Ahlakın öneminin gittikçe yükseldiği bir dönemde öne çıkan konulardan biri de ahlakın kaynağıdır. Çünkü insan aklı ahlakın değerini sorguladığı kadar kaynağını da sorgulamaktadır. Bu nedenle ahlakın kaynakları arasında gösterilen ancak bilimsel veriler ışığında kanıtlanamamış olan din olgusu da derin tartışmalar içine alınmaktadır. Ahlak ile dinin sıkı ilişkisi gözden kaçmamakla beraber bu ilişkinin kaynak-unsur ilişkisinden çok birbirinden beslenme ilişkisi şeklinde açıklanması ise tarafımızca eksik bir değerlendirme olarak yorumlanmaktadır. Zira ahlak ve din hem birbiri ile yakından ilişkilidir hem de her biri diğerine göre kaynak mesabesine dönebilmektedir. Dolayısıyla din, ahlakı gerektirdiği gibi ahlak da dini gerektirmektedir. Bu ikisi arasındaki bir ayrılık söz konusu olduğunda her ikisinin de içerisinde eksiklikler ve yarımlıklar meydana gelmektedir. Ahlak ile dinin birbirinden ayrı olduğunu savunarak ifrata, din ahlak içindir sloganı ile hareket ederek de tefrite düşen bazı yorumlar her iki konuyu da akim bırakarak mevzunun doğru anlaşılmasına engel olmaktadır. Bu nedenle dini ahlaktan ayrı tutan bazı çevrelerde bu hükümlerini desteklemek için dindar olup aynı zamanda ahlaksız olan insanları örnek vermektedirler. Söz gelimi namaz kılıp da yalan söyleyen, oruç tutup da üç kağıtçılık yapan, tespih çekip de dolandırıcılık yapan, hacca gittiği halde kul hakkı yiyen insanlar üzerinden bu hükmü güçlendirmeye çalışmaktadırlar. Öncelikle verilen örnekler üzerinden bir algı çalışması yapıldığını söylemek de yarar var zira hakikatte din, ahlakın hem kaynağı hem de müeyyidesidir. Kabaca tarif etmek gerekirse ahlak insan davranışlarına yön veren bir kıstas iken din, bu kıstasın uygulama sahasındaki müeyyidesi olmaktadır. Ahlakın uygulandığı zamanlarda ödül, uygulanmadığı zamanlar da ise dünyevi ve uhrevi cezalar vermektedir. Bu şekilde ahlakın kontrol edici mekanizması, denetleyen ve yaptırım uygulan yönü olmaktadır. Dinin ahlak açısından ortaya çıkan bu fonksiyonu doğal olarak dini toplum üzerine de hâkimbir unsur yapmaktadır. Bu da doğal olarak dinin kurumsallaşmasını gerekmektedir. Kurumsal olmayan bir yapının ahlak üzerindeki etkisi de geleneksel yaptırıma indirgenmektedir ki günümüzde bu geleneksel yaptırımlar dahi işlevsiz bir hale gelmiştir. O yüzden namaz kılıp da yalan söyleyen bir insan için ne dini ne de toplumsal bir yaptırım bulunmadığından din ile ahlak arasındaki bağ da zayıflamıştır. Ancak bu bağın zayıflaması, ortadan kalktığı manasına gelmemektedir. Zira bu durumda da yaptırım dini olandan, toplumsal olana; toplumsal olandan da kişilerin tek tek vicdanlarına inerek yine bir rahatsızlık oluşturmaktadır. Namaz kılıp da yalan söyleyen kişi hem kendi vicdanını hem de namaz kılan diğer insanların vicdanını rahatsız etmiş olmaktadır. Amellerindeki ahlaksızlığın dünyevi manada bir yaptırımını göremese de vicdanen ve ahiretteki yaptırımını düşünerek yine de bir rahatsızlık duymaktadır. Fakat günümüzde bilimsel alana konu olamayan vicdan ve ahiret inancı ile açıklamaya çalıştığımız bu delil pek de itibar görmemektedir. Ancak yine tekrar edelim ki bilimsel verilerle açıklanamayan hiçbir şey delil olmaktan uzak olamayacağı gibi tek delil olarak bilimsel verileri esas almak da doğru olmamaktadır. Zira hayatın hakikatleri içerisinde somut olgular olduğu gibi soyut olgular da bulunmaktadır.
Öte yandan Reşat Nuri Güntekin’in Yaprak Dökümü adlı ölümsüz eserinden bir çıkarım yapmak mümkündür zira eser toplumsal öğretilerin bir yansıması mesabesinde ilginç örneklikler vermektedir. Eser, romanın başkahramanının son derece ahlaklı bir insan olmasına rağmen ahlakın; her evladının nezdinde ayrı ayrı algılanmasını ve ortak bir müeyyideye sahip olmayan bu ahlak anlayışlarının doğurduğu feci sonucu anlatmaktadır. Ahlakın kişisel bir nesne gibi algılanması neticesinde ortaya çıkan huzursuzluklar ve infialler etrafında dönen bu kurguda sebebi bilinmeyen ahlaksızlıklar dizisi bir ailenin saçılıp darmadağın olmasına neden olmaktadır. Özellikle eserin son yıllarda diziye aktarılmış versiyonunda ahlak ile din arasındaki ayrımın ne kadar büyük bir fecaat oluşturduğu (fark edilmeden) çok güzel bir şekilde yansıtılmıştır. Eseri ve eser bağlamında çekilmiş dizi ve filmleri dikkatle inceleyen her göz şunu iyice anlamaktadır ki: ahlak tek başına bir huzur kaynağı olamamakta ve dinin sevap, günah, ahiret korkusu, haya, iffet, fedakârlık gibi öğretileriyle birleşmediği sürece insan hayatına fayda sağlayamamaktadır. Evlatlarının her birinin isteğini kendi hevesleri doğrultusunda gerçekleştirmek için yalanlar söyleyen bir annenin (Hayriye Hanım) ahlakı otoritesiz bir hayat oluşturmaktadır. Zamanın maddi sıkıntıları içerisinde bocalayıp bunu çalıştığı yerin kasasından zimmetine para aktararak çözmeye çalışan bir abi (Şevket) şartlara göre şekil alan iradesiz bir portre çizerek, bir karakterdeki kaymaları temsil etmektedir.Kardeşini kıskandığı için onun nişanlısı ile kaçan Necla kendi ahlak anlayışında bir başkasının sınırlarını en son raddede çiğneme sınırsızlığını kendinde mübah görme hastalığını temsil ederken, kardeşlerinin ahlaki çöküntülerini, anne-babasının naçar durumlarını ve otoritesizliğini kaldıramayan Fikret, ailesinden habersiz evlenerek kaçar gibi evi terk etmektedir. Tüm bu örneklikler içerisinde hissedilen bir eksiklik vardır ki o da başta anne baba olmak üzere her biri ahlakı çok iyi olan bu fertlerin dini hassasiyetlerinin olmaması durumunda ahlaklarının onları bir çıkmazdan alıkoymaya yetmediğidir. Bünyede meydana gelen her istek ve arzu onu gerçekleştirecek bir imkân gerektirmektedir. Din ile bütünleşmeyen bir ahlak için imkân kavramı çok da önemli olmayacaktır. Çünkü burada ahlak kişisel olarak kalmakta ve bünyesindeki insanın mutlu olmasıyla yetinmektedir. Dışarıya karşı bir sorumluluk oluşturmamakta ve bu da birbirinden bağımsız hayatlar, sadece kendini düşünen nefisler meydana getirmektedir. Eğer sadece ahlak ile yetinilirse Ali Rıza Bey’in içine düştüğü buhran ortaya çıkmaktadır. Zira sadece ahlak insan için bir durdurak olmamaktadır. Bunun yanında dinin yaptırımı ahlakın kenarına bir sınır çekerek onu dizginleyecektir. Bu dizginin olmaması durumu ise her bir ferdin bir yaprak misali zamanla dalından kopmasına neden olacak ve üstelik o yapraklar çamurun içine düşecektir.