“Herkes Kendi Dostunun Şarkısını Söyler.” (Halid Meşal)
Filistinliler, zamanın Filistin aleyhine dönmeye başladığı yıllarda kendi başlarına kaldıklarını anladılar. Herkesin kendine dost gördüğü ülkenin/ideolojinin siyasetine göre tavır aldığı Filistin meselesinde onlar da dostlarını çok iyi seçmeleri gerektiğini anladılar ve Allah’ı kendilerine tek dost olarak seçtiler. Arapların kendilerini garantiye aldıktan sonra bir birellerini çektikleri Filistin meselesi bir milletin, kutsallarıyla beraber yok olmama mücadelesine dönüştü.
Sadiye Mahallesinde maziye geçmişe okuyup, geleceğe de şahitlik edecek olan Kırmızı Minare… İsrailoğullarının ve Hristiyanların, kaynağı kendilerinden menkul kehanetleri doğrultusunda ilerlemeye çalıştıkları Filistin topraklarında bu Kırmızı Minarenin de yeri var. Hristiyanların düşüncelerine göre Hazreti İsa tekrar yeryüzüne Kırmızı Minare mahallinden nüzul olacaktır. O yüzden burası aynı zamanda kutsal bir yerdir. Her taşı ile kutsallığı ve tarihiliği ile var olan Kudüs, bu yönüyle orada yaşayanları, yaşadıkları hikayeleri ile tarihe mâl etmektedir. Çünkü burada yaşamak dünyanın her hangi bir şehrinde yaşamak gibi sıradanbir yaşama değildir. Burada yaşayan insanlar dünyanın diğer şehirlerinde yaşayanların idealleri ile hayata bakmazlar ve baksalar bile bu idealleri kendi hayat şartlarını güzelleştirme de kullanamazlar. Onlar Filistinlilerdir ve tarihin içinde var olmuş, her yönüyle tarihe mal olmuş bu şehirde yaşamanın bedellerini ödemeleri gerektiğinin farkında ve elhamdülillah şuurundadırlar. Dolayısıyla Kudüs, dünyanın dört bir yanında zulüm gören diğer İslam yurtlarımıza oranla merkezi ve öncelikli olarak kurtarılması gereken bir konumdadır. Allah bu milleti tez zamanda payidar eylesin inşallah.
1936 yılında Filistin meselesinin içine doğup 2021 yılında bu meselenin içinde vefat eden İbrahim Gûşe’nin kaleminden, yaşadığı dönemin özetini ifade etmektedir. Kitap bu yönüylebelki de her Filistinli mücahidin kendi gözüyle yaşadığı coğrafyayı tanıtabileceği/tanıtması gereken bir üslup barındırmaktadır. 1948 yılından 2007 yılına kadar olan olayları yıl yıl aktaran bu kitap bu yönüyle tarihi bir vesika hükmündedir. Ne yazık ki dışarıdan yayılan ve çoğunluğu yayanın fikrini, ideolojisini yansıtan bilgilerle Filistin meselesinin anlaşılması mümkün olmamaktadır. Özellikle Türkiye gibi “hâkim unsur bakış açısıyla” değerlendirilen Filistin meselesi, çoğu zaman Arap ve Türk milliyetçiliği perdesi ile örtülüp bir Kudüs meselesine, İslam meselesine dönüşememektedir. Bu da konuyu Yahudilerin katliamlarını,cinayetlerini normalleştirip bir din ve insanlık meselesi dışına itmektedir. Tüm bunlar bu garip ülkenin tarihinin de garip kalmasına sebep olurken, özellikle günümüzde meydana gelen bu tarihi ve önemli olayların neden ve sonuçlarına yabancılaşarak buradan dünyaya yayılacak olan tehlikenin üzeri örtülebilmektedir.
Hamas’ın var oluş gayesinde üzerinde durduğu en önemli hususun, Kudüs’ün bir İslam meselesine dönüşmesi ve İslami yöntemlerle savunulması gerektiği tezi kitapta bariz bir şekilde anlaşılmaktadır. Ancak Hamas’ın bu tezine karşılık Filistin’de, Filistin’i kurtaracak tek tezin İslam olmadığını savunan başka gruplar var olmakla birlikte aralarında yıllardır süren birlik olamama sorununun temelinde bu fikri ayrılıklar yatmaktadır. Dışardan bakılan gözlerle yapılan yorumlarda Filistinlilerin daha kendi aralarında anlaşamadığı düşüncesi bu meseleye ağırlaşmada bir bahane olarak öne sürülmekte, önce kendi aralarındaki birliği sağlamaları gerektiği tavsiyesi ile bu konuda yapılacakların üzerine düşülmemektedir. Halbuki bu durum hemen her İslam ülkesinin içinde bulunduğu bir durum olmakla beraber bir ülke içinde -burası İsterse işgal altındaki bir ülke olsun fark etmez- fikri ayrılıkların kaçınılmaz olduğu apaçık bir gerçektir. Bu fikri farklılığın olmadığı hiçbir İslam ülkesi bulunmamaktadır ve bu durum, son iki yüzyıl içinde gelişen batı hakimiyeti ve planlarının hain sonuçlarından başka bir şey değildir. Kaldı ki Filistin’in bu durumunu eleştiren hiçbirmilletin kendi ülkesi de bu durumdan beri değildir. Bu yüzden HAMAS çevresinde gelişen İslamcı gruplarla Fetih hareketi çevresinde gelişen sol cereyanların varlığı, Filistin meselesine eğilmemek, bu konuyu gündeme getirmemek için bir neden olmamalıdır.
Kitaptan anlaşılan en büyük gerçeklerden biri de savaşın içine doğmuş bir insanla, rahatın içine doğmuş olan insanların birbirlerini anlamalarının hiç de kolay bir durum olmadığıdır. Ömrünü sürgünlerle, cezaevi ve işkenceleri ile düzen nedir bilmeyen bir hayatla geçiren işgal insanları hayatlarını da bulundukları şartlara göre düzenlemek zorunda kalmaktadırlar. Evlerinden zorla çıkarılıp başka ülkelere iltica etmek zorunda kalan Filistinliler gittikleri yerlerin havasına kapılıp kendi memleket meselelerine yabancılaşmamaktalar. Başta Ürdün, Katar, Suriye gibi Arap ülkeleri olmak üzere dünyanın çeşitli yerlerine göçe zorlanan bu insanlar kendi tercihleri ile bunu yapmamaktadırlar.
HAMAS, kurulduğu günden bugüne kadar İslami bir ahlak ve yöntemle; Siyonistlere karşı takınılacak tavrın sadece direniş olacağı görüşündedir. 1948 yılından Aksa Tufanının gerektiren sürece kadar, Yahudilerle olan ilişkiler direnişin tek yöntem olduğunu göstermektedir. Zira diplomasi ve müzakere yöntemleri karşıdaki tarafın Yahudi olmasından dolayı işe yaramamaktadır. Bu sadece yahudilere zaman kazandırmaktan ve her halükarda yapacağı katliamları daha kolay yapmaktan bir işe yaramamıştır. Bugüne kadar Fetih hareketinin hükümeti ve yöntemleri ile Filistinliler ne 1948 yılından bu yana kaybettikleri toprakları geri alabilmişler ne de hakaret ve işkenceden kurtulabilmişlerdir. Filistin’in işgali konusunda yapılacak tek şey bir İsrail devletini kesinlikle tanımamak ve sadece direnişle Yahudileri geri çekilmeye zorlamaktır. HAMAS, daima bu çizgiyi korumaya çalışmış ve Aksa Tufanı ile de Fetih hareketinin durdurduğu direnişi yeniden başlatarak Filistin konusunda yapılabilecek son hamlelerini yapmaya çalışmaktadır.
Kitaptan manidar bir alıntı: “1967 yılında Suriye’de darbe olduğu vakit Abdurrahman kardeş esprili bir üslupla ‘arkadaşlar hiç üzülmeyin bu darbeyi yapanlar çok fazla devam edemeyeceklerdir.’ Bu darbeyi yapanlardan üçünün ismi hariri (ipekli), Sûfi (yünlü) ve Kutun(pamuk) idi. Arkadaş konuşmasına şöyle devam etti: ‘İpekli olan yazın gidecek, pamuklu olan ilkbahar ve yünlü olan kışın gidecek.’ Gerçekten de onlar fazla kalmadılar. Baas partisinden başkaları onların görevlerini devraldı.”
Yahudiler de güçleri, inançları ve yöntemleri ile ipek, yün ve pamuk gibi havanın rüzgârına dayanıklı olmayan ürünler gibi varlık göstermektedir. Mücahitlerin bunlara oranla tufan gibi etkileri, çelik gibi iradeleri ve demir gibi imanları ile Filistin meselesine galip geleceği aşikârdır. Zaman sadece o rüzgârın gelip hafifleri sürükleyip dağıtmasını, ağırları ise olduğu yerde bırakmasını beklemektedir.