Ölümle bize kendisine dönme fırsatı tanıyarak hayatımızı anlamlandıran El Mumît olan Allah’a hamd, tüm hayatını ölümden sonraki yaşamına göre tanzim eden Peygamber Efendimize salât ve selam olsun.
“Gelecek ile ilgili hayallerin ve amaçların nelerdir?” sorusunun sorulduğu bir sokak röportajı yapılırsa her birinin başına “iyi” kelimesinin geldiği okul, meslek, araba, ev, aile, çocuk vb.ifadelerle karşılaşacağımızı düşünüyorum. Mikrofonu genç kesime uzatırsak muhtemelen bir hayallerinin olmadığını işiteceğiz. Yedi yıl önce annesini kaybeden, kendinden birkaç yaş büyük ablası ve kardeşi ile çadırda yaşayan 13-14 yaşlarındaki Gazzeli o koca adam ile yapılan röportajdaki sözleri hâlâ kulağımda yankılanmakta. “Amacımız Allah’ın rızasını kazanıp cennetine ulaşmak. Her insanın bir hedefi, bir hayali olmalı. Allah’ın lütfuyla azimleve kararlılıkla bu hedefe ulaşabilir.”
Ceset giydirilerek gönderilen ruha dünyada belli bir ikamet süresi tayin edilmiştir. Gözle görülen cesedin kendisi de hayatı da geçicidir. Özelliğini tam olarak kavrayamadığımız, aşikâr olmayan ruhun hayatı ise ebedidir.
Kalbi ve bütün bedeni kaplayan ölüm tam bir felçtir. Ruhun bedenle alakası kesilir, duygu ve hareket durur. Sadece bedenin ihtiyaçları ve hazları peşinde koşuşturulan bir yaşamda ruhun varlığından söz etmek pek de mümkün olmamaktadır. Yani Aborjinlerin deyimiyle “Yirmisinde ölüp sekseninde gömülenler…” Yani günümüz insanlarının büyük çoğunluğu. Ruhun bayrağı devraldığı yaşamlar ise şartlar ne olursa olsun tattıkları huzuru tüm kâinata taşıma derdinde olanlardır. Dost, düşman herkesi kendilerine hayran bırakan Gazze gibi.
Eriyen parasını dolara veya altına yatırarak değerlendirmeye çalışan insanoğlunun, bedeniyle eriyen ömür sermayesi için bir şey yapmamasını ne izah eder bilemiyorum? Ruhu tüccara, bedeni ise onun sermayesine benzetirsek ölümle ticaretin bittiğini söyleyebiliriz. Anne rahminden doğumla dünyaya, dünyadan ölümle kabre giden yolculuğun devamında ya neşe içerisinde ya da pişmanlıklar içinde bir diriliş bekler onu.
Hayatı verdiği gibi alan, ölümü takdir edendir El Mumît. Yaratabilme ve öldürebilme ilahlığın önemli unsurlarındandır. Her şeye gücü yeten birine kulluk etmek varlığa izzet tacını giydirir. Her şeye gücü yetene kulluk etmeyen O’nun dışındaki her şeye kulluk ederek zilleti tercih etmiştir.
İnsanlığın anlam arayışında karşısına çıkan “Nereden geldim? Niye geldim? Nereye gidiyorum?” sorularının cevabı El Mumît olan Allah’tadır (Celle Celaluhu). Varlık gayb(görünmeyen) âleminden gönderilmekte, şehadet aleminde vücut giydirilerek görünür kılınmakta, sonra ölümle tekrar gayb alemine dönmektedir. O’na aitiz ve kuşkusuz O’na döneceğiz. Bu süreçte kuldan beklenen gördüklerine şahitlik yapması, varlığa gözlerini inatla kapamamasıdır. Kolaycılığı seven şeytani yanı böyle meselelerle ilgilenmeyi istemezken akleden yanı varlığı görmezden gelemediğinden bunun sancısını çeker. Müslümanlığın girişindeki “Eşhedu” yani “Şahidim, şahitlik ederim” demek zannedildiği kadar kolay değildir. Görebilirse eğer gördüğü sistem kişiyi sistemin sahibine götürüp O’nunla ilişki kurma ihtiyacını doğurur. Sonrası mı? Yaratıcısını tanıdıkça seven, sevdikçe tanımak isteyen kul bu hayattaki konumunu bulmuş olmanın huzurunu yaşar.
Varlığa kudretiyle hayat verip belli bir süreliğine vazifelendiren, hikmetiyle görevi bitince canını alarak gayb âlemine taşıyandır El Mumît. Tüm hayat sahiplerinin ölümü O’nun kanunuyla, izniyle, emriyle, kuvvetiyle, ilmiyle olmaktadır. İnsan da kâinat da ölümden kurtulamaz. “Nerede olursanız olun ölüm size ulaşır.” (Nisa Suresi, 78. Ayet)
Her an gelivermesi mümkün olan ölümü inkâr edemeyen insanoğlunun ölüm ve sonrası ile ilgili tepkileri de farklı olmaktadır. Yaptıkları kötülük ve işledikleri zulümden dolayıçoğunlukla ölümü düşünmek istemez beşer. Hayatın sahibini yaşamına katmayarak O’na minnet duymaktan kurtulup vicdanını rahatlatmak ister. İnsan kendisini var edenle arasına mesafe koyarak en büyük kötülüğü kendisine karşı işlemiş, kendi nefsine zulmetmiştir. Düşünmek istemedikleri ölüm, en yakınlarına kadar gelip kendini hissettirince yaşadıkları dönemin argümanlarına uygun bir şekilde ölümsüzlük arayışına girmişlerdir. Bu arayış sihirli bir taş, ölümsüzlük iksirini barındıran bir nehir, sağlıklı, organik beslenme ya da adrenokromlu kan olabilmektedir. Ancak bunların hiçbiri ölüm karşısında bir işe yaramamış,Azrail’in bir nefesine dayanamamışlardır. Dünyanın aldatıcı lezzetlerini gaye edinip yalnız onlar için çalışanların dünyaları bitince mutlulukları da biter.
Sinemada görüntüler kaydedildiği gibi bu dünyada kısa bir süre yaşamanın gayesi de amellerin ve neticelerinin saklanmasıdır. Mahşerde yapılacak muhasebenin sonucunda yaşamı cennetle veya cehennemle devam edecektir. Hayata bu pencereden bakanlara göre hayat bir nimet olup insanın en temel duygusu olan varlığını koruma içgüdüsü bunu kanıtlar niteliktedir. Yerin bitirdiklerini, hayvanların avlanmasını, üremelerini, insanın rızık peşinde koşmasını bu minvalde okurlar. Fani olan bu hayatı iyi amellerle süsleyip güzel bir hikâye ile dönmek isterler hayatın sahibine. Dünyada cenneti yaşamaya çalışmanın beyhude bir uğraş olduğunun buranın geçici, zahmetli olması nedeniyle buna uygun bir format taşımadığınınfarkındadırlar. PDF formatındaki dosyaya her istediklerini yapamadıklarının okumalarını yapmışlardır zira. Buradan hareketle varlığın dönüşümü ile uyum içerisinde olup ölüme de farklı bir pencereden bakarlar. Asli vatanına sevk, ebedi saadete gidiş, yeni canlılara yer açma, ruhun beden hapishanesinden kurtuluşu olarak gördükleri ölümü değerlendirişleri elbette sıra dışı olacaktır. Ölümün, hayat vazifesinin bitmesi, mekân değiştirme, baki hayata davet gibi anlamlarının tatili seven, sorumluluk almak istemeyen yanlarına gayet iyi geldiğini söyleyebiliriz.
Filizin hayatının başlaması için çekirdeğin ölümü, meyvelerin kanımıza karışıp insani basamağa yükselebilmeleri için midemizde ölümleri bize gösteriyor ki ölümün ve yeniden dirilişin sahibidir El Mumît (can alan) ve El Muhyî (can veren) olan Rabbimiz. Dirilişten şüphe eden yanımıza yaratılıştan verecek örneklerle donanmıştır kâinat. “Muhakkak Biz diriltir ve öldürürüz. Her şeyin varisi de biziz.” (Hicr Suresi, 23.Ayet)
Hayata iman penceresinden bakan bu kesim dünya tarihinde hep azınlık olmuş ama nitelikleri oranında bir kaşık yoğurdun beş litre sütü mayaladığı gibi etkileri büyük olmuştur. Dünya ehli dünya ile ukba ehli Rabbin rızasını kazandıracak işler ile ilgilenmeyi tercih etmişlerdir. Tercihleri ne olursa olsun nöbeti bitene çoğunlukla dünyadan bir usandırma ve dinlenme isteğini uyandırır El Mumît. Bu Rabbimizin “Rahmetim her şeyi kuşatmıştır.” deyişinin bir sonucudur.
El Mumît olan Allah’ın (Celle Celaluhu) kaçınılmaz bir emri olan ölümden korkmak kişiyi ona hazırlanmaya teşvik etmelidir. Bir şey yapmadan korkmak kişiyi hasta eden saplantılı bir durumdur. Azgınlaşan nefse üstadın dediğini demek iyi gelecektir. “Ölüm kapısını kapatabiliyorsan konuş, yoksa sus. Sen sus ki hakikat konuşsun.”
Sonuç itibariyle “Hayat, ancak şu içinde bulunduğumuz hayattır, gerisi yalandır.” söyleminde bulunanlar da “Bugünün bir yarını ve bu dünyanın bir ahireti vardır.” diyenler de bu yaşamdan çıkıp giderler. Hazreti Ali’ye (Radiyallahu Anh) “Ey Ali, sen istediğin her şeyi yapmıyorsun, ben ise yapıyorum. Ya Allah ve ahiret yoksa?” diyen birine “Allah yoksa-ki vardır- benim bir zararım olmaz. Ben bu halimle oldukça mutluyum. Ya benim dediğim doğruysa o zaman senin halin ne olur?” şeklindeki cevabı oldukça manidardır.
“Ey Mumît olan Mevlam, Senden uzaklaşarak kendimi öldürmeme izin verme. Hayatım ve ölümüm Senin için olsun. Ölmüş yüreklerin dirilişine bahane eyle yaşamımı. Cemalinle terbiye et.” (Âmin)