Tan yeri daha ağarmamıştı. Hafiften gözlerini araladı, yarı uykulu bir şekilde kendine gelmeye çalıştı. "Bismillah," diyerek yataktan uyandı. Sabah namazını kılmak için karanlık odada lambanın düğmesine bastı. Havanın hafif esen rüzgârı Sarah'ı kendine getirmişti. Yarı kapalı gözleri, ışığın yansımasıyla kısılıp açıldı. Hafif bir esneme ile kendine geldi. Uzun koridoru geçip ibriği buldu, abdestini aldı ve seccadesini serdi. Huşu ile namaza durdu. Rükûdayken, içini tutamayıp gözlerinden sicim gibi yaşlar akmaya başladı. Secdeye vardığında öyle bir nefes aldı ki, sanki gerçekten Rabbi ile dertleşiyordu. Namazını bitirip ellerini duaya kaldırdı. Annesi ve babası geldi aklına; hayal edebileceği ama hayallerinin bile yarım kaldığı düşüncelerle dolup taştı. Elini kalbine götürdü.
"Her şey Rabbimizden," dedi ve rahatladı. Sonra kardeşinin yanına gitti. Hosam, ince bir sedir üzerinde yatıyordu. Üzerindeki battaniye ile sırtını örttü. Uykusundan uyandırmadan alnına bir öpücük kondurdu ve tekrar yatağına uzandı. Hafifçe tıkırdayan zeytin ağacının dalları, ev halkını "Kalkın!" dercesine uyandırıyordu. Aralık duran perdeden içeri giren ışık, Hosam’ıuykusundan uyandırmıştı.
Kapıdan gelen "Tık tık" sesiyle Sarah hemen uyandı. Hafif korkulu ve endişeli bir hâlde, kalbi hızlı hızlı atmaya başladı.
– Papatyam, aç kapıyı. Ben Abdullah, dedi dışarıdan gelen bir ses.
Bu, abisinin sesiydi. Kulaklarına inanamadı. Bir haftadır abisini görmemişti. Hızlıca kapıya koştu. Kapı ağır bir gıcırtı ile açıldı. Abisine sarıldı. Hosam da koşup abisine yaklaştı ve sarıldı. Abdullah, çömeldiği yerde iki kardeşini kucağına aldı, öpüp hasret giderdi.
– Zehra gelmedi mi daha? Telefonumun şarjı bitmiş, arayamadım onu dün, diye sordu Abdullah.
Sarah ve kardeşi, zorlu bir dönemde tek başlarına evde kalıyorlardı. Abisi, işgalcilerin kendisini aramasından sonra evde uzun süre duramıyor ancak arada bir gelip onlara destek olmaya çalışıyordu. Yengesi Zehra ise Gazze’de hastanede doktorluk yapıyor ve bölgedeki bombalı saldırılar nedeniyle mesaiye kalmıştı. Çok sayıda yaralı olduğu için sabah saatlerinde ancak eve dönebilmişti.
Sarah abisinin sözü üzerine;
– Yok abi hastanede kaldı dünkü bombalı saldırıdan dolayı çok yaralı getirmişler haberi aldığı gibi hastaneye koştu.
Zehra'nın durumunun daha da zorlayıcı olduğu bir gerçek: Hamileliğiyle birlikte savaşın, bombaların ve hastanede yaşanan olayların etkisi, hem de sağlık çalışanı olduğu için sabırlı bir duruş sergiliyordu. Her gün karşılaştığı ölüm kalım mücadelesi onu fiziksel ve duygusal olarak yıpratsa da içindeki güçlü direnç onu ayakta tutuyordu. Sarah ve kardeşi için bir rol model haline gelen Zehra, zor zamanlarda bile umut ve güven kaynağı olmaya çalışıyordu Sarah'a;
–Abisinin sormasından sonra anahtarla kapıyı açan Zehra, Abdullah’ı görmüştü, gözleri doldu büyük bir özlem ile hızla ona yaklaştı. Abdullah, uzun süredir görmediği eşinin alnından öpüp sarıldı.
– İyi misin? Bir şeyin yok değil mi? diye sordu Abdullah.
– İyiyim, şükür, hamdolsun. Sen ne zaman geldin, Abdullah?
– Yeni geldim, dedi Abdullah.
Zehra, aceleyle elini yüzünü yıkadıktan sonra sofrayı hazırlamaya koyuldu. Sarah, yengesine yardım etmek için yanına gidip hazırladıklarını sofraya taşıdı. Hep birlikte oturup kahvaltı yaptılar. Sarah, sofradaki zeytini ekmek arasına koyup Hosam’a uzattı. Yanında çay bardağına biraz soğuk su ekleyip önüne verdi.
Zehra, Abdullah’a dönüp:
– Hastanede durumlar kötü. Acil ilaçlar lazım, anestezi yetmiyor. Bugün Ürdün’den gelen beş yardım tırından sadece iki tanesi bize ulaştı, dedi. Biraz durakladı. Konuşurken sesi titredi:
– Doktor Said’in oğlu Yasir... İşgalciler evini bombalamış. Ayağında derin bir yara vardı. Müdahale ederken elimizde can verdi.
İstem dışı konuşmasının ardından gözyaşlarına boğuldu. Abdullah’ın ağzından kısa ama anlamı çok büyük bir cümle döküldü:
– Hasbunallah ve ni'mel vekîl.
Bu söz, Zehra’ya teselli olmuştu. Abdullah devam etti:
– Her şey Allah’tan. Sen de biliyorsun, yaşam ve ölüm Allah’ın rızası için olunca bize gam etmek yakışmaz, değil mi Zehra?
– Öyle tabii ki. Âmenna, dedi Zehra.
– Sarah! dedi Abdullah.
– Abicim, bugün burada mısın? diye sordu Sarah.
– Evet, bugün buradayım ama yarın inşallah erken saatlerde Kuzey Gazze’ye varmam gerek. Bugünlük biraz hasret gideririz sizinle, dedi Abdullah.
Zehra, tebessüm edip Abdullah’ın omzuna başını yasladı. Bir haftadır ondan uzak geçen günler, aylar gibi geliyordu. Yaşanılan zorluklar, sıkıntılar ve acılar, üzülmeye fırsat dahi tanımıyordu. Yine de derin bir nefes alıp, “çok şükür” diyerek gözlerini hafifçe yumdu ve dinlendi.
Abdullah’ın omuzlarında hem ev halkının hem de Kudüs’ün ağır bir sorumluluğu vardı. Güneydeki Refah Sınır Kapısı hariç, Gazze Şeridi’ne karadan girişlerin büyük bir bölümü, denizde belli bir açıklık dışında, hava sahasının kontrolü de dâhil tamamen İsrail’in elindeydi. Mücadele zorluydu. Abdullah, birçok arkadaşını, en yakınlarını, annesini, babasını, abisini ve kardeşlerini kaybetmişti. Her Filistinlinin şu ya da bu şekilde acı ve sıkıntıları vardı.
Evet, çok acılar yaşamıştı. Filistin topraklarında yıllardır bu zorlukları birebir kendisi de yaşamıştı. Bunun yanında arkadaşlarının yaşadıkları onca çile ve eziyetlere şahit olmuştu. Bu şahitlik, yine de pes etmek değil, bilakis daha güçlü olmayı ve sarılmayı öğretmişti. Abdullah, sadece kendi kardeşlerine değil mülteci kamplarındaki aile bildiği insanlara da destek oluyordu. Kendisi de biliyordu ki fırtınalara, zorluklara ve felaketlere rağmen dimdik ayakta durmayı sağlayan yegâne güç, Allah’tı.
ŞARAPNEL PARÇALARI
Küçücük bir çocuğun gözünde hüzün,
Parçalanmış umutlar ile kol geziyor ölüm,
Yazamadı kalem acıyı bir türlü kâğıda,
Yarım hikayeleri de anlarız elbet bir gün.
Gökyüzü kızıl renkte umutlar ise uzak,
Küçücük bir el üşümüş sıcaklık arar,
Şarapnel parçalarını savurur durur alçak,
Düşlerine bile barut kokuları katar.
Ey Gazze'li çocuk sen mazlumların sesi,
Cesaretin dev gibi titretir durur herkesi,
Her adımında yankılansa bile ağıtlar,
Dünyaya dik duruşunuz ile verdiniz dersi.
Ama bilirim gözündeki ışıklar sönmez,
Küçük ellerin duaya kalkmış inmez,
Her gülüşün bir direniş olur zalime,
Attığın adımların sevabı bil ki bitmez.
Elbet bir gün yıldızlar gökyüzünde parlar,
O an çocukların yüreği sevinçle çarpar,
Gülüşün baharı müjdesini getirir,
Zaferin işareti siyonistleri mum gibi eritir.