Yarattığının azığını veren El Mûkit olan Allah’a hamd, yaşam yolculuğunda verdiği en büyük rızık olan Peygamber Efendimize salât ve selam olsun.
“Bakamayacaksa neden çocuk sahibi olmaya çalışır ki insan?” günümüzün klişeleşen sözlerinden olsa da daha anlaşılabilir olması açısından buradan giriş yapmayı diledik. “Azığını veremeyecekse neden yaratır ki ilah?” sorusu bu minvalde sorulması gereken sorudur zannımca. Aynı kulvardaki sorularımızı sormaya devam edelim öyleyse. Mahlûkatının varlığını sürdürebilmesi için gerekli olan ihtiyaçlarını yaratamayan bir ilah eksik olmaz mıydı? Öyle bir ilaha boyun bükmek, sevgi beslemek kişiyi zelil kılmaz mıydı? Ya da öyle bir ilaha “Mükemmel Yaratıcı” denilebilir miydi?
Her varlığı rızkıyla yaratan kudrettir El Mûkit. Her mahlûk için tayin ettiği yaşama müddetine göre kut ve gıdasını gerektiği zaman ve ölçüde tekrar tekrar verendir. Mûkit sözlükte “Koruyup besleyen” ve “Gücü yeten” anlamlarına gelir. Ragıp el-İsfahani’ye göre “Hayatiyeti sürdürebilecek gıdayı vermek, birini koruyup yaşatmanın gereğidir.” Koruyup kollamak, besleyip geliştirmek ancak güç yetirmeyle olabilecek işlerdir.
Azıkları yaratıp varlıkların durumuna göre göndermek ilim, görüp gözetme ve haberdar olma ile sağlanırken ihtiyacını yerine getirebilme ise kudretin sonucudur. Bu ilim ve kudretin neticesinde bedenin ayakta durmasını sağlayan azık gönderilmiş olur. Azıklar maddi ve manevi olabilir.
Gözün gıdası güzel manzaralar, kulağın azığı rahmani sesler, midenin ve dolayısıyla bedenin ihtiyacı ise yemeklerdir. Aklın gıdası ilim, tefekkür, marifetullah, kalbin gıdası iman, takva, ibadet, zikir, muhabbetullah, ilahi keşif ve müşahedelerdir. Ruhun gıdası, nesne ve olayların özüne vâkıf olup akletmektir. Eşyanın fıtratına sırtını çeviren, olandaki hikmete eğilmeyen onu aç ve susuz bırakmıştır. Baştan sona güzellik ve zarafetle donatılan kâinat ruhun arayışlarına cevap verebilecek, ruhu doyurabilecek niteliktedir oysa.
Yarattığının azıklarını temin eden, cismani-ruhani gıdaları yaratarak açlıklarını gideren, her şeyi bilip gözeten, her şeye kudreti yetendir El Mukît. “Ey insanlar! Allah’ın size olan nimetini hatırlayın; Allah’tan başka size gökten ve yerden rızık verecek bir yaratıcı var mı? O’ndan başka hiçbir ilah yoktur. O halde nasıl oluyor da haktan döndürülüyorsunuz?”(Fatır suresi, 3.Âyet)
El Mukît varken nasıl olurda açlıktan ölüm dediğimiz durum gelişir o halde? Vücudu kötüye kullanma, hastalıklar, sağlık için gerekli olanları yapmama ölüm nedenleri iken açlıktan ölüm şeklinde isimlendirilmesi oldukça yanlış bir ifadedir. Vücutta depolanmış besinler bitmeden gerçekleşen ölümler, durumun böyle olmadığını göstermektedir. Açlık olarak ifade edilen bazı durumlar ise, azıkların yetersizliğinden değil, insanların aç gözlüğünden kaynaklanır. Gazze gibi yerlerde gerçekleşen durumlar ise var olan azığa ulaşımın engellenmesidir.
Rezzak ismi, azık olsun olmasın her türlü ihtiyacımızı veren anlamına gelirken, El Mukîtmaddi ve manevi azığımızı veren manasındadır. Azık, bedenin devamlılığı için kendisiyle yetinilen şeydir.
“Hayatın esası mücadeledir.” söyleminin aksine “ Hayatta aslolan yardımlaşmadır.” der ve kanıt olarak kâinatı gösteririz. Bu sistem içerisindeki varlıklar birbirine bağlı ve birbirini destekler şekilde kurgulanmıştır. Dışardan bir müdahale olmadıkça her varlık diğerinin azığı olacak biçimde düzenlenmiş, ölümlerinden sonra dâhi zayi edilmemiştir.
Çekirgenin otu, kurbağanın çekirgeyi, yılanın kurbağayı, kartalın yılanı yemesi ve hangi basamakta olursa olsun bu canlıların ölümleri durumunda saprofit olarak adlandırılan canlıların ayrıştırma işlemi sonucu ölüdeki inorganik besinleri toprağa ve havaya vermeleri buna güzel bir örnektir. Bitkilerin topraktan su, atmosferden CO2( Karbondioksit) gazı alarak besin ve O2(Oksijen) üretmesi bunun devamında gerçekleşen olaylardır. Üretilenlerin tüketici canlılar tarafından kullanılması ve bu tüketicilerin yaşamsal faaliyetleri sonucu bitkilere gerekli hammaddeleri yeniden üretmesi basit gibi görülen harika işlerdendir.
Şimşek çakması olarak adlandırıp geçtiğimiz ama esasında yaşam için elzem olan toprağın nitratlanması yine gözden kaçırdığımız olaylardandır. Herhangi bir istihbari araştırmaya gerek duymadan bir karıncanın anteniyle diğer karıncaya dokunarak onunla aynı yuvayı paylaşıp paylaşmadığını, o karıncanın görevinin ne olduğunu anlayabilmesi ona verilen azıklardandır.
Bedeni yaratıp ihtiyacı olan azığı bir sürü karmaşık işlemlerden geçirerek hücrelere servis eden Zatı unutarak yapılan okumalar neticesiz kalmaktadır. Liselerde “Sindirim sistemi” adı altında işlenip öğrencilerin çoğunun zorlandığı baş belası bir konu olmaktan öteye geçemez bu bakış açısıyla. İhtiyaçlar hayalin ulaşabildiği yer kadar fazladır oysa. Biyoloji dersinde işlendiği şekliyle “Sindirim sistemi” akla hitap ederken, bu sistemi var ederek her an kendisi ve ihtiyaçları ile ilgilenen yaratıcıyı görmek, tanımaya çalışmak kalbin ve ruhun ihtiyaçlarındandır. Rızıkların bedende vitamin, mineral, depo, enerji şeklinde dağılımı yapıldığı gibi manevi gıdaların da sevk ve idareye ihtiyaçları vardır.
Gıdaların bazılarına insan her an ihtiyaç duyar. Cismin havaya, ruhun Hû’ya ihtiyaç duyması gibi. Bazen de bu ihtiyaç saat başı hatırlatır kendini, “Bismillah” gibi.
Maddeden ve manadan oluşan insanın iki kutuplu olduğu unutulursa, tüm yönlerinin gıdaları gönderilmezse insan eksik kalır. Sadece kalbini besleyenler mutaassıp olup inançlarını taklitten kurtaramazlar. Aklını beslemekle yetinenler ise itikadi konularda şüpheden kurtulamazlar. Duygu, düşünce ve davranışın temiz olması için gıdanın maddi ve manevi yönden temiz olması gerekir. Haram lokma gönlün parlamasına engelken, haram giysi de ibadetten zevk almaya engeldir. Madde ve mananın birbirini etkilediğini buradan da anlayabiliriz.
Rızkı yaratanın ve verenin sebepler olmadığı aşikârdır. Tüm akıllıların zengin olmayışı bunu gösterir zira. Hayata bu pencereden bakan kişi ihtiyaçları konusunda panik olmaz. Rızkını kendisi gibi aciz, zayıf insanların korumasına bırakmaz. İnsanın cimri ve bencil olduğunu unutmaz. El Mukît’e iman eden kul, O’nun vaadine güvenir. Rızkını elde etmek için meşru dairenin dışına çıkmaz. İşveren olduğunda çalıştırdıklarına ve ailelerine yetecek bir ücret vermeye itina gösterir.
İyilik yolunu açan o oranda iyilikle, kötülük yolunu açan da o nispette kötülükle azıklandırılacaktır. Azığımızın yapıp ettiklerimize bağlı olduğu ile ilgili gerçeği Kur’an-ı Kerim bizlere şu şekilde haber vermektedir:
“Kim güzel bir işe aracılık ederse ondan kendisi için bir nasip olur; kim de kötü bir işe aracılık ederse onun da buna denk bir payı olur. Allah her şeyi koruyup hakkını vermektedir.”(Nisa suresi, 85,Âyet) Mukît esmasının geçtiği tek ayette iyilikten ve kötülükten azık şeklinde söz edilmesi üzerinde ayrıca düşünülmesi gereken bir konudur.
“Ey beni yaratıp her türlü azığımı veren El Mukît! Bizlerin aksine dünyaya tok, ahirete aç olan Gazze’ye tüm esmalarının hatırına bir an önce yardım et. Beni/ bizi affet. Sevapça yoksulluğumu(zu) rahmetine ayine eyle.”(Amin)