Günümüzde Müslümanlar, modernleşme ve gelenek arasında sıkışmış durumdalar. Teknolojik ilerlemeler, bireyselleşme, kapitalist sistem ve sekülerleşme gibi kavramlar, dini, kültürel ve ahlaki değerlerle çatışan bir zemin oluşturuyor. Bu bağlamda, Müslümanların nasıl bir tavır alması gerektiği hususu son derece önemlidir.
İslam, bireyin ve toplumun huzurunu sağlayan ahlaki değerler sunarken, modernleşme de bu değerlerin sorgulanmasına ve çoğu zaman yok sayılmasına neden olabiliyor. Müslümanların bu iki kavram arasında nasıl bir denge kurmaları gerektiğini Kur'an-ı Kerim’in öğretileri ışığında incelemek büyük bir gerekliliktir.
Kur'an, toplumsal yaşamda dengeli bir yaklaşım benimsememizi öğütler. “İyilik ve kötülük bir değildir. Sen (kötülüğü) en güzel olanla sav.” (Fussilet Suresi, 34. Ayet) ayeti, bu dengeyi kurmanın önemini vurgular. İslam, bireyin maddi ve manevi değerlerini koruyarak, topluma katkıda bulunmasını sağlar.
Modern dünya, bireyi ön plana çıkarsa da İslam toplumu ve aile yapısını önceliklendirir. Aile, İslam’da temel bir yapı taşıdır ve “Sizden kim evlenmeye gücü yetiyorsa, evlensin.” (Nur Suresi, 32. Ayet) emri, bu ailenin korunmasına yönelik bir teşvik niteliğindedir.
Geleneksel Müslüman aile yapısı, bireylerin ahlaki ve manevi değerlerle yetişmesini sağlar. Ancak modernleşmenin getirdiği bireysellik, bu yapıyı tehdit eder. İslam’ın öğretilerine göre, birey ancak toplumla etkileşim içinde var olabilir. Kur'an'da “Birbirinize iyilikte ve takva da yardımcı olun.” (Maide Suresi, 2. Ayet) buyrulmaktadır.
Modern dünyada, bireysel başarı ve kazanç çoğu zaman ahlaki değerlerin önüne geçerken, İslam bu durumu sorgular. Müslümanların, toplumlarına katkıda bulunmaları ve geleneksel değerlere bağlı kalmaları hem kendileri hem de toplumları için elzemdir.
Modernleşme, bireylerin ruhsal ve psikolojik sağlıklarını etkileyebilecek bir dizi zorluk getirir. Özgürlük ve bireysellik, birçok bireyi yalnızlığa ve derin bir boşluğa sürükleyebilir. “İnsan, yalnız başına yaratılmıştır.” (İsra Suresi, 70. Ayet) ayeti, bireyin varoluşunun özünü hatırlatırken, toplumsal dayanışmanın önemini de vurgular.
Müslümanlar, geleneksel değerleri koruyarak, toplumsal dayanışmayı sağlamalı ve modern dünyadaki bu boşluğu doldurmalıdır. Ahlaki değerlerin kaybolması, sosyal sorunları da beraberinde getirir. Aile içindeki iletişimsizlik, boşanmalar ve bireylerin kendini yalnız hissetmesi, modernleşmenin doğurduğu sorunlar arasında yer alır.
“Ey inananlar! Kendinizi ve ailenizi ateşten koruyun.” (Tahrim Suresi, 6. Ayet) ayeti, aile yapısının korunmasını ve güçlendirilmesini teşvik eder. Bu bağlamda, Müslümanların, modernleşme sürecinde geleneksel değerleri göz ardı etmeden aile içindeki bağları kuvvetlendirmeleri gerekmektedir.
Müslümanların modern dünya karşısındaki tavrı, Kur'an’a dayanarak şekillenmelidir. “De ki: ‘Benim yolum, açık bir şekilde Allah'a davet etmektir.’” (Yusuf Suresi, 108. Ayet) ifadesi, Müslümanların, kendi inançlarını ve değerlerini modern dünyada nasıl temsil edeceklerine dair bir rehber niteliğindedir. Bu bağlamda, din ve modernite arasında bir çatışma yaratmadan, İslam’ın evrensel değerlerini benimseyerek, çağın gerekliliklerine uygun bir yaşam tarzı geliştirilmelidir.
Sonuç olarak, Müslümanlar, modernleşme ile gelenek arasında sıkışıp kalmamalıdır. Kur'an-ı Kerim’in öğretileri, bireylerin hem kendi içsel huzurlarını hem de toplumlarının mutluluğunu sağlamak için bir yol haritası sunmaktadır. Modern dünya ile bütünleşirken, geleneksel değerleri korumak, Müslümanların sorumluluğudur.
İslam, yalnızca bir inanç sistemi değil; aynı zamanda hayatı anlamlandırmamıza yardımcı olan bir rehberdir. Müslümanların, bu rehberlik doğrultusunda, modernleşmenin getirdiği zorlukları aşarak, sağlam bir kimlik ve ahlaki değerler ile varlıklarını sürdürmeleri mümkündür.