Bismillahirrahmanirrahim
Çelikten dişleri ile önüne gelen her şeyi parçalayıp yutan, her ırktan her dinden ve inançtan, her cinsten insanı çarklarının arasında ezen bir canavar gibidir dünya sevgisi. Bazen yavaş yavaş, bazen de ani bir hamle ile alır pençelerine. Bir defa sıkıştı mı insan onun çarklarınınarasına kurtulmak çok güç olur. Belli bir süre sonra da celladına aşı mahkûm gibi razı olur o zillete, o mahkûmluğa insan. Başlar ondan sonra bahaneleri, sıralar peşi sıra mazeretlerini. Unutur dünyaya gönderiliş amacını. Acı tablolar serilir ondan sonra gözler önüne. En acı tablo ise Müslümanın da bu çarkın dişleri arasına çoğu zaman gönüllü olarak kendisini sıkıştırmasıdır. Oysaki Rabbi de Resulü de net ifadelerle uyarmıştır onu bu canavara karşı, ondan istifade etmenin ayrı, ona yem olmanın ise apayrı olduğunu.
Muhakkak ki İslam Dini bir denge dinidir. Ne ahireti dünyaya ne de dünyayı ahirete kurban etmeyi hoş görmez. “Allah'ın sana verdiğinden (O'nun yolunda harcayarak) ahiret yurdunu iste; ama dünyadan da nasibini unutma. Allah sana ihsan ettiği gibi, sen de (insanlara) iyilik et. Yeryüzünde bozgunculuğu arzulama. Şüphesiz ki Allah, bozguncuları sevmez”. (Kasas suresi 77.ayet) ayeti de gerek hadislerde gerekse de yine Kur’an’ın ifadesinde Hristiyanlıktaki gibi dünyadan tamamen el çekme şeklinde olan ruhban yaşantının hoş karşılanmadığı bildirilmiştir. Lakin dünya ve içindekilerden istifade etmek başkadır, dünyaya kul olup zamanın çoğunu onun için harcayıp dünyevileşme ise bambaşkadır. Allah Resulünün, birçok sahabesinin ve veli kulların yaşadığı zahidane yaşantı, ruhbanlık ile karıştırılmamalıdır. Zahitlik, dünyaya bel bağlamamaktır. Dünyaya sahip olma imkânı varken ondan ihtiyacı kadarı istifade etmektir. “Düşünseler şunu da anlarlardı ki: bu dünya hayatı geçici bir oyun ve eğlenceden başka bir şey değildir ve ebedi ahiret diyarı ise, hayatın ta kendisidir. Keşke bunu bir bilselerdi!” (Ankebut suresi 64.ayet) Ayetindeki ifadeyi kavrayıp, çocukların oynadığı bir evcilik nispetinde olan bu dünyayla gereğinden fazla meşgul olmamaktır. Çünkü Resulullah’ın (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) “Dünyada varlığı çok olanlar, ahirette sevapları az olanlardır. Yalnız sağına, soluna ve ardına şöyle, şöyle ve şöyle verenler müstesnadır. Fakat onlar da ne kadar azdır.” (Buhari, Tirmizi) buyurduğu gibi akıllı insan, dünyayı ve dünya malını ahiretteki derecesini yükseltmeye vesile bir sebep kılar. Ancak gelinen noktada Müslüman da zahitliği hor görmeye ve dünyanın zevk-u sefasında kaybolmaya başlamıştır. Resulü Ekrem’in (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) asırlar öncesinden yaptığı uyarı çağımızda en net şekliyle gözler önündedir. Resulullah’ın o gün ashabına yaptığı uyarı bugün bizler için de geçerlidir. Ebu Ubeyde Cizye mallarını Bahreyn’den getirdiğinde sahabe bu mallardan kendilerine verilmesini arzu ederek Resulullah ile beraber namaz kılmak için mescide gittiler. Allah Resulü namazını kılıp gitmeye kalkınca ashap ona yaklaştı. Onların isteklerini anlayan Allah Resulü gülümseyip şöyle buyurdu; “–Ebu Ubeyde’nin Bahreyn’den mal getirdiğini duydunuz herhâlde?” dedi. Ensâr:
“–Evet, ya Resulullah!” diye cevap verdiler. Bunun üzerine Peygamber Efendimiz:
“–Sevininiz ve sizi sevindirecek şeyler ümit ediniz. Allah’a yemin ederim ki, sizler için fakirlikten korkmuyorum. Fakat ben, sizden öncekilerin önüne serildiği gibi dünyanın sizin de önünüze serilmesinden, onların dünya için yarıştıkları gibi sizin de yarışa girmenizden, dünyanın onları helâk ettiği gibi sizi de helâk etmesinden korkuyorum.” buyurdu. (Buhari, Müslim)
Zenginlik kapıları Müslümana açılmıştır artık. Bu elbette kötü bir şey değildir. Çünkü kimse Müslümanın fakr-u zaruret içerisinde debelenmesini, Allah’ın kulları olduklarını unutanların artıkları ile yetinmesini savunamaz. Fakat Müslümanın da her konuda olduğu gibi dünyadan istifade etme konusunda da onlardan ayrı bir duruş sergilemesi gerektiği dinin temel kaynaklarında açıklanmıştır. Bugün Müslümanın arada bir kıldığı namazı, Ramazan ayında tuttuğu orucu gibi belli birkaç ibadet dışında diğer inanç sahiplerinden ayrıldığı kaç özelliği kaldı ki? Yemesi içmesi, giyinmesi, eğlenmesi, evi barkı ve hatta muhabbet konuları dahi aynı değil midir? Dünyayı yaratan yaratıcı onu kullarının istifadesine sunmuştur elbet. Kulları yesin, içsin, gezsin, bu nimetleri yaratanı her daim hatırda tutup onun sınırlarına riayet etsinler diye yaratmıştır. “Kadınlar, oğullar, yük yük altın ve gümüş, salma atlar, davarlar ve ekinler gibi nefsin şiddetle arzuladığı şeyler insana süslü gösterildi. Bunlar dünya hayatının geçimliğidir. Oysa asıl varılacak güzel yer ancak Allah’ın katındadır.” (Âl-i İmran suresi 14.ayet) Gelinen noktada ayette sayılan, nefsin arzuladığı bütün o arzular hem Müslüman için hem de Gayri Müslim için araç olmaktan çıkıp amaç haline gelmiştir. Daha fazla kazanma hırsı, odun attıkça harlanan ateş gibidir. Ne tükenir ne de söner. Doymaz insanın gözü çünkü. Ne güzel ifade etmiş Fahri Kâinat (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) “Âdemoğlunun bir vadi dolusu malı olsa bir vadi dolusu malı daha olmasını arzu eder. Âdemoğlunun gözünü ancak toprak doldurur. Allah tövbe eden kimsenin tövbesini kabul eder.” (Buhari)
Dünyevileşmenin ne tür felaketlere sebep olacağını bilen Allah Resulü, ümmetine bu konuda da en güzel örnek olmuş, kendisi dünyadan Rabbinin rızasını kazanabilecek kadar istifade etmiş, ümmetine de bunu tavsiye etmiştir. Hazreti Aişe’yi ziyarete gelen Ensâr’dan bir kadın, Resulullah’ın yatağının, katlanmış bir şilteden ibaret olduğunu görünce, koşarak evine gidip içi yün dolu bir yatak getirmişti. Yatağının değiştiğini gören Hazreti Peygamber (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) bundan hoşlanmadığını belirterek Hazreti Aişe’ye:
“–Ya Aişe! O yatağı geri ver. Allah’a yemin ederim ki, şayet isteseydim Allah altın ve gümüşten dağları benimle yürütür, emrime verirdi.” buyurdu. (Ahmet b. Hanbel) İnsana lazım olan asıl sermaye bir kalbi selimdir. Gerisi sırtına yüktür.
İnsanı fitneye düşüren, Rabbinin yolundan ayıran pek çok etken vardır. “Her ümmetin bir fitnesi vardır, benim ümmetimin fitnesi ise maldır.” (Tirmizi) diye buyurmuştur Resulullah (SallallahuAleyhi ve Sellem).
Şatafattan, lüksten müstağni olamaya çalışmalı Müslüman. Kalabalıklarından kurtulmaya çalışmalı bir an evvel. Dünyadan bahseden ashabına, “Siz işitmiyor musunuz, siz işitmiyor musunuz? Sade yaşamak imandandır; sade yaşamak imandandır.” (Ebu Davud, İbni Mace) buyuran Resulullah’ın uyarılarına daha fazla kulak tıkayarak kendisini helake bir adım daha yaklaştırmaktan vazgeçmeli artık. Sadelik bedeni yormaz, ruhu daraltmaz. İnsanlar ihtiyaçları ile zevklerini, isteklerini karıştırdıkları için yıllarca hiç kullanılmadan öylece raflarda, dolaplarda kalan nice eşyanın negatif enerjisinin insanın ruhuna sirayet ettiği artık bilinen bir gerçektir. İnsan ise rahat bir yaşantı sürdüğünde ibadetlerine daha çok zaman ayıracağı vesvesesi ile kendini kandırıp durmakta. Hâlbuki müşahede edilmiştir ki durum bunun tam aksidir. Duracağı noktayı bilmezse insan, daha çok kazanma hırsı ile ibadet edecek zamanı dahi kalamaz. “Hazreti Ali (Radiyallahu Anh) şöyle anlatıyor, "Biz Resulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) ile birlikte otururken uzaktan Mus'ab bin Umeyr (Radiyallahu Anh) göründü, bize doğru geliyordu. Üzerinde deri parçası ile yamanmış bir hırkası vardı. Resulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) onu görünce, (Mekke'de iken giyim kuşam yönünden yaşadığı) bolluğu düşünerek ağladı. Sonra şunu söyledi: “Gün gelip, sizden biri, sabah bir elbise, akşam bir başka elbise giyse ve önüne yemek tabakalarının biri getirilip diğeri kaldırılsa ve evlerinizi de (halılar ve kilimler ile) Kâbe gibi örtseniz o zamanda nasıl olursunuz?”. “O gün, biz bu günümüzden çok daha iyi oluruz. Çünkü hayat külfetimiz karşılanmış olacak, biz de ibadete daha çok vakit ayıracağız.” dedi ashap. Resulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem), “Hayır! Buyurdu, bilakis siz bugün o günden daha iyisinizdir.” (Tirmizi) Evet olay tam da budur aslında. Tabiin büyüklerinden Said bin MüseyyebResulullah’ın (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) odalarının Emeviler döneminde Mescidi Nebeviye eklendiğini görünce üzülmüş ve şöyle demiştir. “Vallahi bunların aynen bırakılmalarını ne kadar arzu ederdim! Böylece yeni yetişen nesil ve buraları ziyarete gelen insanlar, Allah Resul’ünün hayatta ne ile yetindiğini görürler de mal çoğaltmaya ve bununla övünmeye rağbet etmezlerdi.” (İbni Sa’d) Müslümanlar tekrar Resulünün bu sünnetine riayet edip bu hastalıktan kurtulur mu bilinmez…