Allah’ın adıyla
Yaşıyoruz. Bazen ağlıyoruz bazen gülüyoruz. Çokça yoruluyoruz ama günün sonunda dinleniyoruz. Bazen üzülüyoruz, acı çekiyoruz; bazen mutluluktan nefessiz kalıyoruz. Hayat dedikleri bir yoldayız. Hiçbir kimsenin durduramayacağı zaman rayları üzerinde giden hızlı bir tren içindeymiş gibi hayat yolunda akıp gidiyoruz. Öyle bir yolculuk ki bu, her an her şeye şahit olabiliyoruz. Bazen gördüğümüz her şey sadece bir yanılgı oluyor bazen güneş gibi apaçık bir gerçek hiç olmadığı kadar. Bazen kapkara oluyor gökyüzü bazen masmavi bulutlar. Bazen korkunç fırtınalar kopuyor yerde gökte bazen yumuşak bazen ninniler fısıldayan bir rüzgâr… Hayat deyip geçiyoruz. Hayattır bu. Öyle ya gelir geçer…
Hayatın ve ölümün rabbine iman eden bizler için birkaç kelimeden mi ibarettir hayat? Her bir sözün, her bir fikrin, her bir mimiğin dahi hesabını vereceğimize iman eden bizler için böyle basit midir hayat? Hayat gelip geçecek elbet ama her şey bittikten sonra ellerimizde kalanlar ne olacak? Yaşadıklarımız sadece biraz kahkaha biraz gözyaşı biraz öfke ve neşeden mi ibaret kalacak? Yoksa yaşadıklarımız, yaşayacaklarımıza sebep ve köprü mü olacak?
Hepimiz, bizzat şahsımıza münhasır imtihanlarla karşı karşıyayız. Hepimiz kendi şahsımıza özel sınavlara tabii tutulmuş bulunmaktayız. Hayat adını verdiğimiz belirli bir süreç içerisinde hepimiz kendi mücadelemizi vermekteyiz. Öyle ki bazen imtihanlarımıza denk düşen, nefes almamızı kolaylaştıran kardeşlerle karşılaşmakta; bazen sınavlarımızı zorlaştıran, nefesimizi ciğerimizde bırakan etken ve şahıslarla karşı karşıya kalmaktayız.
Bazen ağır gelir yaşamak, hayat yolunda ilerlemek an be an. Bazen sırttaki yük ağırlaşır, dizlerde kalmaz derman. Nefes almak bile acıtır yüreği. İnsan donar kalır. Hayrete düşer, şaşırır. Zifiri karanlıkta, önünde ne olduğunu bilemeyen avareler gibi. Paçasından tutuşmuş ateşten vücudunu korumak için çırpınan çaresizler gibi. Yerin sarsıldığı, dalgaların yutmak için hazırlandığı, korkunç yıldırımların koptuğu anlarda ne yapacağını bilemeyip donup kalan acizler gibi. Yani biz gibi. Biz nerden geldiğini unutup nereye gideceğini hesaba katmayan; biz yarınlar yokmuş gibi dünyaya dalan gafil insanlar gibi.
Öyle başıboş ve gelişine yaşıyoruz ki hayatı ne bizi uyaran işaretçileri görüyoruz ne de bizi uyandıran seslere kulak veriyoruz. Ne parıldayan levhalara bakıyoruz ne de yansıyan ışıltıları fark ediyoruz. Devamlı ve düzenli bir şekilde bizlere ilan olunan gerçekleri bile artık algılamıyoruz. Hayat serüvenimizin artık her anına tecelli eden hakikatlere bile kör olmuşuz.
Öyle karanlık öyle zifiri etrafımız ancak biz, bize bahşedilen en parlak feneri, en güçlü meşaleyi bile kullanmayı akıl edemiyoruz. Öylesine dolambaçlı, karışık, çetrefilli yollar çıkıyor önümüze fakat biz kulaklarımızda çınlayan yönlendirme ve çıkış uyarılarına rağmen sağır kalıyoruz. Oysa yol gösteren haritalarımız bile var ceplerimizde. Nerede, nasıl, kaç adım atacağımızı söyleyen kılavuzlar bile var elimizde. Ancak biz sadece öylesine yaşıyoruz. İkinci bir hayat şansının verilmeyeceğini bile bile.
“Hakikatte biz insanı katışık bir nutfeden yarattık; imtihan edelim diye onu işitir ve görür kıldık.”(İnsan Suresi, 2. Ayet) diye buyuruyor Allah Azze ve Celle. İşte Allah-u Teala’nın ayeti önümüzde. Soralım kendimize, bu imtihan aleminin ne kadarını görüyor ne kadarını işitiyoruz? Hayat mücadelemizde bizlere gönderilen uyarıcı ve işaretçilerin ne kadarına tabii oluyor ne kadarını takip ediyoruz? İmtihan vesilesiyle Allah, bizi gören ve duyan varlıklar olarak yaratmışken bizler gözlerimizi ve kulaklarımızı hangi amaçlarla kullanıyor, ne tür hedeflere yöneltiyoruz?
Allah, bizim ve bütün alemlerin rabbi olan Allah Adil’dir, Rahman ve Rahim’dir. Bizleri imtihan için gönderendir. Oysa tüm cevapları da yine avuçlarımızın içine yerleştirendir. Allah, bizleri hesaba çekeceğini emredendir. Oysa hesap için bize nicelerce vakit tanıyan, mühlet de verendir. Allah, bizleri zorlu sınavlara tabi tutandır. Oysa sınavlara dair bütün ipuçlarını ve kolay cevapları da gözlerimizin önüne serendir. Bizlere rehberler gönderen, kitaplar indirendir. Gökyüzünde yol gösteren parlak yıldızlar gibi hayatımıza da yön veren işaretçileri, kutup yıldızı misali doğru yolu gösteren uyarıcıları görevlendirendir.
Öylesine alışık ve sıradan yaşadığımız hayatlarımıza bakalım, yaşamın sesini dinleyelim bir anlığına. Ama sıradan değil ama sıkılmış değil ama bıkmış değil… Nefsin ve şeytanın ve dahi dünyanın gözlerimize indirdiği gaflet perdesini kaldırarak, kulaklarımıza çektiği sağır edici zarı parçalayarak. Doğan her güneş bir işaret değil midir Rabbimizden gelen? Bize verilen yeni bir hak, yeni bir şans. Uçan kuş, koşan kedi, yağan yağmur, düşen yaprak, açan çiçek, dumanı tüten ev bir işaret değil midir Rabbimizden gelen. Her an ve yerde Allah’ın yaratma mucizesine şahitlik eden. Okunan her ezan bir uyarı değil midir Rabbimizden gelen? Bizleri azametine ve kudretine tanık gösteren. Kulaklarımızla işittiğimiz her ezan-ı şerifle aslında yaşadığımız ömrümüz boyunca, günümüzün beş defasında imanlarımıza tazelik veren, imanlarımızı kuvvetlendiren. Bizleri her günün beş defasında yeniden ve yeniden Müslüman kılarak, kulluğumuzu her gün bütün bir evrene ilan etmemizi bizlere nasip eden.
Aslında biliyor musunuz sadece ezanlar bile yeter hayat yolumuzu aydınlatmaya. Başımızın sıkıştığı, nefesimizin kesildiği anlarda bile ezanlarımız yeter içimizi yeniden iman nuruyla doldurarak nefes ve güç bulmaya. Yolumuz çıkmazlarla kapandığında, yüreğimiz acı ve çaresizlikle tıkandığında bile ezanlarımız yeter kalplerimizi yeniden canlandırmaya. Öylesine merhametli öylesine şefkatli öylesine yüce bir Rabbimiz var ki bizim. Biz yolumuzu kaybetmeyelim, biz sağır, kör kalmayalım diye etrafımızı çepeçevre kuşatmış nuruyla, hikmetiyle, merhametiyle. Evreni ayetleri kılmış, elçilerini önder. Güneşi mucizesi kılmış, ezanı rehber. Kur’an-ı Kerim’i göndermiş bizlere, öyle ki her bir ayeti bir yaraya merhem, deva. Resul-i Zişan’a ümmet eylemiş bizleri, öyle bir Resul ki anamız, babamız, evladımız, canımız olsun O’na (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) feda.
Son verirken sözlerimize şunu söyleyelim o zaman. Elbette gelir hayat. Ama geride pişmanlıklarını, keşkelerini değil; elhamdulillah nidalarını bırakmalı insan. Elbet geçer hayat. Ama ömrünü Allah’a adamalı insan. Elbet gider hayat. Ama gerisinde iman kokulu, ezan ve Kur’an ile dopdolu bir mazi bırakmalı insan. O zaman hoş gelir ölüm, o zaman hoş gelir ahiret, o zaman hoş gelir cennet. Vesselam.