Savunma, her dönemde her yönetimin güçlü olmak istediği ve güçlü olmak zorunda olduğu bir alandır. Geçmiş dönemlerde askeri birlikler ve teçhizatlarla sağlanan savunma günümüze kadar değişkenlik gösterse de hâlâ amacını koruyor.
Tarihin kirli sayfalarını kurcalayınca kralların tanrılık ilanları yaptıklarına ve dünyada yegâne söz sahibi olduğunu iddia ettiklerine tanık oluyoruz. Bu krallar elinde bulundurduğu güçle herkesin kendisinden ve yönetiminden korkmasını sağlıyor/sağlamaya çalışıyor, bunda da büyük oranda başarılı oluyordu. O çağlardan günümüze kadar olan süreçte yüzdelik dilime vurunca güce boyun eğen insan sayısı oldukça fazla olmuştur. Savunma şekilleri değişse de bu alanda güç sahibi olmak her zaman ülkelere ve yönetimlere ciddi manada puan kazandırmıştır.
Şimdiye dönecek olursak, savunma sanayinde güçlü olmak demek dünyada söz sahibi olmak demektir. Bu, küresel çerçevede bu şekilde alışılagelmiş ya da öğretilmiş bir yapay gerçekliktir. Her ne kadar bu durum genel manada vahşice sonuçlara neden olsa da nedenin elde edilen imkân ve güç değil, onu kullanan zihniyetin olduğunu hatırlatmakta fayda var. Geçmişte tanrılığını ilan eden mantık bugün teknoloji, savunma ve savaş sanayinde gücü elinde bulundurarak tanrılığını farklı bir boyutta ilan etmiş oluyor.
Geçmiş ve yakın tarih boyunca ülkeler birtakım stratejik önlemler alma adına savunma alanında gelişimler göstermişlerdir. Bunu yaparken ülkenin jeopolitik konumu, ülkeyi tehdit edebilecek iç veya dış unsurlar göz önünde bulundurulmuştur. Genel manada iç ve dış tehditlerden güvende olmak her ülkenin ve vatandaşlarının talep edeceği bir durumdur. Bu bağlamda siyasi ve sosyal olgular dikkate alınmak zorunda kalınmıştır. Yanı sıra gelişimin bir ekonomik ve teknolojik yani teknik bir alt yapısının olması da önemli bir husustur.
Diğer tüm dünya devletlerinin savunma sanayinde ileri atılmak istemesi gibi ülkemiz de bu noktada son yıllarda ciddi gelişimler gösterdi. Bu gelişimler gerek kamu sektöründe gerekse özel sektörde ciddi anlamda boy göstermiştir. Ülkemizin konumu, tarihi, barındırdığı değerlerin ehemmiyeti göz önünde bulundurulduğunda bu gelişimlerin daha da ilerlemesi ve desteklenmesi gerektiği gerçeği karşımızda duruyor.
Savunma ya da savaş teknolojileri, kullanılan ele göre işleyişini değiştirir. İşlev değişmese de işleyişte ciddi değişiklikler gerçekleşir. Savunma sanayindeki modernleşme eğer varlığını sömürgeyle koruyan ve kendini bu şekilde devletleştirmeye çalışan çetelerin eline geçerse işleyiş çok farklı olacaktır. Bu durumda savunma, yerini saldırıya bırakacak ve saldırı hakkını kendinde gören sömürge zihniyetinin hangi coğrafyada ne tür işleyişlere neden olacağını kimse tahmin bile edemez. Durum şunu gösteriyor: savunma sanayinde gücü elinde bulunduranlar eğer vicdan ve insaftan, İslam’ın terbiyesinden nasiplenmeden bu gücü elinde bulunduruyorsa sonuçları herkesi yakacak acı tablolara neden olacaktır.
Durumun ciddiyeti böylesi önemliyken bu modernleşen savunma sanayinde terbiyesini İslam’dan almış, vicdanını ve insafını diri tutan yönetim, kurum ve kişilerin var olması en büyük gayretlerden olmalıdır. Akıllara “savaş çözüm değil” şeklinde ikonik cümleler gelebilir. Zaten kastımız da bu değil. Kastımız, hâlihazırda savunma sanayinde gelişen bir dünyada kendi ülkesinin vatandaşlarının ve yeryüzü mazlumlarının haklarını koruyabilmenin en birincil yolu bu ise savunma sanayinde gelişim göstermek için çaba harcamak bir savaş yanlılığı değil hak koruma ve aramadır.
Coğrafyamızı da içine alan birtakım tehditlerin gerçekte tüm dünyayı tehdit ettiği de bir gerçektir. Gelişim öyle olmalı ki, vahşileşen savaş sanayinde caydırıcı bir etki bırakmalı. Ar-ge çalışmalarıyla, bilimsel ve teknolojik ataklarla, yetişen genç ve dinamik nesille, kendini insanlığı korumaya adamış insaflı bireylerle bu alana ciddi rağbetler olmalı/oluyor.
Yanı başımızda yaşanan soykırımlar bize gösterdi ki, tarihimiz ve hassasiyetlerimizle alakalı birtakım nedenlerden ötürü caydırıcı ve ciddi bir etkiye sahip olan teknolojiye, savunma sanayinde gelişime, insan gücüne, maddi kalkınmaya ihtiyaç var.
Özel sektör ya da kamu sektöründe yolların açılmasının yanında toplumsal olarak da bireyler bu alanlara yönlendirilerek gelişimlerin hızı artırılabilir. Yetişen nesle alfabeden birtakım harfler vererek onları “başka” olarak zihinlere olumsuz kodlamak yerine “özel” olarak olumlu kodlayarak onlardan ümitvâr olunduğunu hissettirerek muamelede bulunulmalıdır.
Gençleri geleceğin yorgun olanların değil rahatından vazgeçenlerin olacağı bilinciyle yetiştirmek gerekiyor. Elbette böyle bir nesil için rahatından vazgeçen ebeveyn, eğitimci ve yetişkinlere ihtiyaç var. Ülkenin gelişimi toplumla, toplumun gelişimi aileyle, ailenin gelişimi her bir bireyle olur. Selam ve dua ile…