Korkularından emniyet vererek kullarını rahatlatan El Mü’min olan Allah’a hamd, dostlarının ve düşmanlarının tasdikiyle el emin olan Peygamberine, Peygamber Efendimize salât ve selam olsun.
Ne kadar acayiptir Allah’ın (Celle Celaluhu) işleri. Çeşitli korkuları vesvese silahıyla yönlendiren şeytanla çok muhatap olduğum, güven duygusuna olan ihtiyacımı fazlasıyla hissettiğim bu süreçte sıradaki esmanın El Mümît olduğundan neredeyse emindim. Yazma vakti geldiğinde El Mü’min esmasını gördüğümde “Vallahi Sen Sübhansın.” cümlesi döküldü dilimden. “Korkularımdan emin kıl.” yakarışı eşlik etti bu güzel atmosfere. Zira her an göktaşları düşebilir, zemin ayağımızın altından kayabilir, volkanlar kükreyebilir, bizim zannettiklerimiz gidebilir. Yaptırdığımız bir tahlille, aldığımız bir telefonla, geçirdiğimiz bir kazayla ve daha birçok ihtimalle hayatımız değişebilir. Tüm bu belirsizlikleri güven veren, her şeyi gören,kontrol eden, hükmeden El Mü’min giderebilir.
Kur’an-ı Mûbin’de mü’min kelimesi on dört yerde geçmekte olup sadece bir âyet-i kerimede Allah’ın (Celle Celaluhu) ismi olarak geçmiş diğerlerinde ise insanlar için kullanılmıştır. Allah’ın emin olması sözüne sadık olup vaadinden dönmemesi iken kulun mü’min olması doğru sözlü ve güvenilir olmasıdır. Ayrıca El Mü’min kendisine sığınanları koruyan, kullarını iman nimetiyle şereflendiren, peygamberlerini doğrulayıp tasdik edendir.
Yer çekiminin değerindeki bir değişiklik dünyanın yörüngesinden çıkmasına ve böylece bizlerin uzay boşluğuna dağılmasına sebep olur. Anne rahminin bebek için emin bir yer olması, vücuttaki bağışıklık sistemi ile tehlikelerden korunma, koku ve tat duyularının birlikte çalışmasından kaynaklı bozuk yiyeceği yutmadan fark etme durumları canlıların bir koruma kalkanı altında olduğu bilgisine götürür bizleri. Saniyede 465 metre, saatte 1674 kilometre hızla güvenle seyahat ediyoruz. On bin kilometre kalınlığı ile taştan daha sert bir gaz okyanusunu andıran atmosfer, meteorlara, göktaşlarına, güneşin zararlı ışınlarına, uzayın dondurucu soğuğuna karşı bizleri korur. Bu ve daha nicesi El Mü’min olan ilahımızın madde âleminde bize sağladığı korumalardır. Peki manevi alanlarımızın güven duymaya, korunmaya ihtiyacı yok mudur?
Güven arayışı asli ve temel bir ihtiyaç iken, korku psikolojik bütünlüğün bozulmasından kaynaklanan hastalıklı bir durumdur. Uzun boylu olma basketbol için olumlu bir durum iken korkaklık ruhsal hastalıklara sebebiyet veren olumsuz bir durumu ifade eder. Burada kastettiğimiz bir tehlikeye karşı tedbir almaya götüren korku duygusu değildir. Hastalanmaktan, beğenilmemekten, rızık endişesinden, mevkilerini, sevdiklerini, güçlerini kaybetme gibi olası durumlardan kaynaklanan korkudur.
Hassas, her bir ögenin görevini yapması üzerine kurulu bu sistemin dağılması için parçalardan birinin görevini yapmaması yeterlidir. Bu ve benzeri duyguları, düşünceleri sakinleştirmenin yolu El Mü’min’e sığınmaktır. Düzenli işleyiş için kâinatın O’na ne kadar ihtiyacı varsa insan da “Her şeyin dizgini O’nun elinde, her şeyin hazinesi O’nun yanında.” şuurunda yaşamaya o kadar muhtaçtır. Kuşa plan yapmaksızın ilahi bir ilham ile tam bir güven içinde rızkını arayıp bulduran bir kuvvet vardır zira. Aksi bir bakış açısında bireyde eşyanın ve olayların yerleri altüst olup psikolojik düzen bozulur. Yüksek kaygı, panik, depresyon gibi durumlar yaşanır. Mü’min isminin tecellisi alınır, korku ve endişelerin hücumundan kaynaklı manevi bir cehennem yaşanır. Emniyet duygusu büyük bir nimet olup Mü’min isminin tecellisidir.
Kalplere ekilen iman tohumları ile güven içinde yaşama sağlanmıştır. Aksi takdirde kalbe sızan bencillik insanı kuşatarak güvensizliğe neden olur. Güven ve huzurun tek yolu kalptekişüpheleri ve tereddütleri kaldırıp Mü’min olan Allah’ı yerleştirmektir. Sahibi mekâna oturduktan sonra iman sevilir ve imanın güçlenmesini sağlayan ibadetlere devamda gayretli olunur. Kalp ile yapılan onaylamanın kökü, dil ile tasdikin gövdeyi, işleri ile gereğini yapmanın dalları, yaprakları, çiçekleri, meyveyi işaret ettiği iman, bir ağaca benzetilebilir. Bu ağacın bakımını iyi yapan birey malı, canı, ırzı için sürekli endişe içinde kalmaz. Eman veren de korkutan da O’dur zira. Emniyetin sebeplerini açıklayıp korku yollarını kapatan da O’dur. Esması Mü’min (emniyet veren) olmuş, Muhavvif (korkutucu) olmamıştır. O’na iltica edenlere eman verip hususi himayesine almıştır. Tüm bunların ışığında inananların ayağına taş değmeyeceğini söylemek, imtihanın sırrına ters düşeceğinden doğru olmaz.
Tedavisinde steroit kullanan doktorun daha büyük zararların önüne geçmek gibi bir gayesi vardır. Sistemin mükemmel işleyişine alışılmış, hayat sıradanlaşmış ve bunun neticesi olarak şükür duygusu kaybolmuş, manen ölmüş bireylerin bazı korkularla kendisine gelmesi, sahip değil emanetçi olduğunu unutmaması gerekmektedir. Müslümandan beklenen bu hatırlatmaları talim ve terbiye olarak görüp olandan en az oranda etkilenmesi ve esas hayatına yatırım yapmasıdır. Asıl korkması gerekenin yapıp ettiklerinin neticesine bağlı akıbetinin, ahiret hayatının olduğu bilgisini hayatının şiarı haline getirmesidir. Tıpkı Gazze gibi.
Gazze’de her şeylerini kaybetmiş oldukları ve içinde bulundukları durumu sadece dilemesiyle bir anda değiştirebilecek olan adresi bildikleri halde, O’ndan şikâyetçi olmayışları, hamdedişleri önce Müslümanları hayrette bırakmıştır. Tek dünyası olan Müslümanların bakışı ile iki dünyası olan Müslümanların bakışındaki temel fark burada bariz bir şekilde görülmektedir.
El Mü’min peygamberlerini doğrulamış, tasdik etmiştir. Allah (Celle Celaluhu) insanı sadece inanmaya değil, kendinden geleni de onaylamaya davet eder. Bütün peygamberler emin sıfatına sahiptirler. Hazreti Muhammed (Sallahu Aleyhi ve Sellem) peygamberlikle görevlendirilme öncesinde onu tanıyanlar tarafından “el- emin” olarak vasıflandırılmıştır. Çıkarlarıyla uyuşmadığından onunla savaştıkları, ona suikast düzenledikleri dönemlerde bile düşmanları değerli eşyalarını ona emanet etmekte bir sakınca görmemişlerdir. Aynı peygamber, kapısındaki suikast timine karşın Hazreti Ali’yi yatağına yatırıp emanetleri sahibine teslim etmeyi ihmal etmemiştir. Miraç olayında Hazreti Ebubekir’in “O söylediyse doğrudur.” deyişini de bu minvalde değerlendirmek gerekmektedir.
İnsanların ebedi azaptan kurtulmalarına vesile olanlar, peygamberlerden sonra mü’min ismine en layık olanlardır. Rabbinin isimlerinden biriyle vasıflandırılarak insan onurlandırılmıştır. Görülmesi istenen ahlak böylece telkin edilmiştir. Sözüne, vaadine, ahlakına güvenilir, çevresinde itimat uyandırır bir şahsiyet olması beklenir ondan. “Allah’a ve ahiret gününe iman eden, komşusunu kendi kötülüklerinden emin kılsın.” hadisi ile rota belirlenmiştir. Kaç kapının ardında kendini güvende hissetmeyen, yalnız olan insanoğlu için mü’min bir şahsiyet gönle sürülen merhemdir. İç ve dış tazyiklerin altında uyuşmayı seçmeyip varlığıyla insanlığa güzellik katan mü’min kulun El Mü’min’e olan ihtiyacı ne de çoktur.
“Ey mü’min olan Rabbim! Beladan, fenadan, ateşten, hüzünlerden, elemlerden, kederden, hevamın ve nefsimin tuzağına düşmekten, Peygamberimin sığındığı her şeyden Sana sığınır, istediklerini Senden isterim. Şu ana kadar bin bir ihtimale karşı koruduğun gibi bundan sonra da koru. Bunu Senden başkası yapamaz. Gazze’de de El Mü’min ismini tecelli et. Sana olan güvenimi arttır ki belirsizlikler kalbimde korku bırakmasın.” (Âmin.)