Nisanur Dergisi - Zehra Soyvural Aslan
Hıttah kapısındayız. İyice bir yığılmanın ardından ön taraflarda bir hareketlilik oluyor. Rehberler gidip bakıyorlar ve bir müddet sonra gelip gruplarını bilgilendiriyorlar. Biraz sonra kapının açılacağını ve sadece turist olanların içeriye girebileceklerini, Filistinli gençlerin giremeyeceklerini söylüyorlar. Nasıl yani? Neden?
Boynunda İsrail mavi kimliği olmayanlar seçilip ayrı bir tarafa alınıyor. Bunların çoğu Filistinli, az bir kısmı da mavi kimliğini boynuna takmayı unutanlar. Yeşil kapı açılıyor ve yavaş yavaş içeriye girmeye başlanıyor. Aklımızda tek bir soru var ve dile getirmeden edemiyoruz. Bir şeyler yapalım diyoruz fakat rehberimiz uyarıyor.
“Ben de en az sizin kadar bir şeyler yapmak istiyorum. Benim de içim sızlıyor fakat sizlerin burada yapacağı herhangi bir aksi durumun ceremesini buradaki Müslümanlar çeker. Biz Türkiye vatandaşıyız elbet İsrail bize bir şey yapamaz. Fakat şunu da unutmayalım ki Yahudi çok kindardır. Burada yaşanacak herhangi bir olumsuzluğu asla unutmaz ve acısını Filistinlilerden çıkarır. Bu yüzden sessiz bir şekilde içeriye girin.”
Vallahi kalbim acıyor ey Filistin! Ey Kudüs! Sen misin esir yoksa biz mi?
İçeriye girme sırası bize geliyor. Ağır adımlarla ilerlerken sol tarafımızda bekleyen Filistinli gençlerle bakışıyoruz. Biz içeriye girebiliyorken onlar giremiyor. Öz vatanında bu zülüm arşı alayı titretmeyecek mi? Üzgün ve utanç içerisinde mescidin avlusuna giriyoruz, hiç kimsede çıt yok. Taş merdivenleri çıkıp Kubbetu’s Sahra’nın önünden geçip Mescid-i Aksa’ya varıyoruz. Mescide girer girmez herkesin ibadet ettiğini görüyorum. Kimisi namaz kılıyor, kimisi Kur’an okuyor, kimisi ilmi ders halkaları oluşturmuş ders yapıyor. Murabıta bayanlar aramızda dolaşıyorlar. Gözlerim Hanady Halawani’yi arıyor ama göremiyorum. Teheccüd namazlarını kılıp bekliyorum. Bir murabıta ablamız ayağa kalkıyor ve ellerini açıp dua etmeye başlıyor. Ne söylediğini net anlayamıyorum fakat çok güzel şeyler söylediğinden o kadar eminim ki! Yürekten âmin ablacığım… Küçük bir kısmını anlıyorum sadece diyor ki, “Hazreti İbrahim’i ateşten çıkardığın gibi Aksa’nın gençlerini de selamete çıkar. Allah yolunda öldürülenlere ölüler demeyin onlar diridirler lakin siz anlayamazsınız. Onlar Rableri katından rızıklandırırlar.”
Sabah ezanı okunmaya başlıyor. Ezanı dinlerken mescidin pencerelerine gözüm çarpıyor. Bazı camlar kırık ve onarılmamış, nedenini rehberimiz sonradan açıklıyor. Geçtiğimiz ramazan ayında İsrail, Mescid-i Aksa’ya saldırdığı zaman bu camlar kırılmış ve onarılmasına İsrail müsaade etmemiş. Camlar da olduğu gibi öylece kalmış. Sabah namazımızı eda ettikten sonra kahvaltı için otele dönmemiz gerekiyor. Mescitten çıkmadan bir kedi görüyorum. Bir köşede oturmuş gelen giden başını okşuyor, hiç istifini bile bozmayan kedi bile Müslümanın merhametinden emin ve huzurlu. Dış kapıda sadaka toplayan abiler bekliyor. Bahçeye çıktığımda grubumuzun tamamının daha toparlanmadığını görünce onları bekliyoruz. Rehberimiz gelip biraz daha beklememizi söylüyor. Grubumuzdaki erkekler Afganî grupların zikir halkalarını ziyarete gitmişler. Burada sabah namazından sonra farklı farklı noktalarda zikir halkaları oluşturuluyormuş. Bahçede beklemek fikri bana mantıklı gelmedi. Burada bir dakika bile boş geçsin istemiyordum. Kıble Mescidi’nin altında bulunan Kadim Mescid’i görmek istedim. Kimse gelmeyince de tek başıma gitmek durumunda kaldım. Uzunca merdivenleri ine ine bitirdim sanıyordum ki koridorun sonunda bir daha merdiven olduğunu fark ettim. O merdivenleri de aşıp asıl güzel olan yere vardım. Burası bazı rivayetlere göre Hz. Süleyman’ın (Aleyhisselam) namaz kıldığı minberin bulunduğu yer. Kıble Mescidi’ni yapmak için yerin düz olması gerekiyormuş ve zemin düzleştirilirken yer altında bir boşluk oluşmuş. Hristiyanların hakimiyeti zamanında ahır veya çöplük vs amaçlarıyla kullanılırken Müslümanların birleşmesiyle mescide dönüştürülmüş. Kadim Mescid’de zemini düzleştirirken yer altındaki boşluklar da oluşmuş. Mescid-i Aksa’nın genelinde olduğu gibi kadim mescitte de hanımlar ilim öğrenir, hafızlar yetiştirir, öğrenciler ödev yapar. Kadim Mescid’in bir kütüphanesi de var. Burada da çalışmalar yapılır ve birçok kitap bulunur. Serin bir mescit olduğu için cuma namazlarında erkekler tarafından tercih edilebiliyor ama öncelik yukarıdaki mescitleri doldurmak oluyor. Meymune binti Sa’d’ın (Radiyallahu Anha) Peygamber Efendimiz’den (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) rivayet ettiği hadiste, Mescid-i Aksa’ya gitmemiz ve gidemezsek zeytinyağı göndermemiz istendiği için buraya gönderilen zeytinyağları o kadar artar ki bunları depolamak için kuyular oluşturulur. Zeytinyağları Kadim Mescid’de depolanır. Ama bu yer, Kadim Mescid’in altında yer aldığı için tehlike oluşturur. Çünkü zeytinyağı yanıcı bir maddedir ve patlama ihtimali vardır. Bu yüzden zeytinyağlarının Mescid-i Aksa’nın avlusundaki kuyulara konulduğuna dair görüşler vardır. Bu bahsettiğimiz hadis çok bilinir fakat bilmeyenler için hadisi tekrar buraya yazmak isterim.
Meymûne binti Sa’d (Radıyallahu Anha) rivâyet ediyor, “Dedim ki, ‘Ey Rasûlallah! Bize Beytu’l Makdis’i anlat.’ Dedi ki, ‘Orası ‘Haşir’ ve ‘Neşir’ yeridir. Oraya gidiniz ve namaz kılınız. Oradaki namazın ecri (sevabı) başka yerdekilerin bin katıdır.’ Dedim ki, ‘Buna gücümüz yetmezse?’ Dedi ki, ‘Kandillerini (Mescid-i Aksa) aydınlatacak yağ gönderiniz. Kim bunu yaparsa, sanki oraya gitmiş gibidir.’” (Sünen-i Ebi-Dâvûd, İbn-i Mâce)
Evet kardeşlerim, bu zamanın zeytinyağları oraya gönderilen nakdi yardımlar olabilir mi? Ya da Resulullah’ın da uyguladığı gibi Yahudilerin mallarına boykot uygulamak ve buna kararlı bir şekilde devam etmek de zeytinyağı hükmüne geçebilir mi? Bu vesileyle hatırlamış olalım ve Allah için boykota ömürlük olarak başlayalım. Ayrıca Kadim Mescid hakkında bir rivayette Efendimiz'in (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) miraç gecesi, Burak’ı bağladıktan sonra bu uzun koridor olan alanı takip ederek, Kubbetu’s Sahra’nın olduğu alana gittiğidir. Mescitte beklerken bazı bayanların sesi geliyor. Rehberleri kendilerini gezdiriyor ve onlara anlatıyor. Çekik gözlü bu insanlar Endonezya ya da Malezyalı olabilirler. Minberin önüne gelince ağlamaya başlıyorlar. Ardından namaza duruyorlar.
İki tane taş sütun bulunuyor burada ve bu sütunlar demir parmaklıklar ile korumaya alınmış. Rivayetlere göre Hz. Süleyman (Aleyhisselam) burada mabedi ilk inşa ettiği zaman cinler de yardım etmişler ve bu sütunları cinler buraya yapmışlar. Davut (Aleyhisselam), Rabbimizin emriyle Beytu’l Makdis’in inşaatını başlatmış fakat ömrü kifayet etmemişti. Bunun üzerine Süleyman (Aleyhisselam) cinleri toplamış onlarla birlikte Beytu’l Makdis‘in inşasını tamamlamış. Etrafına da 12 mahallesi olan bir şehir kurdurmuş. Bu yüzden bazı kaynaklarda Mescid-i Aksa için peygamberlerin ve cinlerin inşa ettiği mescit olarak da geçer. Bayanlar namazlarını kılıp mescitten ayrılıyorlar ardından ben de iki rekât mescit namazı kılıp mescitten ayrılıyorum. Bahçede toplanan grubumuzla otele dönüyoruz zaten gün çoktan aydınlanmış ve Aksa’nın avlusunda bir sürü güvercin uçuşuyor. Bazı insanlar buğday atıyor yerlere. Yer ve gökyüzü güvercinlerle dolmuş, huzur veren bir hava var. Kadim Kudüs sokaklarında ilerlerken grubumuzdaki iki tane yaşlı teyze İsrail askerlerinin önünde duruyorlar ve dua etmeye başlıyorlar. İnanabiliyor musunuz? İsrail askerlerine dua ediyorlar. Askere diyor ki:
- Allah size güç kuvvet versin
Şok olmuş bir şekilde teyzeye bağırdım.
-Teyze ne yapıyorsun, neden onlara dua ediyorsun?
-Ama bunlar asker değil mi?
-Asker asker ama bizim askerimiz değil, onlar düşman askeri, dedim.
Çok üzücü bir durum Allah çoluğumuzu çocuğumuzu ve yaşlılarımızı da bilinçlendirsin. Nasıl bir davaları olduğunu bilsinler.
Sokak aralarında kapılarına çıkıp ellerinde ikramlıklar ile bekleyen çocukları görüyoruz. Bu çocuklar bize ev sahipliği yapıyorlar. Kimisi şeker, kimisi hurma, kimisi de termoslarda demlediği naneli çay ikram etmek için bekliyorlar. Teyzenin dua ettiği İsrail askerleri önümüzde yürüyor. Aramızda belki 10 metre var. 6-7 yaşlarında bir erkek çocuğu evin kapısında elinde termosu ile bekliyor. İsrail askerleri önünden geçerken bir şeyler söylüyor ve küçük çocuk bir tekme atmaya çalışıyor askerlere. Askerler irkilip sıçrıyorlar ama tekme isabet etmiyor. Bu defa elindeki kâğıdı askerlere doğru fırlatıyor. Askerler tekrar sıçrıyorlar ve yollarına devam ediyorlar. Bizi görünce de çay vereyim mi diye soruyor. Filistinli çocuklarda olan heybet ve feraset maalesef ki bizim yaşlılarımız da bile yok. Ah çocuk, yüreğim kıpır kıpır senin için. Boy hizasına eğilip başını okşadım ve ellerimle harika işareti yaptım. Birbirimize bakışıp gülüştük. Güzel çocuğum ne haldesin? Şimdi ne yapıyorsun veya yaşıyor musun? Bilmiyorum. Ah keşke doya doya bağrıma bassaydım seni. Belki çoktan şehit oldun, belki de geleceğin şehidisin bilmiyorum ama en çok da seni özledim…