Bismillah
Dergimizin bu ay konusunu belirlemiş olduğu “Aksa Tufanı” sayısı ile 7 Ekim sonrasıdünyaya tüm gerçekliği ile ayan olan, dehşetengiz ifadelerin ve inançların yer aldığı ve gerçekleştirdiği bütün kötülüklerin, insanlık dışı fiillerin, saldırganlıkların ve gaspların; inanç ekseninde oluşturulmuş destek ve gerekçelerine değinen bir kutsaldan bahsedeceğiz. Bu kutsiyet atfı asırlardan beri var olan bir ideolojinin katmanlarını besleyen muharrif ve muharrirlerin insan eli yazması olduğu gerçeğini akıllara getirmekle birlikte Yahudilik inancının kutsal kitabı Tevrat’ta yazılan emirlere de dayandığı varsayımının olduğunu söylemektedir. İslamiyet, Hristiyanlık ve Yahudiliğin ortak değeri olan Kudüs ve çevresi hakkında olağanca fazla bilgi ve deliller ile karşı karşıya kalınması nesnel bir kutsiyetin varlığını haber vermektedir. Her üç dinin mekânsal olarak ilişkili olduğu, tarihte yaşanılmış olaylar silsilesi, İsrailoğulları’na hem Kuran’da hem de diğer kutsal kitaplarda yapılan atıflar üç dini cebri bir anlamda konuya yoğunlaşmayı gerekli kılmaktadır. Hıristiyanlık açısından Hz. İsa’nın ölümü ve tekrardan vücut buluşu, Yahudilik açısından Hz. İbrahim’in kurbanını kesmesi ve Mabedin bu topraklarda inşa edilmesi, İslamiyet açısından ise Hz. Muhammed’in Miracı gibi hadiseler buranın her üç din için merkezi bir yer olmasına neden olmuştur.
Narsist bir ideolojinin zamansal boyutu irdelendiğinde aslında din kökenli dayanaklardan çok ırk ve seçilmişlik düşüncelerinin hâkim olduğu bir yapı ile karşılaşılmaktadır. Yahudilik denince akıllara seçilmiş ırk ve bu ırk için seçilmiş topraklar, kavramları ile tanışmak ve kanıksamak pek zor değildir. Nitekim böyle bir ırk için ancak özel bir tanım ve ayrıcalık gerekecektir ve nitekim bunlar da gerek sağlam gerekçeler ile kuvvetlendiriliş bilgilerle gerekse de zamanla yaşanmış olaylar hakkında dinsel metaforlar uydurabilme yeteneğinin kazanılmış olması iledir. Zamanla bir ideoloji ve inanç bütünlüğü kazanan, yaşadıkça ve var oldukça gerekçe ve dayanak oluşturulan bu din(ler), önü alınamaz bir program ve disiplin ile dünyayı ihata etmiştir. Buna gerekçe olarak pek çok etken sebep olarak gösterilebilir. Yıllar sürecek planların sürece yayılarak yavaş ve sinsi bir şekilde işlenmesi, Müslümanların mezhepsel fitnelerle boğuşması, Müslüman coğrafyaların demokrasi adı altında talan edilişi, mazlum olan bu halkların herhangi bir sahiplerinin olmaması zalimlerin hedeflerine ulaşmasını sağlamıştır. Elbette ki her Müslüman bu yaşanılanların kader ve kaza boyutuna iman etmektedir. Lakin bu seviye; her akıl sahibi mümeyyiz bireyin normal görebileceği bir durum olmaktan beridir. Zulüm yıllardır durmadan devam etmekte ve Müslümanlar bunlar gerçekleşirken neredeydi? Bu sorunun cevabı acı olmakla birlikte kabullenmesi zor bir durumdur. 7 Ekim sonrası bir avuç samimi ve ihlaslı topluluk dünyaca bir uyanışa sebep oldu. Mücadele ve mücahedenin tefsiri olan bu topluluk hakiki imanın kadir olabileceği pozisyonları Bedir, Uhud, Hendek savaşlarında olduğu gibi aynen nakletti ve halen devam etmektedir. Azların çoklara galip geldiğini, ebabillerin filleri yendiği tefsirini yine Müslümanlara müfessirce tefsir eden yine onlardı. Kıyamet, haşir ve hesap zamanına ait bazı dehşet verici ayetlerin muhataplarını bu dünyada iken göstermiş oldular.
Yahudilikte Arzı Mev’ud ne anlama gelmektedir?
Yahudi inancına göre, Allah (c.c); Hz. İbrahim, Hz. İshak, Hz. Yakub, Hz. Musa ve diğer bazı peygamberler aracılığı ile İsrailoğullarıyla ahit yapmıştır. Bu ahde göre; İsrailoğullarının Allah’a (c.c) kul olacakları, namaz kılıp, zekât verecekleri, kan dökmeyecekleri, kimseyi yurtlarından çıkarmayacakları, yetimlere ve düşkünlere yardım edecekleri hususlarında onlardan söz almıştır. Yahudiler verdikleri sözde dururlarsa, ahde uyarlarsa Allah da onları “seçkin bir kavim” kılınacağını ve “Arz’a ancak iyi kulların varis yapılacağını” bildirmiştir. Ancak İsrailoğulları Allah’a verdikleri sözden dönmüş, sözünden dönmeyi alışkanlık haline getirmiş, azı hariç, ahdi bozmuştur. Bundan dolayı Allah (c.c)tarafından cezalandırılmış ve memleketlerinden kovulmuşlardır. Daha sonra, Allah (c.c), onlara acımış ve onlarla yeni bir “ahit” yapmıştır. Bu ahide göre İsrailoğulları, Allah’ın (c.c)emirlerini yerine getirirlerse Allah (c.c) da onlara, “Arz-ı Mev’ud”u verecek ve diğer kavimler üzerine hâkimiyetlerini sağlayacaktır.
Bu bağlamda Yahudiler kendi inançları ile ters düşmektedirler lakin bunu önemsememektedirler. Arz-ı Mev’ud, Yahudilerin kendi kaynaklarında olduğu gibi Kur’an-ınA’raf 128-141; Maide 21-26; Enbiyâ, 71; Kasas 5-6 ayetlerin de ifade edilmektedir.İsrailoğullarına ebediyen değil, İlahî emirlere uymaları şartı ile verilmiştir lakin ahde sadık olmamaları onları bu nimetten mahrum bırakmıştır.
Yahudi filozof İbn-i Meymun ise “Kudüs’ün mutlak kutsallığını vurgular. Şehrinkutsallığı ebedidir, çünkü ilahi varlık orayı kendine konut olarak seçmiştir, oradan çekilemez. Kudüs’ün seçilmesi ebedidir, tıpkı Yahudi halkının seçilmesi gibi. İsrail ile toprağı arasındaki bağ da ebedidir. Tanrı, halk ve toprağı öyle bir zincir oluştururlar ki bu zincirin tek bir halkası kırılacak olsa, bütünün sağlamlığı tehlikeye girer.” Yahudiler için bu topraklardan başka yaşam alanı yoktu. Doğum, yaşam, ibadet, ritüel ve hatta ölümde Filistin’de olmalıydı.Burada alım satım yasaktı. Burası onların hac yeriydi. Mabetleri buradaydı ve kendileriniburaya ait görüyorlardı. İnanca göre arzı mevudun gerçekleşmesi tanrının bir emridir ve siyonların hakkıdır. Tanrı günleri yaratmış ve Sebt gününü kendine ayırmıştır. Ayları yaratmış ve bayramları kendine ayırmıştır. Yılları yaratmış ve Sebt yılını kendine ayırmıştır. Sebt yıllarını yaratmış ve jübile yılını kendine ayırmıştır. Ulusları yaratmış ve İsrail’i kendine ayırmıştır. Toprakları yaratmış ve İsrail toprağını da kendine ayırmıştır. Filistin, dünyanın merkezi, Kudüs, Filistin’in merkezi, Mabet, Kudüs’ün merkezidir. Yeşeya’da da bir temel taştan bahsedilir. Bu Kutsal taşla ilgili çeşitli inanışlar vardır: Dünyanın ortasında bulunduğu, Hz. Nuh’un gemisinin tufandan sonra onun üstüne oturduğu, Hz. İbrahim’in üzerinde kurban kestiği ve Hz. Davut’un tövbe ettiği gibi. Kitab-ı Mukaddes’te ise Süleyman Mabedinin tamamının veya yalnız kurban sunulan mezbahının temelini oluşturduğu kabul edilir. Kimigeleneklere göre Âdem’in başı bu topraklardan yaratılmıştır. Gövdesi Babil, kol ve bacakları da dünyanın başka ülkelerinden. Diğer anlatılara göre ise Tapınağın bulunduğu yerden ve dört ana yönden toprak alıp sonra da dünyanın tüm sularıyla biraz karıştırılmıştır. Yaratıldığı yer olarak da Kutsal Toprak olan Kudüs geçmektedir. Bu inanışlara göre asıl gasp edilenler siyonların ta kendisidir. Siyonistler, Tevrat’ta belirtilen koşulları göz ardı ederek Arz-ı Mev’ud’u Yahudilere verilmiş mutlak bir hak olarak sunmuşlar, Tevrat’ı açıkça kendi siyasi emelleri doğrultusunda yorumlamışlardır. Dolayısıyla Siyonizm, gerçekte Filistin merkezli, Mısır’dan Fırat’a uzanan bir devleti hedefleyen, uzun vadeli planlarını bu doğrultuda yapan bir örgütlenmedir.
Yahudilerin Filistin topraklarına göçmeleri en başta siyasi bir amaç gütmemekteydi. Taki Teodor Herzl’in Siyonist kongresinde bu fikrini dini boyutunu aşmış bir siyasi hedef şeklinde açıklayacağı güne kadar. Yahudiler belirli olarak dünyanın çeşitli bölgelerinden göç etmeye başladıkları tarih 1880’li yılların başıydı. Kudüs İsrail’in başkenti ilan edildi güne kadar Yahudiler Filistin topraklarında siyasi ve hain hedefler güderek yaşamaktaydı. Sayıları 400 bini aşkındı. Teodor Herzl 19. Yüzyıl Avrupa’sında dünya Siyonist kongresinde bu göçün bir hak oluşunu dinle bağlantısının olmadığını siyasi doktrinlerle yayınlayıp Yahudilerin tek çatı altında toplanmaları gerçeğini açıklayıp uygulamaya başlattığı tarihi saiklerle sabittir.Siyonlar dünyanın çeşitli bölgelerinden fonlanmaktaydı. Filistin topraklarına bastıkları zamanya kendileri için yeni ev inşası ya da bir anda ev sahiplerinden habersiz gasp edilmiş bahçeli bir ev, az bir ücret karşılığı edinilmiş hizmetkarlar ve sahipli ama verimsiz diye kandırılıp verimli hale getirmek üzere sahte evraklar imzalattırılıp çalınmış topraklar onları bekliyordu. Bu, vadedilmiş toprakların gerçek sahiplerine kavuşmasıydı. Seçilmiş insanlar için üzerine ahitler edilmiş topraklardan başka ne olabilir ki? Nasıl bahsi olsun ki, evlerinden haksız ve sebepsiz yere edilen insanların bir anda mülteci kampına dönen yaşam şartları, açlık, susuzluk, sahipsizlik ve topraksızlık ile karşı karşıya kalmalarının sebebi... Kim, neden, niçin, hangi haksızlıktan dolayı zalim kavme bu hakka nasıl sahip olduklarını sorabilirdi ki?
Tüm dünyanın gözleri önünde 1980 yılında israil, Kudüs’ü başkent olarak ilan etti. Bu ilan israil için çok büyük bir adımdı. Trump, Müslümanların tepkilerini yok sayarak Balfour Deklarsyonu’nun 100. yıldönümünde 6 Aralık 2017’de ABD’nin Kudüs’ü israil’in başkenti olarak tanıdığını duyurmuştur. Bu karara gelen tepkiler ise cılız olmakla birlikte bir şey ifade etmemekteydi.
İslam da Arzı Mev’ud anlayışı
Allah Teâlâ’nın şeriatında hiçbir sınıf, kavim ve topluluk bir diğerinden üstün değildir. Herhangi bir meziyet, yetenek ve eylem bir sınıfın diğerinden üstün tutulmasına sebebiyet vermez sadece Allah’tan (c.c) hakkıyla korkup takva sahibi olanlar bunların dışındadır.“Muhakkak Allah (c.c) sizin suretlerinize ve mallarınıza bakmaz. Fakat kalplerinize ve yaptıklarınıza bakar.” Buyurmuştur Peygamber efendimiz (s.a.v). Yine Peygamberimiz, üç defa göğsüne işaret buyurarak: “Takva işte buradadır.” buyurmuştur. Allah Teâlâ Kur’an-ı Kerim’de İsrailoğulları ile yaptıkları ahitleri Müslümanların haberdar olması üzere Resulullah(s.a.v) vasıtası ile beyan etmiştir. Bu bir tebliğdir. Lakin buradan anlaşılması gereken İsrailoğullarının kendi zamanının abidleri olarak anılıyor olmasıydı. Allaha hakkıyla ibadet edenlerin o zamana ait isimleri İsrailoğulları idi. Kur’an açısından İsrailoğulları’nın seçilmişliği ve üstünlüğü hadisesi, geçmişte ve belli şartlar doğrultusunda gerçekleşip tamamlanmış bir olgu şeklinde ortaya konurken İslam ümmetinin, en hayırlı ümmet vasfını taşıması ise onların prensipte ve pratikte İslam dinini temsil etme kabiliyetlerine dayandırılmaktadır. Allah’ın onlarla ahitleşmesi ve türlü nimetlere gark etmesi onlara vaatler vermesi kendilerinin doğru bir yolda olduğunun göstergesiydi. Bu üstünlük belirli ve kayıtlı bir zaman dilimini kapsamaktaydı. Kayıtsız bir zaman diliminin bahsi ise kuranın kendi şeriatı ile çelişkiler doğuracaktı. Bu sebeple İsrailoğullarının neden üstün kılındığı konuları derin bir incelemeye tabi tutulduktan sonra anlaşılacaktır. Diğer taraftan Kur’an, Yahudilik inancını reddeden tutumlardan uzak olmakla birlikte Müslümanlar ve Yahudilerin ortak bir tevhit inancında buluşmasına teşvik edicidir.
Kur’an’ın daveti evrenseldir ve herhangi bir coğrafyaya tahsis edilmiş değildir. O, beşer cemiyetini barış içerisinde birlikte yaşatmaya çalışır. İslâm’ın daveti evrenseldir. Kur’an’ın mesajı belli bir coğrafyaya veya belli bir kavme yöneltilmiş değildir. Kur’an, gücün değil, hakkın ve hukukun üstün tutulduğu bir sistemi ve toplumu öngörür. İslâm hukukunun temel hedefi, Makasıdü’ş-Şerîa denilen; can, mal, nesil, akıl ve dinin korunmasıdır. Bu hedefi ifa etmek İslam devletinin varlık sebebidir. İslam dini adaleti yaşatmakla meşrutiyetini korur. Hakkı ayakta tutmak isteyen ve bu uğurda her bedeli ödemeye hazır olan bir yapı her hak sahibine hakkını teslim etmekle muvazzaftır. İslam dini,adaleti akamete uğratacak eylem ve aksiyonlardan uzaktır. Din, dil, ırk, meşrep fark etmeksizin adaleti hâkim kılmayı öne sürer. Adalet öncelikle şirk zulmünü ortadan kaldırmakla Allah Teala’ya karşı yapılan adaletsizliği ortadan kaldırmayı, aynı zamanda yeryüzünde adalete dayalı bir düzen oluşturarak barış ve refah içinde bir yaşam sürdürmeyi hedefler. Adalet, İslâm’ın özü ve ruhudur. Siyasette, iktisatta, sosyal hayatta, kültürde, eğitimde, hukukta yeri değiştirilemeyen bir kural olması iktiza eder. Hülasa adalet, insanın mürvetini korur ve saygı gösterilmesini ister. İnsanın hayat hakkını, din hürriyetini, mülk edinme hakkını, vatan mensubiyetini ve özgürlüğünün dokunulmazlığına hükmeder ve ilelebet korumaya alır.
Nitekim tahrif edilmiş dinlerin (pek azı hariç) mensupları İslam’ın öngördüğü bu adalet sisteminden beridirler. Kendilerini müstağni görerek dünyada en haklı payın sahibi olduklarını iddia ederler. İfa ettikleri bütün eylemler Kur’an ve sünnette haber verilen dehşet dolu sondan uzak kılınmış bir yaşam şartı ve sahası oluşturmak içindir. Bütün dünyanın onların hizmetinde olacağı varsayımına dayanarak zulümlerinde ileriye gittikçe daha da korkunç olmaktadırlar. Emelleri ve eylemleri fevkalade korkunç olan bu yapılar, dünyanın sonuna doğru insanlığın ibret nazarına sunulmuştur. Mutlak son ise zulümde en derinleştikleri anda kendilerine isabet edecektir.
BİİZNİLLAH
Kaynak: https://acikerisim.sakarya.edu.tr/bitstream/handle/20.500.12619/93169/T04919.pdf?sequence=1