Hazreti Âdem’in yaratılıp, Yüce Allah’ın meleklere Âdem’e saygı için eğilin emri ile, o vakitler melekler seviyesinde olup kendisi cin taifesinde olan İblis’in aykırı davranmasından başlayan bir mücadelesi vardır hak ile batılın. Zaman zaman farklı yöntemler denense de tarih boyunca şiddetlenerek günümüze kadar gelmiştir bu savaş. İblis ve avenesi hiçbir fırsatı es geçmez, en küçük bir ihtimali dahi dener, her delikten girmeye çalışarak ifsat etmeye çalışırinsanlığı. Her çağda farklı bir yol ve yöntem deneyen bu tayfa modern çağda, geçmişte denedikleri yöntemlerin toplamı ile mücadelelerini vermektedirler. Fuhuş, haksızlık, zulüm, sarhoş edici gıdalar, puta tapıcılık, mal ve dünya sevgisi, bu yolların hepsi ile hakkın karşısında durmaktadırlar. Ancak bütün bunlarda işlerini kolaylaştıran öyle bir hamleleri var ki onunla bütün diğer yolları rahatça açmaktadırlar. Hedeflerine daha kısa sürede ulaşmaktadırlar O da insanı kötülüklerin genelinden muhafaza eden, insanı koruyup saran aile kurumudur. Onun sağlamlığı insanın, insanlığın sağlamlığıdır, onun zayıflığı insanın ve insanlığın çöküşüdür.
Yüce Allah (Celle Celaluhu) ilk insanın yaratılışıyla beraber ona bir eş de yaratmıştır. “Kendileri ile huzur bulasınız diye sizin için türünüzden eşler yaratması ve aranızda bir sevgi ve merhamet var etmesi de O’nun (varlığının ve kudretinin) delillerindendir. Şüphesiz bunda düşünen bir toplum için elbette ibretler vardır.” (Rum Suresi, 21. Ayet) Ayetin ifadesi ile eş olmanın temelinde huzur bulma vardır. Huzura ermenin de yolu sevgi ve karşılıklı merhametten geçmektedir. İşte iki insanın sevgiyle, saygıyla merhametle bir araya gelerek huzurla meydana getirdikleri oluşuma aile denilmektedir.
Aile, toplumu bir arada tutan, toplumun sağlam kökler üzerinde geleceğe ulaşmasını sağlayan kurumdur. İnsanın insan olmasının, Hak ile beraber olmasının teminatıdır aynı zamanda. Ondandır ki İblis ve dostları özellikle mücadelelerini bu alanda yoğunlaştırmaktadırlar. Çünkü aile ifsat oldu mu gerisi çorap söküğü gibi arkasından gelecektir. Eşlerin mutlu olmadığı, çocukların kendilerini güvende hissetmedikleri, sadece dört duvardan müteşekkil yer, insanın huzur bulduğu, çocukların kendilerini güvende hissettikleri yuva olmaktan çok uzaktır. Dört duvar ve bir çatıdan oluşan yer ev olsa da hane değildir. Han olur ancak orası, insanların girip çıktığı, günlük ihtiyaçlarını karşıladığı, başını yastığa koyup uyuduğu, karnını doyurduğu han. Hane ise neşe yeridir, aynı sofra etrafında bir araya gelen fertlerin muhabbet ettiği, birbirini gördüğü, sıkıntı ve sevinçlerini paylaştığı yerdir. Anne, baba, çocuklar ve varsa diğer aile büyüklerinin zaman zaman sorunlar yaşasalar da yine bu sorunları beraber çözdükleri, zorlukları beraber aştıkları, birbirlerinin hem dünya hayatlarını süslediği ve hem de ebediyet yurdunun mutluluğu için destek oldukları yer bir ailenin çatısı olur ancak.
Dedik ya şer odaklarının hedefinde aileyi dağıtmak vardır diye. Çünkü biliyorlar ki ailesinden kopan bir çocuk kolay lokmadır artık. Ailesinden kopan bir erkek kolay lokmadır. Ve ailesinden kopan bir kadın kolay lokmadır. Evvela süslü sloganlarla, özgürlük vaatleriyle, kadın hakları, çocuk hakları maskelerinin ardına saklanarak, sağ yanlarından, iyiliklerini önceledikleri imajıyla yaklaşırlar. Oysa o kişi eğer İslam’ın kendisine tanıdığı haklardan haberdar olursa, bilir ki onların sunduğu sadece gerçeğin suni bir versiyonudur. Yansımadır sadece, surettir. Böylece gerçek, capcanlı gül dururken yapayına özenmez, ondan koku almaya çalışmaz. O bilinçle aile yuvasına sıkı sıkıya sarılır. O şerrin hiçbir şekilde hanelerinden değil girmesine, yakınından bile geçmesine müsaade etmez.
Geçici, bir ve oyun ve eğlenme yeri olan şu fani dünyada insanın mutluluğundan olan kaç şey vardır ki? Resullullah’ın (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) cevabı şöyledir bu soruya, “Üç şey insanoğlunun mutluluğundan, üç şey de insanoğlunun bedbahtlığındandır. İnsanoğlunun mutluluğundan olan şeyler; iyi huylu bir eş, oturmaya müsait bir ev ve uygun bir binektir. İnsanoğlunun bedbahtlığından olan şeyler ise kötü huylu bir eş, kötü bir ev ve kötü bir binektir.” (Ahmet İbni Hanbel) İyi huylu eş hem kişinin kendisi için hem çocukları için hem de diğer aile ferleri için nimettir. Hem de öyle bir nimet ki kişin dünyasına huzur, ahiretine ise nur getirir. Ondandır ki hem, “Sana (Allah yolunda) ne harcayacaklarını soruyorlar. “De ki: Maldan harcadığınız şey, ebeveyn, yakınlar, yetimler, fakirler ve yolcular için olmalıdır. Şüphesiz Allah yapacağınız her hayrı bilir.” Bakara Suresi 215. ayet-i kerimesi hem de Resul-i Ekrem’in (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) “Bir Müslüman, sevabını Allahtan umarak çoluk çocuğuna bir harcama yaparsa, bu onun için bir sadaka olur.” (Buhari) hadisi haber veriyor ki, kişinin ailesine yaptığı harcamaları dahi Allah rızası için yapılan infakın içerisinde değerlendirilir. Hatta şu hadis-i şerif ile ailesini korurken hayatını kaybetmesi durumunda şehit olacağını haber vermiştir. “Malını savunurken öldürülen kişi şehittir. Dinini savunurken öldürülen kişi şehittir. Canını savunurken öldürülen kişi şehittir. Ailesini savunurken öldürülen kişi şehittir.”(Tirmizi)
Onun için de günümüz modern (!) çağında hanelerimizin mahremiyetini muhafaza etmek her zamankinden daha elzem bir durum olmuştur. Herkesin her şeye zahmetsizce, kısa sürede ulaştığı bu çağda eğer tedbirler sıkılaştırılmazsa şeytan ve avenesine zahmetsiz elde edecekleri bir başarı sunulmuş olur. Hemen hemen her gün şahit olduğumuz, duyduğumuz olaylar bunu kanıtlar vaziyettedir. Onarılması mümkün olamayan bir yıkım yaşar haneler. Bu öyle de bir yıkım olacak ki sel sularının iyi kötü demeden her şeyi önüne katıp götürmesi gibi herkesi sürükleyip, perişan edecek bir akıntı ve yıkım olacak. Necaset eteklerimize bulaşıp hanelerimizin en mahrem yerlerine girip daha fazla kirletmeden gaflet uykusundaki hülyalardan uyanmanın vakti geldi de geçiyor.