Tezgâhın üzerine aldığı bıçak ile soğanı küçük küçük doğrarken gözünden akan yaşlara da engel olamadı. Bir yandan kolunu yüzüne yaklaştırıp gözündeki yaşları siliyor diğer yanda da arkasına bağcık yapıp sırtına bağladığı bebeğine arada bir dönüp mimik hareketler yaparaksusturmaya çalışıyordu. Arada bir mırıldanıp;
- Hosam benim aslan parçam ağlama!
diyerek yatırmaya çalışıyordu. Yüksek sesle seslendi.
- Fatıma!
Annesini duyan Fatıma, okuduğu Kur'an ayetini bitirip öpüp kapattı.
- Efendim annem?
- Kızım sofrayı ser, baban ve abin gelmek üzere.
- Tamam şimdi hazır ederim.
Ben de uzandığım yerden kalkıp ablama yardımcı olmak için yanına gittim. Zaten evimiz küçük. Çatısı yarı eğik durumda, yıkılmak üzere. Arada bir demir gıcırtısı ile bize dayanmaya çalıştığını ifade edercesine sesleniyordu.
Birden kapının hızlı çalınması ile herkes birbirine baktı. Anne sırtına bağladığı bebeğin kuşağını açıp hızlıca Fatıma’ya uzattı. Az daha yetişmezse kapı kırılacaktı. Kapıyı açtı.Aniden yere yığılan Abdullah abisine doğru koştular. Çok kan kaybetmişti. Gözleri hafif aralıklı şekilde sayıklayıp annesine seslendi ama öyle kısık konuştu ki anne anlam veremedi.Eğilip ağzına kulak kabarttı. Gözündeki yaşlar damla damla Abdullah'ın kanayan omuzuna döküldü.
Sarah dudakları üzgün bir şekilde abisine bakıyordu. Bu yaşadıkları ilk değildi son da olmayacaktı. Bunu biliyordu. Ellerini abisinin saçlarına götürdü, okşayarak:
- Abicim, bizi bırakma ne olur!
Anne hemen koşup mutfağa yanan ocağa bıçağı tutturup ısındırdı. Fatıma'ya seslenerek:
- Kızım çabuk su ile temiz bir bez ayarla, hızlı ol!
Daha cümle bitmeden hazır etmeye koyuldu. Elindeki bıçağı kızgın eden anne Abdullah'a yaklaştı. Bismillah diyerekten omuzuna isabet eden kurşun deliğini yarıp derine indi. Bir yandan da delinen yerin üstüne baskı yapan Fatıma'ya baktı. Yüzünde derin üzüntüler vardı.Anlatılmayan ve anlaşılmayan cümleler hakimdi.
Abdullah'ın üzerinde düz pamuklu bir gömlek vardı omuzundan akan kan gömleğinin yarısını kırmızıya boyamıştı. Yarı baygın şekilde gözlerini araladı, hafif sisli gördüğü belliydi.
Annesi yan komşu Zehra'yı çağırmıştı. Zehra, Gazze'de Han Yunus Hastanesinde görevli doktordu. Abdullah'a gerekli müdahaleyi yapmıştı, serum onu biraz kendine getirmişti.Annesi Abdullah’a:
- Abdullah, nasılsın şimdi iyi misin? Rabbim seni bize bağışladı. Kurşun tam kalbinin yanına isabet etmiş. Az daha yaklaşsa…
Annesi Maria, bunu dedikten sonra duraksadı. Çünkü gerçekten de evlat acısını çok yaşamıştı. Titreyen sesinden belliydi acısının yüzüne vurduğu. Abdullah olanları duyuyor ama konuşmakta zorlandığı belliydi kafasına sese doğru çevirip gözlerini tekrardan hafif araladı karşısında Zehra'yı görünce bakışlarını yere indirdi, annesi:
- Anlat Abdullah ne oldu?
Sadece birkaç saat önce yaşadıklarını anlatmak istedi ama yorgundu kısa bir cümle ile:
- Pusuya düşürüldük, dedi.
- Nasıl oldu Abdullah nasıl pusuya düşürüldünüz!
Abdullah üzgün ve biraz da yorgun gözlerle:
- Çevremizdeki hainlerden olsa gerek.
Zaten Abdullah'ın kafasında belli belirsiz şimdiye kadar şüphelendiği kişiler vardı ama bunu yine de tam emin olmadan söylemek istemiyordu. Haini tespit için 2-3 aydır durmadan teftişler yapıyor hainin kim olduğunu bulmak için hem o hem de arkadaşları hassas bir şekilde çalışıyordu.
Evlerine yakın küçük bir kulübede bakkal işi yapan Selman'dan şüpheleniyorlardı. Şimdi şahit olduklarını bir bir yapboz gibi parçaları dizince şüphelenmekte haklı idi. Altına çektiği araba,elindeki telefon ve gün geçtikçe hareketleri onu bu konuda haklı kılmıştı. Abdullah’ın arkadaşı Muhammed, Selman’ı taksinin içinde şüpheli tavırlar sergileyen bir kişi ile görmüştü. Elinde bir çanta ile arabaya girdikten sonra araçtan çantasız çıkması, hareketsiz duran arabanın içinde bir süre konuşup sonra ayrılması Muhammed'de şüphe uyandırmıştı ve bunu Abdullah'a söylemişti.
Abdullah annesine dönerek:
- Tarih boyunca münafıklar var oldu ve var olacak Annem. Ama hem dünya hem de ahirette zelil ve perişan halde hesaba çekilecekler.
Annesi oğlunun dediklerine haklısın dercesine başını salladı ve ve Zehra’ya döndü:
- Kızım, sen de yoruldun. Git biraz dinlen. Yarın sabah hastaneye gideceksin. Zehra:
- Tamam ben çıkıyorum. Bir sıkıntı olursa beni çağırın. Tekrardan geçmiş olsun. Allah’a ısmarladık.
dedi ve eski, gıcırdayan kapıyı açıp dışarı çıktı.
ŞEHADET ELBİSESİ
Ey gökyüzü anlat sen şahitsin bizlere,
Bir değil binlerin parçalanmış cesedine,
Havar feryadımız arşı alayı titretti,
Dünya ise izleyip şahitlik ediyor bu filme.
Kalplerimiz her saniye vahşet ile sızlıyor,
Ümmetin yetimleri kefensiz gömülüyor,
Hastanesi okulu çocuk mezarına döndü,
Onlar ise kurtuluş gelecek olan ölümdü.
Yok edildi Gazze'de onca yılın emeği,
Binlerce genç kızın gelecek hayâlleri,
Şehadet elbisesi ile Rabbine süslendiler,
Kevserde bekleyen Resule yürüdüler.
Kolay değil inan ki Gazze seni anlatmak
Şehit gibi yaşayıp sizlere şahit olmak,
Dünyayı bile hayran sizin dirayetinize,
Bizlere düşen ise utanç içinde ağlamak.