Yazıyı okumaya başlamadan önce hepimize kendimiz üzerinden bir beyin fırtınası yaptırmak istiyorum. Lütfen bir soruyu düşünmeden diğerine, soruları bitirmeden de yazıya geçmeyin.
Telefonunuzda en yaygın iki uygulama türünü düşünseniz bunlar hangileridir? (Alışveriş, sosyal medya, photoshop tarzı çalışma uygulamaları vs.)
Muhtemelen ilk sırayı sosyal medya alıyor. Alışveriş de ikinci sırada olabilir. Ya da belki spor ya da kitap okuma uygulamaları vardır. Siz biliyorsunuz, ben bilemem.
Peki, ilk sırada sosyal medya varsa sosyal medya üzerinden yaptığınız alışverişlerin sizin harcamalarınızdaki oranı nedir? Şunu demek istiyorum: Mesela Instagram’da bir ürün görüp alma durumunuz oluyor mu? Oluyorsa ne sıklıkla oluyor? İstatistikler, sosyal medya kullanıcılarının sosyal medya üzerinden %16 oranında alışveriş yaptığını söylüyor. Ha tamam hepimizin kredi veya banka kartı olmayabilir. Peki, üçüncü soru:
Sosyal medyadan gördüğünüz bir ürünü evinizin yakınındaki yahut yaşadığınız yerdeki bir dükkândan alma oranınız ne?
Telefonunuzda kaç tane alışveriş uygulaması var ve bunların hangilerini aktif olarak kullanıyorsunuz? Telefonunuza “flaş indirim” saati bildirimleri geldiğinde bu davete icabet etmeme skorunuz kaç dakika?
Araştırmalar, telefon uygulamalarının %20’sini alışveriş uygulamalarının oluşturduğunu söylüyor. Yani telefonlardaki beş uygulamadan biri alışveriş uygulaması.
Gelelim başka soruya: Telefondan bağımsız olarak harcamalarımızın yüzde kaçını alışveriş oluşturuyor? Araştırmalar bunun cevabını da 2025 yılında %61 olarak öngörüyor ve geçmiş senelerden elimize ulaşan verilere göre bu %61’in de 30-40’ı temel ihtiyaçlar dışındaki harcamalar.
Aldığımız şeylere gerçekten ihtiyacımız var mı? Evet, biraz değişiklik herkese iyi gelir ancak gençlerimizin teknolojik aletlere, annelerinin tabak-çanağa, kozmetik ürünlere ve ev dekorasyon ürünlerine, babaların da keza teknolojik birtakım ürünlere, öğretmense indirimdeki kitaplara, ilgi alanına giren çeşitli bahçe-balkon ürünlerine gerçekten de bu kadar ihtiyacı var mı?
Hani bir söz var ya; “Şu dünyada herkesin bir derdi var. Kiminin ekmeği bayat, kiminin pırlantası ufak…”
Evlerimiz eşyadan geçilmiyor. Çocuklarımızın oyuncaklarından neredeyse bir “toyshop” oluşur. “Toys R us” (oyuncaklar bizim) dedikçe evlerimiz oyuncak cehennemine döndü. Yine de aynı türden bir sürü oyuncak alınmaya devam ediliyor.
Geçmişle günümüzü kıyaslamayı sevmiyorum ama hadi geçmişi karıştırmadan söyleyeyim: Gerçekten de 5000 liralık bir kulaklık, 3000 liralık bir fare, pahalı bir akıllı saat, I-Phone 15Pro Max için para biriktirmeye veya birilerinden borç almaya değer mi?
Çiçeklerin hem gerçeğini hem de yapay olanını çok seven bir arkadaşım var. Evinin hemen her köşesi plastik çiçeklerle doludur. Bir gün yine eşinden habersiz çiçek almış ve eşine göstermek için uygun bir zamanı kolladığını söylüyordu. O gün bir yere çıkmamız gerekiyordu ama arkadaşımın ayakkabısı pek de iyi bir durumda değildi.
“Eşim bana bir ayakkabı bile almıyor.” diye söylenmeye başlayınca, nazım geçtiği için kendisine dedim ki: “Eve çiçek alacağına ayağına ayakkabı al.” Ne mi yaptı? Ayakkabı almadı. Yine çiçek almaya devam etti.
Onca alışverişe rağmen mutsuzuz. Alışverişte mutluluk arıyoruz ama o da geçici bir mutluluk sağlıyor. Aldığımız ürünün aslında o kadar da güzel olmadığını, biz de bir siteye koyup satabileceğimizi düşünüyoruz ama evde kalabalık yapmaktan başka hiçbir işe yaramıyor. Yığıldıkça yığılıyor, biriktikçe birikiyor ve üzerimize çığ gibi düşüyor ağırlığı. Bu maddi değil manevi bir ağırlık.
Daha fazlasını istiyoruz ama elimize geçmiyor. Çünkü “Allah, ihtiraslara değil, ihtiyaçlara cevap verir.”
Rabbimiz Tekasür suresinin ilk ayetinde şöyle buyuruyor:
“Çoklukla övünmek sizi öyle oyaladı ki, sonunda kabirleri ziyaret ettiniz.”
Surenin sonlarına doğru da her nimetten sorguya çekileceğimiz beyan ediliyor. Her nimetten bırakın sorguya çekilmeyi, bir deftere size verilmiş nimetleri yazın deseler bundan bile aciz kalırız.
Tüketim çılgınlığı aldı başını gidiyor. Üretim toplumu olmaktan tüketim toplumuna eviriliyoruz. Bunu kendimiz yapıyoruz. Sanki kim daha çok alışveriş yaparsa o daha uzun yaşar veya daha iyi bir yaşam sürer gibi bir algı var.
Kadınların düşürüldüğü tuzaklara girsek çıkamayız bile ancak kısaca birkaç kelam etmek istersek:
Oluşturulan güzellik algısı üzerinden Türkiye’nin çoğunluğunu oluşturan hafif kilolu veya kilolu kadınlar kendilerini iyi hissetmek için ya diyet yapıp zayıflama ya da kilolu halinin verdiği rahatsızlığı kozmetik güzellikle giderme yolunu seçiyor. “Kiloluyum, zayıflamalıyım.”, “Kiloluyum ama olsun, ben böyle de güzelim.” veya “Kiloluyum, çirkinim ama makyajla bu açığı kapatabilirim.”
Zaten kadınlarımızın, genç kızlarımızın çoğunda maalesef kişilik kalmadı. Yüzleri kendi yüzleri değil, sözleri bile kendi sözleri olmaktan çıkmış. Influencer’lar akıl hocası olmuş, herkese akıl dağıtıyor. Doktormuş, sağlıkçıymış, akademisyenmiş kimsenin umurunda değil. Hal böyle olunca bizler sadece ürünleri değil kendimizi de tüketiyoruz. İyiliğimizi isteyen insanların sözlerini de kulak ardı ediyoruz.
Bu tüketim çılgınlığı daha çok şeyi tüketecek. İnsan ilişkileri tükendi tükenecek. İlim ve bilim camiası söndü sönecek. Derdi hep almak olan insanlar neden nasihat almaz, akıl alır gibi değil.
Bir arabası olan, daha yükseğine göz dikiyor. İşiniz icabı daha kapsamlı bir araca ihtiyacınız olur, tamam. Ama kredi çekerek borca girerek, sırf daha havalı diye araba almanın mantığı nedir?
Akrabalar birbirlerine rakip olmuş. Biri ne alsa diğeri de onunla yarışırcasına bir şeyler alıyor. Çocuklarda bile bu oluşmuş. Alınan bir oyuncağı birkaç çocuk birlikte oynamıyor da yenisini istiyorlar hep.
Rabbim bize tüketimden üretime geçebilmeyi nasip etsin. Ömrümüzü boş şeylerle tüketmemize müsaade etmesin. Âmin.