Allah’ın adıyla
Hesap yokmuş gibi yaşıyoruz. Ölmeyecekmişiz gibi... Kabre girmeyecekmişiz gibi... Sınırları yıkıp, yok etmek için yarışıyoruz. O sınırları bizim için çizen Rabbimiz ’den habersizmişiz gibi... Yarın mahşer gününde hayatımızı bütün bir alemle izlemeyecekmişiz gibi davranıyoruz. Her anımızı kaydeden melekler yokmuş gibi... Kıyametin dehşetinden gafil kalmışız... Ölüm dahi artık korkutmuyor mu bizi?
Bireysel bir özeleştiri olsun bu sefer yazdıklarımız. Nefsimize bazı sorular soralım. Arzularımızı, daha önce düşünmediğimiz bazı fikirlerimizi, sessizce ilerleyen belki sinsi belki masum görünen isteklerimizi gözden geçirelim bu sefer. El alemi değil kendimizi çekiştirelim. Zira şu kıyamete bir adım kalmış zamanımızda hiçbirimiz, bir diğerimizden çok da mükemmel değiliz.
Hep toplum eleştirilir. Zamana laf atılır, elin oğlu elin kızı dillerde dolaşır. Peki kimdir bu toplum, şu zaman ve kimdir şu meşhur olan ama meçhul olan el kızı ve el oğlu?
Toplumda biziz, zamanda kaybolup giden de biz. Birilerinin oğlu, birilerinin kızı olanlar da yine biz. Hele ki kıyameti getirecek olayların en ortasında bulunanlar da yine biz. Yarın hesap gününde her yaptığımızdan yahut yapmadıklarımızdan, her söylediğimizden yahut söylemediklerimizden de sorgulanacak olanlar da yine biz. Mizan kurulduğunda ve ömür filmlerimiz gözler önüne serildiğinde başrolü oynayacak olanlar da yine biz. O hâlde nasıl oluyor da her bahanemizin, her mazeretimizin, her sebebimizin kaynağı biz değil de bizden başka herkes oluyor? Yok mudur bunda ters bir iş?
Hemen şimdi kendimize soralım, en son ne zaman durup da nefsimizi hesaba çektik? Anbean işler olduğumuz hangi günahımız için tevbe ettik? En son hangi hatamız yüzünden kendimizi suçladık? Ya da en son hangi yanlışımız için kendimizi ayıpladık?
Ya kendimizi hiç dinledik mi? Bazen kalbimize çöken bazen zihnimizi bulanmış sis bulutlarına çeviren sıkıntılarımızı hiç dikkate aldık mı? Yemeğe ihtiyaç duyan midenin guruldayarak ihtiyacını belli etmesi gibi ruhumuzun çırpınan nefeslerinin ne kadarını duyduk? Ne kadarını işittik ki ruhumuzun ihtiyacını gidermek için çabaladık? Ruh da acıkır, kalp de... Zihin de beslenmek ister, yürek de... Vicdanlarımız da bekler bizden ihtiyaçlarını, duygularımız da... Toprağın altında elbet solacak olan bedenimizin ihtiyaçlarından ne zaman sıra geldi, bize ebedi yaren olacak ruhlarımıza, yüreklerimize?
En son ne zaman ruhunuza gülümsediniz, ne zaman ruhunuzu dinlediniz ve ona gereken dürüst cevapları verdiniz? Ama sağa sola çekmeden ama yalan dolan karıştırmadan... En son ne zaman yüreğinizin üzerine sıcak bir örtü örttünüz ve içtenlikle yüreğinizle konuştunuz açıkça? Ama üstünü kapatmadan ama sözün altından başkasını suçlu çıkarmadan... Gözlerinizi ne zaman kapattınız ve artık kirlenmemiş yeri kalmayan şu dünya sahnesinde kendinize ait sorumluluklarınızın ne kadarına fail ve şahit olduğunuzu tespit ettiniz? Siz, kendi payınıza düşeceği kadar ümmetin düştüğü şu vahim halin ne kadarına, nasıl ve ne ölçü de bir katkı sundunuz? Düşününüz.
Zira artık dünyanın son demlerini yaşadığı şu zamanlarda, yapıp yapmadığımız her şeyle bizim de parmağımız olmuştur ve olacaktır gelinen şu noktada ümmetin son halinde. Allah’ın bize ilk emri olan okuma eylemini hakkıyla yaptıysak ne mutlu bize, iyi insanların ameline inşallah bizler de ortağız. Belki de o iyi amelleri yapanlar da biziz Allah’ın izniyle.
Nefsimizi hesaba çekip, gereken terbiyeyi gereken zamanda verdiysek ne mutlu bize... Gerçek hesap zamanında inşallah o korkunç mahcubiyeti yaşamayacağız. Başkasının günahına kör olup, kendi günahımıza dert yandıysak ne mutlu bize. Bir başkasının utancına tanık, günahına şahit ve hatta o dehşetli günde falanca kimsenin günahına ortak olmayacağız. Ruhumuzun sesine, kalbimizin ihtiyacına cevap verdiysek en önemli zamanda inşallah günü geldiğinde ruhumuzu, kalbimizi amellerimize, tevbelerimize, af dileyişlerimize şahit kılacağız. Bir günaha şahit, ortak olmanın dehşetinden ise bir affedilişe tanık, ortak olmanın izzeti ve lezzeti... Varın siz hesap edin.
Mazlumların, garibanın dili, eli, gözü, kulağı olduysak ne mutlu bize. Kıyametin kıyısında bekleyen sekiz milyarlık dünya nüfusu içinde, Kur’an’ın nurunu takip ederek emir ve yasaklara riayet etmeye çalıştıysak ne mutlu bize. Zira kıyametin asrında ateşten topu avucumuzda tutanlardanmışız. Yoldan geçen din kardeşimize verdiğimiz bir selamla, dostumuza, yakınımıza gösterdiğimiz bir tebessümle hayatlarına dokunabilmişsek yine ne mutlu bize. Amel defterimize, sayısını Rabbimizin bileceği yeni salih ameller yazdırdık.
Ve Allah muhafaza ama veyl olsun bize ki, okuduk ama amel etmedik, duyduk ama itaat etmedik, gördük ama kabul etmedik. Yazıklar olsun bize ki kardeşlerimizin sesini, feryatlarını duyduk ama bakmaya tenezzül etmedik. Nefsimize hoş geleni tuttuk, zor ve ağır geleni terk ettik.
Yazıklar olsun ki; mümin kardeşimize bir tebessümü, bir can kulağını, bir hoş anlayışı, bir dost elini çok gördük. Midemiz tokluk yüzünden sıkışırken aç uyuyan kardeşimize rağmen derin rüyalara daldık. Vahlar olsun ki kardeşlerimizin zulüm altında çaresiz haykırışları gökleri çınlatırken bizler, nefsin ve şeytanın arzularına kulak verdik, dikkat kesildik. Ve yazıklar olsun ki yanı başımızda duran gencecik evlatlarımızı, göz bebeği çocuklarımızı her türlü dünyevi ve şeytani tehlike dört yandan sarmışken bizler kendi geçici, dünyevi heveslerimize dört yandan hayır, yetmezmiş gibi dört kolla sarıldık.
Dedik ya bu bir muhasebe olsun hepimiz için. Ölüm kapıyı çalmadan yahut kıyamet başımıza kopmadan soralım kendimize bize neyin haberi verilsin? Müjdelere mi sahip olmak istiyoruz veyllere mi? Ümmetin iyiliğine mi ortak olmak istiyoruz Allah muhafaza çöküşüne mi? Benden ne olur demeyin sakın zira ben dediğimiz olgu zaten ümmetin kendisi. Ben, sen, biz, siz zaten ümmetin kendisi. O hâlde iyilik varsa bir toplumda o iyiliğe ortak olanlar da nice “ben”lerdir. Ben diyenlerin birleşmesiyle bizlerdir. Tam aksine kötülük varsa bir toplumda o halde yaptıklarıyla yahut eksik bıraktıklarıyla yine o duruma katkı sunanlar da aynı “ben” diyenlerdir. Yani bizlerdir.
Son verirken sözlerimize... Bilelim ki hesap var hem de çok yakın. Bilelim ki geçilmez sınırlar var hem de çok keskin. Bilelim ki mahşer gününde bizi yaratan Rabbimizle (Celle Celaluhu)buluşmamız var, bütün bir alemin önünde. Ve yine katkımız, payımız var ümmetin son haline. Hayatına dokunduğumuz her insan yahut İslam’ı yansıttığımız her davranışımız, hareketimizle...
Allah, ruhunu aç bırakmayan, topluma faydası dokunan, duruşuyla dahi Allah’ı hatırlatan kullarından eylesin bizleri. Nefsine dürüst, Rabbine dürüst olanlardan eylesin bizleri. Kardeşine kulak, kardeşine destek, kardeşine ilaç olanlardan eylesin bizleri. Hesabı kolay, mizanı hayırlı olanlardan kılsın bizleri. Kıyamet asrında, Allah’ın dinine sıkıca sarılanlardan eylesin bizleri. Veyl sahiplerinden değil müjde sahiplerinden kılsın bizleri.
Amin