Bütün ibadetlerin özüdür dua. Bütün dinlerde yer edinmiş ve insanlığın ilk günlerinden içinde bulunduğumuz bu döneme kadar önemini yitirmemiştir. Her ne kadar kelime anlamı yardım talep etmek olsa da derinlere indiğimizde duanın, sınırlı, sonlu ve aciz bir zatın, kudreti sonsuz, sınırsız ve her şeyden müstağni yüce zat'a (Celle Celaluhu) iltica etmesi olduğunu görüyoruz.
Evet, insan sınırlı, sonlu ve acizdir. Allah-u Teala'dan başka herhangi bir canlının her şeyden müstağni olması yani kimseye muhtaç olmadan, hiçbir şeye ihtiyaç duymadan kendi varlığıyla kaim olabilmesi mümkün değildir. Çünkü acziyet; fakr ve ihtiyacı doğurur. Dünyada sayılmaz servetlere sahip olduğu için büyüklük taslayan, kendini her şeyin sahibi ve hükümdarı ilan edenler dahi yüce Allah'ın kudretiyle cereyan eden bir doğal afet veya bir musibetle bütün mal varlıklarını, bütün sevip değer verdiklerini kaybederler. Bunun için insan içinde bulunduğu nimetlerin çokluğuna aldanıp acziyetini inkâr etmemelidir. En basit bir örnek olarak; asli ihtiyaçlarımızı dahi tek başımıza tedarik edemediğimizi, her gün yediğimiz yiyecek ve giyecekleri tek başımıza üretemediğimizi, hastalandığımızda tek başımıza kendimizi tedavi edemediğimizi, medeniyetin ve çağın getirisi olan pek çok alet, edevat ve icadı kendi başımıza sağlayamadığımız gerçeğini de göz önünde bulundurursak insanın acziyetini inkâr etmesi pek de mümkün olamaz. İnsanın ihtiyaçlarının sadece bu maddi ihtiyaçlardan ibaret olmadığını, manevi ve ruhani bazı ihtiyaçları da olduğunu düşününce acziyetin boyutu daha net bir şekilde gözler önüne seriliyor. İşte tam da insan bu acziyeti idrak edip anlayınca doğuştan var olan içsel bir dürtüyle kendinden daha güçlü olana yönelir, onu çağırır, ona yalvarıp yakarır ve ondan yardım talep eder. Ve bu yalvarışın sonucunda ferahlık ve huzur hisseder.
İslam, insanı zorluktan kolaylığa, çaresizlikten ümide, güçsüzlükten kuvvet ve kudrete çıkaran bu yalvarışa “dua” demiştir ki dua; İslam’da bütün ibadetlerin özüdür.
Allah-u Teala kulunun kendisinden bir şey istemesini sever bunun için “Bana dua edin size icabet edeyim.” (Mü’min Suresi, 60. Ayet) buyurmuştur.
Sözlü veya kalple yapılan dualara “kavli” dua denir, kalpten geçen dua ile yapılan amellerin tenakuz içerisinde olmamasına “fiili” duada bulunmak denir.
Kavli dua, hayır dua ve beddua olmak üzere iki kısımdır.
Hayır dua; Allah'tan iyilik, nimet, af, mağfiret ve korumayı istemek gibi dualardır. Hayır dua kişinin hem kendisi hem de başkaları için yapabileceği müsbet dualardır. Tabii ki insan kendisi için dua etmelidir. Çünkü; Hazreti Aişe (Radiyallahu Anha) efendimize hangi duanın daha hayırlı olduğunu sorunca efendimiz “kişinin kendisi için yaptığı dua” cevabını vermiştir.
İnsanın kendi için yapacağı dualar; kötü ahlaktan, ikiyüzlülük ve Müslüman kimliğine yakışmayan diğer kötü hasletlerden Allah'a sığınmak gibi manevi isteklerde bulunmak ya da fakirlikten, yoksulluktan, zilletten Allah'a sığınmak gibi maddi isteklerde bulunmaktır.
La ilahe illallah, subhanallah, elhamdulillah gibi zikirlerle Allah'ı övgü ile anmak da kişinin kendi nefsi için yapabileceği dualar kısmındadır. Bu dualar ruha dinginlik, sakinlik verir ve kalp huzuru sağlar.
Hayır duanın ikinci kısmı ise başkaları için yapılan dualardır. Kuranı kerimdeki dua üsluplarınabaktığımızda başkaları için duanın yaygın bir üslup olduğunu görürüz. Her namazda okunan Fatihasuresinde de “Beni doğru yola ilet” değil, “Bizi doğru yola ilet” diye dua ederiz.
Kişinin anne babasına, anne babanın evlatlarına, müminlerin ölülerine yapılan dualar ve Peygamber efendimize okuduğumuz salat ve selamlar da duanın bu kısmındandır.
Kavli dua sadece hayır duadan ibaret değildir. Bir de beddua vardır. Kötülükte bulunan ya da kendisinin kul hakkına giren birinin aleyhinde dua etmek Müslümana yakışan bir haslet değildir.Allah-u Teala kullarına günahlarından arınmaları ve tevbe etmeleri için mühlet verir. İnsan da aceleci olmamalı karşısındakinin kötülüğü karşısında hayır mı şer mi olduğunu bilmeden bela, ceza, helak ve musibet gibi aleyhte duada bulunmamalıdır.
Dua denince akla ilk gelen kavli dua olsa da fiili dua da en az onun kadar önemlidir. Fiili dua sözlü olarak istenen şeyin gerçekleşebilmesi için adeta zemin hazırlamaktır. Şifa dileyen hastanın tedavi için doktora gitmesi bir fiili duadır. Fiili dua yapılmadan sadece sözlü ve kalpten dua etmek bir şeyler istemek yeterli değildir. Zenginlik ve başarı isteyen birinin hiçbir şey yapmadan bunlara erişebileceği fikri abestir. Çabalamadan sadece istemek dua değil bilakis dilenmek olur.
Her şeyin bir usulü olduğu gibi bu kadar kıymetli ve ibadetlerin özü olması hasebiyle duanın da uyulması gereken bazı usul ve adabı vardır. Bu adaba uymak icabet için gerekli şartları sağlamak gibidir.
Duaya başlamadan önce abdest alınmalı, duaya besmele hamd ve salat ile başlanmalı, ardından tevbe ve istiğfar ile kul acizliğini ve günahlarını itiraf etmelidir.
Allah'a onun güzel isimleriyle yalvarmalı şifa isteniyorsa eş-Şafii, bağışlanma isteniyorsa el-Ğafur ismiyle dua edilmeli. İstenen nimet hangi ismin tecellisi ise o isimle dua etmek uygun olacaktır.
Mübarek ay, gün ve geceler duasız bırakılmamalıdır. Ezan ve kamet arası, cuma günü ve seher vakti gibi icabetin vaad edildiği vakitlerde dua edilmelidir.
Dua ihlasla ve bilinçle, kabul olunacağına inanarak, havf ve reca içerisinde kısık bir sesle ve yalvararak yapılmalıdır. Dua sadece sıkıntılı ve zor zamanlarda yapılmamalıdır. Bütün işlerin yanında duaya da özel bir vakit ayrılmalıdır.
Duada ısrarcı olunmalı, tekrar tekrar dua edilmeli, “dua ettim ama kabul olmadı” diye düşünmeden icabet vakti beklenmelidir.
Duanın içeriği meşru istekler olmalı, haram ve ma’siyet sayılan şeyler istenmemeli. Sadece Allah'a dua edilmeli, duada ölçülü olunmalı ve üslupta aşırıya gidilmemelidir.
Sonuç olarak; dua mühim bir ibadettir ve içeriği itibariyle diğer ibadetlerin özü niteliğindedir. Her insanın dua etmeye ve kendisi için dua edilmesine ihtiyacı vardır. Dua eden kişi Allah'ı Rabb olarak bilmiş, onun lütuf ve keremine sığınmış olur. Böylece kalben huzura ermiş olur.
Huzura erenlerden olmak duasıyla...