Adımlarını hızlandırdı. Süratle uzaklaşmaya çalışıyordu.Küçük yüreği pır pır ediyor, hızlı hızlı atıyordu. Evlerini uzaktangördüğünde derin bir nefes aldı. Biraz rahatlamıştı. Fakatyüzündeki tedirginlik ifadesi hâlâ kaybolmamıştı.
Annesi kapıyı açınca küçük kız soluğu salonda aldı.Üzerinde mavi renkli okul üniforması, elinde çantasıyla an- sızın içeri giren kızını gören babası, bir tuhaflık olduğunusezmişti. Kızının rengi uçmuş, yüzü kireç gibi olmuştu. Ya ş a dığı tedirginlik hemen fark ediliyordu.
“İman! Kızım, neyin var? Ne oldu?”
Arkasından yetişen annesi de şefkat ve merhamet dolubir sesle sordu:
“Ne oldu kızım? Kireç gibi beyazlaşmış yüzün. Anan kurban olsun sana. De hele anneciğine. Ne oldu?”
Endişesi sükunete eren küçük kız:
“Ne olacak anne” dedi. “Oradan her geçişte, askerleri her gördüğümde yüreğim ağzıma geliyor. Silahlarını göstererekbizi korkutuyorlar…”
“Korkma kızım!” dedi babası güven aşılayan bir sesle. “Onlar hiçbir halt edemezler.”
“Ama baba!” dedi küçük İman. “Daha geçen gün İsrailtankları 10 ve 12 yaşlarındaki Kadir ile Rağde'yi okullarındaateş ederek şehid etmediler mi? Hem de sınıfta sıralarındaoturuyorlarken… Vücutları tankların ateşleriyle paramparçaolmuştu…”
Sesi titriyordu İman'ın. 13 yaşlarında bir kız çocuğuydu.Henüz ilkokul öğrencisiydi. Gazze şeridinin güneyinde Refahmülteci kampında yaşıyordu.
Her gün okula giderken İsrail askeri mevzilerinin yakı- nından geçmek zorundaydı. Mevziler ve gözetleme kulele- rindeki işgalci İsrail askerlerinin tacizlerine nice kez şahit ol- muş, kendisi de nice kez taciz edilmişti. Her gidiş geliş bir ka- bustu adeta.
Aslında bu tür taciz ve korkutmaları kanıksamıştı. Fakatbazen bu korkutmaların dozajı artığında, küçük kızın küllenenendişesi de artıyordu. Kız çocuğu olması tedirginliğini daha birçoğaltıyordu.
Babası kızının söylediklerine hak veriyordu. Çaresizlikdenizinde boğuşan bir suskunluğa büründü. İsrail'in yaptığıson operasyonu düşündü. Hâlâ devam eden bu operasyondaşu ana kadar en az 110 Filistinli hayatını kaybetmişti.Öldürülenlerin büyük bir kısmının çocuk olması kızınınendişelerinde haksız olmadığını gösteriyordu.
Ekini ve nesli yok eden Siyonist öğreti, hiçbir insani hak vehukuk tanımıyordu. Yine de kızına güven vermek istedi.
“Gel bakalım kızım” deyip yanına oturttu. “İstersen seniokula göndermeyelim. Ne dersin?”
“Hayır!” dedi tek kelimelik cevapla. “Ne olursun baba!
Beni okuldan alma. Ben okumak istiyorum.”“Peki kızım.”
“Beni okuldan almayacaksın değil mi baba?” T e bessümetti babası:
“Korkma kızım almam.”“Teşekkür ederim baba!”
“Ama okula her gidişte mevzilerin yanından geçmek zo- runda kalacaksın kızım.”
“Olsun baba. Ben okumak, doktor olmak istiyorum.”“Doktor olup da ne yapacaksın kızım?”
“İsrail askerlerinin yaraladığı çocukları tedavi edeceğimbaba. Onları ölümden kurtaracağım.”
“Aferin kızıma!”
Yanaklarında tomurcuklar açan kızını öptü. Saçlarını şef- katle okşadı.
“Bak kızım” dedi. “Bundan sonra okula giderken arka- daşlarınla beraber gidip beraber gel. Sakın ola ki tek başınamevzilerin arasından geçmeyesin. Anlaştık mı?”
“Anlaştık baba.”
“Öyleyse yemeğe gidelim. Yoksa annen kızacak.”
Ertesi gün takvimler 5 Ekim 2004'ü gösteriyordu. Mevsimsonbahardı. Hüzün ve hazan mevsimiydi. Aslında her zamanFilistinde dört mevsim hazan, dört mevsim hüzündü.
Kızını kapıda uğurlayan annenin yüreğinde bir sıkıntıvardı. Mana veremediği, sırrına vakıf olamadığı bir sıkıntı… Gitmeye hazırlanan kızını adeti olmadığı halde tekrar tekrarbağrına bastı. Yüzünü, gözlerini öptü. Gece boyunca gördüğürüyalar onu tedirgin etmişti. Kalabalıklar, İman'ın gülümseyenyüzü, tüm vücudunu saran al al güller…
“Anneciğim! Bugün her zamankinden farklı uğurluyorsunbeni” dedi İman.
Gülümsedi annesi.
“Bir tanem. İman'ım. Anne yüreği bu kızım. Büyüyüncesen de anlarsın.”
Yanağında açan gamzelerle gülümseyen iman, annesiniöpüp çalıkuşu misali sekercesine uzaklaştı. Köşeden kaybolanakadar kızını seyreden anne, usulca kapıyı kapatıp içeri girdi.
Hava güzeldi. Güneş, bugün farklı ışıldıyordu. Koşarakgiden iman, yolda birkaç arkadaşına rastlamak umuduylaetrafını süzüyordu. Elindeki çantasını elleri arasındadeğiştiriyordu. Kimseye rastlayamaması, İsrail askerlerininolduğu mevzilere yakın geçmek zorunda kalması onutelaşlandırmıştı.
Ürkek bir ceylan gibi mevzillere doğru baktı. Sol elineağırlık yapan çantasını sağ eline aldı. Küçük adımlarını hız- landırdı. Bir an önce okuluna varmak istiyordu. Okuyacak, doktor olacaktı. İşgalci israil askerlerinin vurduğu çocuklarıtedavi edecek, iyileştirecekti. Kadir ve Rağde'yi düşündü…
Ansızın ayaklarının dibinde tozların kalktığını gördü.“Neler oluyor?” dedi. Uykudan uyanırcasına, paniklendi.
“Aman Allah'ım! Ateş açıyorlar.”
Olanca gücüyle tabana kuvvet koşmaya başladı. Kur- şunlar sağından solundan vızıldıyordu. Ancak fazla gidemedenyere kapaklandı. Toz toprak içinde yuvarlanırken şiddetli birağrı hissetti ayağında. Çok acıyordu. Ağrıyı tüm vücudundahissediyor, ayağa kalkacak mecali kendinde bulamıyordu.
Gözlerinin önünde güzel bir manzara göründü aniden: Bağ ve bahçeler arasında seyrine doyum olmayan yemyeşil birvadi… İçinde birçok çocuk cıvıldaşıyordu. Kimi koşuyor, kimineşe içinde eğleniyordu. Kadir ve Rağde'yi de gördü aralarındael sallıyorlardı kendisine. “Gel!” diyorlardı.
“Burası senin yerin” diye çok güzel bir yeri gösteriyor- lardı.
Gözleri yavaş yavaş kararıyordu. Beyaz önlüklü doktorlargördü. Kendisi de aralarındaydı. Üzerinde tıpkı doktorlarınönlüğü gibi bembeyaz, temiz bir önlük vardı. Çocuklarımuayene ediyor, onlarla şakalaşıyordu.
Fakat neden her yer birden kararmaya başladı? Bulutlargüneşi neden örtüyor? “Anne, baba!... Kadir, Rağde!..” iniltileri arasında göz kapakları yavaşça kapandı. Kendindengeçti.
Gözetleme kulesinden küçük İman'ın vurulduğunugören İsrailli subayın gözleri parladı. “Çocuğuna kadar hepsiniöldürmeli” dedi kendi kendine. Kin ve nefret yüklü yüreğiyletüm Filistinlileri bir kaşık suda boğsa, doymayacaktı. Elindekitelsizden yükselen anonslar onu kendine getirdi.
“Komutan R…, komutan R…, tamam!”
“Ben komutan R… Dinlemedeyim, tamam.”
“Az önce doğu tarafına koşan küçük bir kız çocuğumevzilerimizden birinden açılan ateşle ayağından vuruldu,tamam.”
“10 yaşlarındaki kızdan mı bahsediyoruz, tamam.”
“10 yaşlarındaki bir kız… Hendeğin öte tarafında… kor-
kudan ödü patlamış durumda, tamam.”
“Ben ve diğer asker öldüğünden emin olmak için yanınagidiyoruz. Durum raporu alıyoruz… Ateş açtık ve öldürdük.Öldüğünü doğruluyorum, tamam!”
Komutan, soluğu yerde yatan İman'ın yanında aldı. Küçükkızın hâlâ yaşadığını fark edince elini silahına attı. Küçükİman'ın başına iki el ateş etti. Son bir defa debelenen küçükkızın bedeni ebediyen hareketsiz kaldı.
“Zaten öldüğünü rapor etmiştim,” dedi komutan kahka- halar atarak.
Yanındaki asker böyle bir şey beklemediği için şaşkınşaşkın komutanına baktı. Adeta küçük dilini yutmuştu. Ko- mutanının tekrar silahını otomotiğe aldığını gördü. Zaten öl- müş olan küçük İman'ın üzerine şarjörünü boşaltmak içindoğrulttuğu anda dili çözülen asker, gayri ihtiyari konuştu:
“Ne yapıyorsunuz komutanım? Kız zaten ölmüş!”
Fakat komutan hiç kimseye kulak verecek durumdadeğildi. Bir şarjör dolusu mermiyi küçük İman'ın bedeni üzeri- ne boşalttı. 17 adet mermi küçük kızın henüz soğumamış be- denini kalbura çevirdi.
Körpe bir beden, gözlerini kin ve nefretin bürüdüğü Ya- hudi dogmasının kurbanı olurken, tüm Filistin semasındaküçük İman'ın ağıdı dalga dalga yankılandı.
Bir yaprak daha koparılmıştı dalından. Adı Kadir, adıRağde, adı İman el-Hams olan… Nice masum çocuklar, Filistinde Yahudi zulmü altında zalimce, vahşice koparıldıdalından sessiz sedasız.