Modern psikolojinin insan ruhuna yönelik araştırma ve tespitleri, psikoloji alanındaki eğitimlerin hâkim öğretisi durumunda. Başta Sigmund Freud’un Psikoanalitik kuramı olmak üzere birçok öğreti,eğitim alanlarımızı yönetmektedir. Yaklaşık bir asır boyunca da bu öğretilerin pratiğe yansıtıldığı gerçeğiyle karşı karşıyayız. Özellikle son asrımız, yeni kurulan devletler ve onları yöneten rejimlerin deneme asrı oldu. Hal böyle olunca da öncesinde denenmeye koyulan her rejim, kuram ve teorinin hayata uygunluklarının sonuçlarını görme imkânımız oluşmaktadır. Özellikle psikoloji ile ilgili her alanda da Freud psikolojisinin olumlu ve olumsuz sonuçları da gözlenebilmektedir.
Söz konusu kuram özellikle kurucusunun kişisel hayatı ile toplumsal gözlem ve deneylerinin bir ürünü olarak karşımıza çıkmaktadır. Dolayısıyla direkt insandan yola çıkan bu kurucunun kendi yaşadığı toplumun şekil ve özellikleri çok önemli olduğu halde bu kuramın meydana gelmesindeki bu çok önemli etken hep gözden kaçırılıp yine de uygulama sahasında etkin olmasında bir beis görülmeyerek her toplum için uygulanabilir olduğuna hükmedilmiş ve uygulanmıştır. Freud, insan psikolojisinin ömür boyu kendini yenileyebilen ya da değişip dönüşebilen dinamik özelliğinin aksine; insan yaşamının belirli dönemlerinde özellikle de çocukluk çağında oluşup tamamlanan, sonraki dönemlerden de hiç etkilenmeyen statik bir gelişim psikolojisi temeli atmıştır. Bu yönüyle insan, çocukluk döneminin dolayısıyla da kendisinin dışındaki çevrenin etkisindedir. Daha sonraki gelişim evrelerinde oluşan ve olgunlaşan irade ve bilincin kendisinde inşa edilen bu şahsiyete bir etkisi de bulunmamaktadır.
Bir kısım yönleriyle haklı duran bu kuram ve öğretilerle yetişen bir nesil şimdi karşımızda durmaktadır: Sürekli geçmişini yargılayan, anne-babasını sorgulayan, gelenek, kültür ve hatta dinini suçlayan; gayretsiz, emeksiz, gayesiz ve zayıf iradeli bir nesil. Evet! İnsan ömrünün tamamını etkileyen birkaç yıllık evrenin insan hayatına sunduğu kazanımların bunlar olması da kaçınılmazdır elbette. Çünkü kişinin bizzat kendisinin irade, bilinç, buluğ ve rüşt imkânlarının olmadığı bir dönemde kendisine yerleştiren her ne ise onunla varlığını oluşturduğu bir yetişme tarzının başka bir sonucu beklenemezdi.
İnsanı harekete ittiren içsel kuvvelerin ve ahlakın temelinin, kişinin çocukken yetiştiği ortamda oluştuğu elbette doğrudur. Nitekim Hazreti Peygamber de (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) “Her doğan, İslam fıtratı üzerine doğar. Sonra, anne-babası onu Hristiyan, Yahudi veya Mecusi yapar.” (Buhârî, Cenâiz 92; Ebû Dâvut, Sünne 17; Tirmizî, Kader 5) diyerek bunun doğruluğuna işaret etmiştir. Ancak bu yetişmenin hayatın sadece bir evresinde oluşup tamamlanması yaşamın geri kalan yıllarını maziye mahpus yıllar olarak bırakmaktadır. Eğer bir insanın ruhsal gelişimi sonradan devam etmeyecekse hayatta mücadelenin gayretin, emeğin ve arayışın da bir manası olmayacak ve bunlara gerek de kalmayacaktır. Fakat bu kuram hayatın gerçekliğiyle ne yazık ki örtüşmemektedir ve bu kuramla yetişen nesli geçmişine, anne-babasına düşman etmektedir/etmiştir. Hâlbuki hayatı her daim taze tutan öğretilerle insan psikolojisi tanımlanmalıdır. Yaş her ne olursa olsun kişinin kendisinde meydana gelen hataları, kusurları eksikleri değiştirme, onlardan vazgeçme, kendini değiştirme ve geliştirip kusurlu yönlerini tedavi etme gibi olanaklar mevcuttur. Bir hata yapıldığında pişman olup tevbe etme gibi davranışların insanı dönüştüren yönleri bulunmaktadır. Suçu meydana getiren unsurlardan birinin de irade olduğu unutulmamalıdır. Ancak özgür iradenin hiç olmadığını savunan bu savunmacı görüşler irade terbiyesinin de mümkün olmayacağını ileri sürerek sürekli hataları ve suçları çoğaltmaktadır. Bu tarz dinamik bir düşüncenin varlığı hem yüce dinimizin öğretilerinde hem de fizik âleminin bizzat içinde bulunmaktadır. Tüm bu alternatif gelişim öğretilerinin yanında yaklaşık bir asırdır üzerimizde denenen Freud psikolojisi; yıkıntılar arasında bocalayan, harabeler arasında dolaşıp da eğilip bir taşı önünden kaldıramayacak halde mecalsiz bir nesil ortaya çıkardı. Kendisinin negatif yönlerini geçmişi suçlayarak devam ettiren, karakterinde ve ahlakında görünen menfilikleri ailesini suçlayarak sürdüren bu nesil zamanla menfaatçi, işine geleni alıp işine gelmeyeni mazinin sırtına yükleyerek ilginç bir hayat tarzı geliştirdi. Söz konusu kendisini ailesinden aldığı huy, karakter ve ahlakla tanımlayan bir genç eğer bu yönleri menfi ise ailesini suçlayabilirken hoşuna gitmeyen ve işine gelmeyen bir özelliği de devam ettirmeyebiliyor. Annesinin başörtüsünü, eteğini, babasının sakalını, emeğe dayalı mesleğinikendi hayatında taşımayıp devam ettirmeyebiliyor. Bunları terk edebildiğini ve eleştirebildiğini dolayısıyla beğenmediği durumlarda iradesini kullanabildiğini görebiliyorken; hata, kusur ve eksiklerini de yine eleştirel bir bakış açısı geliştirip gayret ile bunların da üstesinden gelebileceği hatırlatıldığında bunun mümkün olmayacağına kendini inandırabiliyor. Zayıf iradenin, bilinçsiz bir yaşamın getirdiği rahat yaşam tarzı ne yazık ki gençleri gerçekler karşısında kaygısız ve gayesiz yapabilmektedir.
Görünen gerçeklikleri ve yetiştirildiğimiz eğitim sisteminin bize bıraktığı bu kötü mirası derhal tanımalı ve tedbirler geliştirmeliyiz. Bir asırdır deneme tahtası olan nice milletlerin bu kalkınma ile insana gerçek değerini yeniden tanıtması ve gerçekten insan tabiatına uyan kuramlarla insana faydalı olunması zaruridir.