Bismillahirrahmanirrahim
Bu dünya üzerinde kaç vakitten beridir yaşam sürdürmekteyiz? İnsanlık bunun net bir bilgisine henüz ulaşamamıştır. Bu konu ile ilgili ilahi fermanlarda da bir malumat yoktur. İnsanoğlu Rabbinin kendisine verdiği akıl nimetini kullanarak bu mevzularla ilgili bazı sonuçlara, bazı bilgilere vakıf olmuştur. Bu bilgilerdendir ki bu serüven ne zaman başlamış olursa olunsun, insanoğlu hep bir yuvada sürdürmüştür hayatını, gözlerini bir yuvada açmıştır dünyaya. Ve hayatı boyunca da hep bir yuvada bulmuştur huzuru, mutluluğu. Çünkü yuva,sığınaktır, yuva hüznünü de mutluluğunu da acısını da, tatlısını da sığdırdığı yer olmuştur insan için. Sadece insan için mi? Yaşam sürdüren her canlı için yuva, vazgeçilmez unsurdur. Bazen bir ağaç kovuğu, bazen derin suların karanlığı, bazen yerin altı… Nerede, nasıl olursa olsun o canlı için en değerli yerdir orası. Tıpkı insan için olduğu gibi.
İnsan için ev, bazen bezden yapılmış bir çadır oldu, bazen bir mağaranın derinlikleri, bazen kara taşların üst üste eklenmesi ile yapılan basit yapı, bazen de en sağlam duvarlarla inşa edilmiş çok katlı dayanıklı yapılardan oluştu. Kimi zaman bir dağın tepesine kondurdu onu, kimi zaman bir çölün ortasına, kimi zaman ince ince akan bir akarsuyun kenarına ve kimi zaman da bir denizin sahilinde inşa etti. Nerede olursa olsun, hangi malzemeden yapılmış olursa olsun, orada yaşayanların birbirlerine karşı tavırları, orayı ya sadece bir barınak, bir ev yapar ya da acı tatlı hayatın paylaşıldığı, yaşamın el birliği ile yürütüldüğü yuvaya dönüşür.
Evin yuva olması için illaki dört duvarla çevrili olmasına gerek de yoktur. İnsanın sevdikleriyle, ailesiyle yaşadığı her yer onun için bir hanedir aslında. Bugün nice gökdelenler yapılmıştır, içleri lüks eşyalarla döşenmiş, göz alıcı dekorlarla süslenmiş, lakin ne yazar ki orada yaşayanlar için bir hane olamamış, bir yuva statüsüne kavuşamamıştır. Oralarda çoğu defalar aile fertleri birbirlerini görmeden sabah erkenden evden çıkar, akşam farklı saatlerde yine birbirlerini görmeden gelir, bazen bir şeyler yer, bazen de yemeden uyuyacağı yere uzanıp uyur, sabah aynı döngü ile yıllarını geçirir dururlar.
Günümüz evlerinde anne babalar evlatlardan, evlatlar anne babalardan habersiz zamanı tüketir oldular. Aynı sofra etrafında toplanmayınca, aynı ortamda zaman geçirilmeyince hane halkı olmanın ne ehemmiyeti kalır ki? Aynı oteli paylaşan, aynı otobüsü paylaşan insanlar ile ne fark kalır ki arada? Hâlbuki insanın kişiliğinin şekillendiği, karakterinin temellerinin atıldığı yerdir yuvası. Yaşam gayesini anlayabilecek, o yolda ilerleyebilecek bir bilinçle mi büyüyecek, yoksa gayesiz ve hedefsiz bir birey mi olacak insan, onun ilk sinyallerinin alındığı yerdir yuvası. Belki akan çatısı vardır, belki sıvaları dökülen duvarlara sahiptir. Belki penceresini kapatacak perdesi yoktur. Oradaki çocukların bırakın kedisine ait bir odasının olması kendisine ait bir yatağı bile yoktur belki. Tek bir yorganın altında birbirlerine sarılmış vaziyette yatan kardeşler vardır belki… Belkileri çoğalsa da eğer sevgi hâkimse, saygıdan ödün verilmiyorsa, bir lokma da olsa paylaşılıyorsa o hanede işte orası en kıymetli evdir, hanedir, yuvadır. Dört duvarı, bir çatısı, kapı ve pencereleri olan her yer ev olarak isimlendirilebilir, lakin bu özelliklere sahip olan her yer yuva olamaz. Asrımızda istekler ihtiyaçlardan daha önemli hale geldi. Daha fazla kazanma hırsı insanı pençesine alan bir canavara dönüştü. Bu canavar insanın hem gönül evini hem de dışarının kirini, pisliğini arkasında bıraktığı dünya evini gün geçtikçe pençelerinin arasında sıkıştırmaya devam etmekte. İnsan, onun için neleri feda ettiğini ise yolun sonuna geldiği vakit ancak anlar. Ne acıdır ki o zaman da dönüşü olmayan bir pişmanlığın ıstırabını yaşar.
Aynı evde yaşasa da aile bireyleri birbirlerinden pek haberdar olmadan günlerini geçirirler.Anne babalar geçim derdinde, çocuklar yalnızlıklarını gidermek için farklı sosyal medya platformlarında tanıştıkları kişilerle belki de hiç konuşmamaları gereken konularda koyu sohbetlerdedirler. Her birinin kendi özel alanı da olunca kimse kimsenin alanına bırakın müdahale etmeyi, o alanlarda anlık dahi zaman geçireme hakkına sahip değildir. Zaten artık öyle kalabalık aile ortamları da yok. Çekirdekten de daha küçük aileler türedi. Evler genişledi, konforları arttı artmasına da o geniş ve konforlu evlerde biriken anılar kalmadı. Daha rahat bir yaşam sürme telaşı insanın karakteri olmuştur artık. Hâlbuki ki insan, doyumsuz bir varlıktır. Her güzelden daha güzeli olduğunun, her gün yeni şeyler üretildiğinin de bilincindedirler. Üreticilerin de ürettiklerini haliyle pazarlamanın telaşına düştüklerinden, insanın evinin olmazlarından olduğu fikrini kendilerine aşıladıklarını da itiraf ederler. Zaman zaman eşlerine, çocuklarına hatta kendilerine dahi zaman ayırmadıklarından şikâyetlerinler de bunun çözümüne çaba harcamak yerine, başlarını yine kuma gömüp zaman sermayesini tüketme yolunu seçerler. Oysaki Yüce Allah (Celle Celaluhu) insanı yaratınca dengeyi bozmamasını da emretmiştir. Bozulunca dengesi insanın, evrenin de dengesi bozulur. O denge bozulunca da ne insan kalır ne hanesi ne de evreni. İnsanın; Rabbinin, kendi nefsinin, ailesinin, akrabalarının üzerinde hakkı vardır. Dengenin muhafazası için de her hak sahibine hakkını vermesi icap eder.
İnsanın evi, sadece bu hayatını imar ettiği yer de değildir ki, dört duvardan müteşekkil bir yapı olsun. İnsanın dünya evi, ahiret evinin habercisidir de. Dünya evi kişinin kendisi ve aile fertleri için ahiret azığı hazırladığı mekâna dönüşünce de sığınağı olan yuvasına da dönüşmüş olur. Hani ne diyordu Fahri kâinat olan Allah Elçisi (Sallallahu Aleyhi ve Sellem), “Namazınızın bir kısmını evlerinizde kılınız da oraları kabirlere çevirmeyiniz.” (Buhari, Müslim, Ebu Davud, Tirmizi, Nesai) Her ne kadar eşyalar cansız da olsalar onlara da sirayet eden şeyler olduğu gibi, onlardan da insana sirayet eden şeyler vardır. Onun için de kişi aslen Mü’min bir kul bile olsa evini Allah’a itaate şahit etmeli. Aile efradı o itaate şahit olmalıdır. Yine bu durum ile ilgili şöyle buyurmuştur Resulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem), “Kur’an okunan evin hayrı artar; oturanları sıkmaz. Böyle evlere melekler toplanır, şeytanlar uzaklaşır. İçinde Kur’an okunmayan ev oturanlara dar gelir; böyle evlerin hayır ve bereketi az olur; melekler uzaklaşır, şeytanlar üşüşür. İçinde Kur’an okunan, anlam ve yorumuyla meşgul olunan ev, yıldızların yeryüzünü aydınlattığı gibi, sema ehli için aydınlatılır." (Darimi, Heysemi) Evlerimizi taş ve beton yığınlarından sıyırıp, dünya ve ahiret hayatı için hane yapma gayretiyle…