Bencil kelimesi, sözlüklerde, yalnız kendini düşünüp çıkarlarını herkesin çıkarlarından üstün tutan anlamına geldiği ifade edilir. Bencillik, başkalarını umursamadan yaşayan, kendisini diğerlerinden üstün, farklı ve öncellikli görme; arzu ve ihtiyaç mevzubahis edildiğinde ise ilk olarak kendini düşünmesi, çıkarları doğrultusunda, menfaatleri uğruna etik ve ahlaki olmayan davranışları mübahlaştırmayı meşru görme gibi anlamları ihtiva eder.
Batı kültür ve düşünce havzasından neşet eden “ego”, insanın kendini merkeze koyduğu “ben”dir. Ego sözcüğüyle türetilen ve farklı anlamlar içeren kelimelerin bencilik anlamında kullanıldığı görülür. Bazı kavramların şu şekildedir:
Ego = ben
Egoistlik, egoizm = bencillik
Egosantrik = benmerkezci
Egosantrizm = benmerkezcilik
Egotizm = benlikçilik
Felsefî tartışmalarda, egoizm, normatif bir şekilde açıklanır. İnsanın bütün eylemlerini ben sevgisiylebelirlediğini ve ahlaklı olmanın yalnızca kişinin kendini koruma iç güdüsüyle hareket etmesi gerektiğini ve bunun da normal bir motivasyon sebebi olduğunu iddia eder.
Yüce Kitabımız ve kılavuzumuz Kur-an’ı Kerim’de insanın bencilliği çeşitli şekillerde ifade edilir;
“Nefisler cimriliğe ve bencilliğe eğilimlidirler” (Nisa Suresi, 128. Ayet)
Münafıkların benmerkezci tavırları ile Hendek savaşındaki, kendilerini merkeze koyma, bencilliklerini aşikâr eden huylarını frenleyemediklerini, zorlukların bencil davranışlarını aşikâr ettiğini şu ayetle öğreniyoruz;
“(Geldiklerinde) Size karşı’ Cimri ve bencildirler’. Şayet korku gelecek olsa, ölümden dolayı baygınlık çökmüş kimseler gibi gözleri dönerek sana bakmakta olduklarını görürsün Korku gidince, hayra karşı oldukça düşkünlük göstererek sizi keskin dilleriyle (eleştirip inciterek) karşılarlar. İşte onlara iman etmemişlerdir, böylece Allah onların yaptıklarını boşa çıkarmıştır. Bu Allah’a göre pek kolaydır” (Ahzap Suresi, 19. Ayet)
“Kim nefsinin cimri ve bencil tutkularından korunmuşsa işte onlara, felah bulanlardır.” (Haşr Suresi,9. Ayet)
Gerçekten, insan, ‘bencil ve hırslı’ olarak yaratıldı. (Mearic Suresi, 19. Ayet)
“Biz insanlara bir rahmet taddırdığımız zaman, onunla sevinirler; kendi ellerinin takdim ettiği dolayısıyla onlara bir kötülük isabet ettiğinde, hemen umutsuzluğa kapılırlar.” (Rum Suresi, 36. Ayet)
Nimet, Allah (Celle Celaluhu) tarafından insana sunulan bir lütuftur, fakat insan kendinin bencil ve hırslı özünü terbiye etmediği takdirde bunun kendi çabasının sonucu kazandığı intibasına kapılarak kendini kandırır ve bu da gizli şirk denilen bir dehlize insanı hapsedebilir.
Terbiye edilmeyen ve insanın özünden koparması mümkün olmayan bencilik nefsaniyetin bir ürünü olduğu için aşırı kişilik bozukluklarına neden olabilir. İnsana bir imtihan vesilesi olarak verilen zaaflar, bir üst mertebeye yükselmek için verilen basamaklar hükmündeyken; terbiye edilmedikleri takdirde birçok ahlaki zaafın fitilini yakar, insanın özündeki en sıkıntılı yönlerinden biri olan bencillik insanı söndürülmesi gittikçe zorlaşan bir yangına iter.
Yukarıdaki ayetlerde belirtidiği gibi insan bencil bir varlıktır ve bu özellik (nitelik) sürekli insanla birlikte, kendisine iştirak etmektedir. İnsan benliğinin bir parçası olarak bencilliğin hayra kanalize edilmesi elbette ki mümkünat kabilindedir.
Bencillik, özü itibariyle, hayatı korumaya yönelik doğal bir eğilim, ihtiyaçların hızlı bir şekilde gidermesini yönlendiren tabii bir duygudur ve bu yönüyle de işlenmesi, eğitimden geçirilmesi gereken bir özellik, öz bir vasıf olarak görülür.
Kişinin kendisinden başlayarak düzelmeye ve temizlenmeye niyet etmesi, insanı hayra ve güzelliğe yönelten bir bilgiyle karşılaştığında ilk kendinden başlaması insanı olumsuz bir huy gördğünde kendisine özeleştiri yaparak kendini merkeze koyarak iyileşmeye çalışması fıtraten bulunan ben duygusunun hayra kanalize edilmesine örnek teşkil edebilir.
Fıtratımızda bulunan imtihan vesilesi olarak insanı verilmiş huylar, yine Peygamber (Sallalahu Aleyhi Vesselam)öğretisi ile adil bir dizgede yerini bulabilir, makul ve makbul çerçevede kendini gerçekleştrebilir. Öyle bu bilkuvve imkânı nezaret ederek ve bu sebeple kıblemizi, bizi özümüze çevirimde biricik rehberimizPeygamber’e (Sallalahu Aleyhi Vesselam) yönlendirdiğimizde insani duyguları pekiştiren ve insaniyet, makuliyet, samimiyet artıkça; egosantrik kavrayıştan uzaklaştıkça teslimiyetin artmasına götüren “isar” gibi güzel bir duygunun alışkanlık haline getirildiği ve uygulandığı görülecektir.
İsar; tercih etmek anlamına gelen, başkasının yararı için fedakârlık yapmak, var olan imkanlarını karşılık beklemeden başka insanların yararına sunmak, hatta kendini başkasına tercih etme gibi anlamlara gelir.
Benciliğin tedavisi ve frenlenmesi empati, diğergamlık; yani isar’ı alışkanlık haline getirmek ile mümkün olabilir. İsar kavramının Kur-an’ı Kerim’de 5 ayrı ayette tercih etmek anlamında kullanılır. Peygamber’in (Sallalahu Aleyhi Vesselam) hayatına bakıldığında Medineli Ensar’ın İslam ahlakına yakışan kuşanılmış bir isar duygusu ile Mekkeli muhacirlere sahip çıkarak her türlü konuda diğergamlıklarını sergilediklerine şahit oluruz.
Peygamber “Resûlullah kendisinden bir şey istendiğinde asla ‘hayır’ demezdi.” (Müslim, Fedâil, 56)ahlakının bir unsuru olan İsar, benciliği makuliyet, makbuliyet ve samimiyet (ihlas) çerçevesinde tedavi eder. İnsanı bencillikten kurtararak onu terbiye ederek eğitir. Böylece başkalarını düşünmeye sevkeden bir yüce gönüllülük imkânı sunar.
“Kendilerinden önce o yurdu (Medine'yi) hazırlayıp imanı (gönüllerine) yerleştirenler ise, hicret edenleri severler ve onlara verilen şeylerden dolayı içlerinde bir ihtiyaç (arzusu) duymazlar. Kendilerinde bir açıklık (ihtiyaç) olsa bile (kardeşlerini) öz nefislerine tercih ederler. Kim nefsinin 'cimri ve bencil tutkularından' korunmuşsa, işte onlar felah (kurtuluş) bulanlardır.” (Haşr Suresi, 9. Ayet)
İnsanın görüş ufkunu kapatan bencillikten kurtulmanın yegâne çaresinin Kur-an ve Sünnette olduğunun bilinciyle, insana uzatılan kurtuluş çaresinin reçetesinin İsar olduğu farkındalığında, iradelerin bir hayat tarzı olarak Allah (Celle Celaluhu) rızasını hedefleyerek yüksek bir ahlaka sahip olabilir.
Dünya hayatı, insanın sadece kendisi için yaşanılacak bir ortam olarak değil, bilakis kendin için yaşarken başkasını, insanlığı da yaşat ve ulviliği yakala imkânı olarak verilmiştir. Ulviliği ve insanın özünü yakalamasının imkanına ilişkin Hazreti Peygamberin meşhur şu sözü ile oldukça kapsamlı olan mevzumuzu sonlandırabiliriz:
“Sizden biriniz kendisi için istediğini mümin kardeşi için de istemedikçe iman etmiş olmaz.” (Tirmizî, Sıfatü’l-Kıyâme, 59)