Yeni dünya düzenin hedefinin altında yatan projelerden bir tanesi aileye yöneliktir. Önce insanları yalnızlaştırıp asosyal bir hayata alıştırdılar. Dijital dünyanın sarhoşluğuna kapılan insanların ellerindeki telefon en önceledikleri husus oldu. Bu durum kapıların birbirine kapalı olan odalardan gönüllerin de birbirine uzaklaştığı anları doğurdu. Ev, aile fertlerinin her türlü duygularını paylaşıp gülüp huzur bulacağı asli konumundan uzaklaşıp; sadece zaruri ihtiyaçları görülen ve birbirine yabancılaşan aile fertlerine dönüştü.
Bir diğer proje kadın için evin, hapis ve gerçek özgürlüğün dışarıya açılmakla olduğu vurgulandı Modern dünyanın bu algısı kadının ev hanımlığını ikinci plana atarken dışarıda saatlerce patron denetiminde çalışmayı değerli gösterdi. Oysa evler, en güzel anların yaşanacağı sıcak bir yuvaydı Evleri yuva yapan kadındı. Dışarısı kadına özendirilince evler sıcak bir yuvadan çıkıp soğuk duvarların hapsine döndü.
Her iki durumda da amaç evleri yerinden sarsmaktı. Çünkü evler dört duvardan oluşan bir barınak değil, toplumun temeli olan ailenin en güçlü bağlarının atılacağı maneviyatı ve ruhu büyük olan yuvalardır. Evler insan için zaruri ihtiyaçtan ziyade insanın kendini her türlü rahat hissedeceği alanlardır
Evler hapislikten ziyade mahremiyet alanının en büyük özgürlüğünü yaşatır. Hatta bazı toplumsal baskı ve dürtülerden kurtulup kendin olabildiğin anları yaşatandır. Dışarının ve özellikle çalışma hayatının keskin ve katı kurallarıyla kıyaslanınca evdeki özgürlük kadın için nimettir. Nitekim son günlerde iş hayatında olan kadınlardan eve özlem şeklinde itiraflarını sıkça duymaktayız.
Allah insanı bir hedef dolayısıyla dünyaya göndermiştir. İnsan kulluk hedefine doğru giderken fıtratıyla uyumlu olmak zorundadır. Fıtrat dışı bir şeyi benimseyince birçok hususun zıddını beğenir. Evlere de yuva değil de hapis gözüyle bakan insan, fıtrattan uzaklaştığını gösterir. Zira insanın kulluğunu sergilemesi kendisiyle başlar. İnsanın iç dünyasına dönmesi kadar bedenini içinde tuttuğu evi de sevmesi icap eder. O evden oluşacak aile ve yetiştireceği evlatlar kulluk sorumluluğunun ikinci boyutudur. Bir ailenin birbirine kenetlenmesi, dışarıdaki sorunları evde çözüme kavuşturmak, dışarının kasvetini evin mutlu ve huzurlu tebessümüyle dağıtmak evin asli görevlerindendir. Bu anlamda evler yalnızca bir barınak değil nimettir. Nimet şükrü gerektirir. Evin şükrü, eksiğiyle gediğiyle ama o yakalanan huzur ve mutlu anları kavli ve fiili dualarla korumak ve sahiplenmektir.
Çünkü evler insanı hem yağmurdan koruyan hem de dışarının karanlığına ışık yakabilecek motivasyonu elde etmeye sebep olan huzur içeren manevi yuvalardır. Bugün en büyük saldırı evlerimize yöneliktir. Çünkü evlerin manevi kaleleri sağlam olursa onların yapacağı yapay depremlerde de asla yıkıntı olmayacaktır. Ancak çürük evler en ufak bir sallantıda yıkılmaya mahkumdur. Evlerin gözlerde çürütülmesi de en başta hapis rolü biçen bakış açısıyla olmuştur.
Oysa evler Allah'ın emanetidir. İçinde iffetin, ailenin, ahlakın korunması demektir. Resulullah’ın (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) kurtuluşun ne olduğunu soran birine verdiği cevap konumuz açısından önemlidir. “Dilini tut, evinin kıymetini bil, hatana ağla.” (Tirmizî, Zühd, 61)
Evlerin huzur barındıran sıcak bir yuvaya dönüşmesi için de orada Allah'ın hükmünün geçerli olması gerekir. Allah'ın zikredildiği evler, kanaatin, şükrün, saygının, sevginin ve çocuğun ahlak üzere yetiştirilmesi esasınca uygulanmalıdır. Buna dikkat eden insan asıl özgürlüğü evinin içinde sağladığını görecektir.
Evlerin hapislikten çıkıp gerçek fonksiyonlarına dönmesi toplumun da ıslahına vesile olacaktır.
Toplumun her merciinde bulunan insanların ilk adımları evlerin içinde başlar. O ilk adımların önemi, toplumdaki büyük adımların da güvenli ve sağlam olmasını sağlar. Onun için evler bizim dünya hayatındaki en rahat ve en güvenli sığınaklarımız ve bizi biz yapıp dışardaki kasvetten kurtulup asıl huzura kavuşturacak yuvalarımızdır. Sahip çıkmak, korumak, o huzur ve mutluluğu sağlamak asli sorumluluklarımızdan olmalıdır.