerekmektedir. Aksi halde yanlış gelen kararlarıyla, bu dinin tüm yönleriyle insan hayatına yansımamış, hiçbir asırda doğru bir şekilde yaşanmamış, kurulan hiçbir İslami devlette İslam tam manasıyla yaşanmamış diye düşünülecektir ki bu açık bir hezeyandır, başarısızlıktır. Hakikat bu olamaz.
Bilginin değeri üzerine yapılan her arayış, insanın o bilgiye göre hayatını tanzim edecek olması gibi bir gayeye dayandığından, insan için itaat edeceği bilgi ve bu bilgiyi öğreten öğreticiler önemlidir. Kur’an, sünnet ve sahabe hayatları bizim için takip edilecek yollar niteliğindedir.
Diğer peygamberlerin getirdiği öğretilerin kısa bir süre içinde değiştirilip yaşanılabilir örneklerinin olmayışı o öğretilerin, yok olmasına neden oldu. Hem de bu durum, defalarca tekrarlandı. Hz. Muhammed’in (Sallahu Aleyhi ve Sellem) son peygamber olması ve getirdiği öğretilerin de son kitapta bulunması ile bu defa yeryüzünde aynı problem yaşanmamalı ve Kur’an da önceki kitaplarla aynı akıbete uğramamalıydı. Bunun için Allah Teâlâ (Celle Celaluhu) bu kitabı bizzat kendi korumasına alacak ve insanlar istese de onu değiştiremeyecekti. İnsan tabiatının, emirlere riayeti zamanla azalır ve emirleri kendi istek, meyil ve arzularına göre değiştirebilme gibi bir potansiyeli vardır. Bu yüzden Allah Teâlâ (Celle Celaluhu) son kitabı kendi korumasına aldı çünkü bu potansiyel yine mevcuttu. Bu potansiyelin ilk defa gerçekleşmediği örnek sahabe efendilerimizdi. İşte bu yüzden biz istesek de sahabe gibi olamayacağız.