Tüm benliğimizle hayatın içinde olduğumuzu bize hatırlatan en âlâ duygu nedir, sizce?
Bir başka deyişle; yaşıyor olduğumuzu kafamıza dank ettiren şeyi bulup ona isim koyan var mı aramızda?
Ne dersiniz?
Cevabı duymama lüzum yok aslında. Mühim olan verecek bir cevabımızın olup olmadığı… Ya da bunun üzerine kafa yorup yormadığımız belki de.
Evet, insanız! Bir yaşamın orta yerinde imtihandayız. İyisi kötüsüyle, eksiği gediğiyle, artısı eksisiyle ya-şı-yo-ruz. Yaşamaya çalışıyoruz aslında. Hayata alışmaya… Dünyayı kanıksamaya… Duygularımızı anlamaya… Yolumuzu bulmaya… Sezgilerimizi dinlemeye… Yeteneklerimizi kullanmaya… En mühimi de insan kalmaya çabalıyoruz. Arzu ve beklentilerimizin bizi esir almaması, nefis ve şeytanın duygularımıza hâkim olmaması için mücadele ediyoruz.
Ne var ki; hayatın engebeli yollarında ayağımız taşa takılmasın uğraşı verirken kendimizi bin takla atarken buluyoruz. Çabalıyor, çırpınıyor ama yine de yerimizde sayıyoruz. Mücadelenin orta yerinde şevkimiz kırılıp paramparça oluyor aniden. İşlerin sarpa sardığı gerçeği, bir tokat olup yüzümüzü yakıyor; umutsuzluğun bin bir tonunu yaşıyoruz. Tam her şey yolunda gidiyorken koca bir kayaya denk geliyor; bu da nerden çıktı karışımlı, tuzlu-ekşi-acı içkimizi yudumluyoruz. İnsan kalmak ne zor diyoruz.
Sonra birden bir rayiha yayıyor sinemize. Çırpınıp durduğumuz yerin bir bataklık mı yoksa gül bahçesi mi olduğunu düşünmeye başlıyoruz. Yer değiştiriyor algılarımız. Yol alıyor duygularımız. Yön buluyor düşüncelerimiz. Yer ediniyor içimizde bir yerlerde, âlâ bir his. Tutup elimizden kaldırıyor bizi. Üzerimizdeki tozu silkeliyor. Sindirmek üzere olduğumuz kiri temizliyor. Adeta Ben-i Sad dağlarında minik Muhammed’in (salat ve selam üzerine olsun) göğsünü yaran, kalbini paklayan elçiler misali yarenlik ediyor bize. Bir mürşidi kâmil edasıyla doğrultuyor benliğimizi. Yüzünü, gözünü siliyor kulluğumuzun. Misk-u amber kokuları sürüyor ruhumuzun bileğine. Ve fısıldıyor: Beşer şaşar.
Tüm bunlar yaşanırken, o kısacık zaman diliminde; melekler âleminde hissediyoruz kendimizi. Ya da belki rüyalar âleminde. Mutluyuz, mesruruz… Yüce yaratanımızı aşk ile tesbih ediyor; tüm noksanlıklardan beri tutuyoruz. Varlığını, kudretini yakinen tadıyoruz. Ne denli büyük ve güçlü olduğunu iliklerimize değin hissediyoruz. Var olduğunu, her halimize şahit olduğunu, bizimle olduğunu idrak ediyoruz. Sevgimiz dağlardan büyük… Umudumuz korkularımıza galip… Şaşkınlığımız hayrete, bezginliğimiz gayrete dönüşüyor. Büyümek, büyümek, büyümek istiyoruz. Sadık Ebubekir misali tüm benliğimizle kâinatı doldurmak; güzellik, iyilik ve hayır namına ne varsa vesile olmak istiyoruz. Elimizde değnek; kötülüğü iyiliğe, çirkinliği güzele, günahları sevaba çevirmeye can atıyoruz.
Tam o esnada bir rayiha yayılıyor benliğimize. Yeniden… Bu sefer ki başka. Tadı da tonu da… Hani bir balona bir iğne batırırsın ya! Aniden sönüveriyoruz. Haddimizi aşmışız, o an anlıyoruz. Elimizde değnekle kalakalıyoruz. Bir yutkunuyor, iki yutkunuyor üçte siniyoruz. Adeta annesinin antika vazosunu kırmış bir çocuğun mahcubiyetiyle korkudan titriyoruz. Ben ettim sen etme diyor her halimiz. Şeytan gediği bulmuş, kibri solutmaya yeminli, anlıyoruz. Boynumuz yana düşüveriyor. Umutsuzluk tonları geldi gelecek; durun diyoruz. Rabbimizin engin hoşgörüsüne sığınmayı salık veriyor bir yanımız; affet diyoruz. Öyle nasuh ki tevbemiz… Ve öyle harlı ki pişmanlığımızın alevi; nefes nefes af dileniyoruz. Derin mi derin bir ah ile çocuklar gibi şen şakrak, sevinmeye başlıyoruz. Tevbemiz damgalı, pullu beyaz bir dilekçe misali indimizde. Reddedilmemiş, gönülden inanıyoruz.
Sonra yine sil baştan! Tuzlu-ekşi-acı içkimizi yudumluyoruz…
Ah, öyle bir med cezir ki bu!
Sahi, aymazlığın pençesinde kıvranan yüreklerimize şifa nerde? Derdimize deva nerde? Kulluğumuza vefa nerde?
Peki ya, iddia ettiğimiz gibi aşıksak sadakatimiz nerde?
Evet, insanlarız! Bir yaşamın orta yerinde imtihanlardayız. İyisi kötüsüyle, eksiği gediğiyle, artısı eksisiyle ya-şı-yo-ruz her birimiz. Yaşamaya çalışıyoruz. Ama müstesna ve ehem bir şeyi ıskalıyoruz sanki.
Neyi mi? (Âcizane kanaatim…) En güzel bir örneğimiz olduğunu…
“Andolsun ki; sizden Allah’a ve ahiret gününe kavuşmayı uman ve Allah’ı çok zikredenler için Rasulullah’ta en güzel bir örnek (üsve-i hasene) vardır.” (Ahzâb / 21)
O (salat ve selam üzerine olsun) öyle bir insan ki; kulluğun her tonuna şahit olmak mümkün onda.
Hataları, sevinçleri, elemleri ve hüzünleriyle… Yaşantısı, uygulamaları, yaklaşımları ve halleriyle… Gelişi, gidişi, gülüşü ve ağlayışıyla… Savaşı, barışı, antlaşması ve emanıyla… Eşliği, babalığı, önderliği ve kulluğuyla… Acısı, tatlısı, yası ve duasıyla insanoğlu insan ve elbette Allah azze ve cellenin elçisidir kendisi.
Ne diyorum biliyor musunuz?
Şöyle bir pencere açılsa önümüzde. An be an neler yaptığını gözetleyebilsek Gül Yüzlü’nün… İnsan kalışına şahit olabilsek… Yaşamın zorluklarını nasıl göğüslüyor, bilebilsek… Kulluğun zevkine nasıl varıyor, anlayabilsek…
Onun kadar kul olabilir; yaşamdan Onun gibi tad alabilir miyiz, dersiniz?
Ve sorsak cenab-ı âline. Yaşamı lezzetlendiren en âlâ duygu nedir, diye. Cevabı ne olur sizce?
Evet, öyle müstesna bir penceremiz yok ama mümtaz şahsiyetlerimiz var. Ay Yüzlü’yü görmüş, dinlemiş, dizinin dibinde dinlenmiş…
İşte, Süfyan b. Abdullah es-Sekafi (RA) veriyor bir cevabı: Doğruluk!
“Allah’a iman ettim de, sonra da dosdoğru ol.” (Müslim, İman, 62)
İşte, Şeddâd bin Evs (RA) veriyor bir başka cevabı: İhsan!
“Allah, her işte ihsanı (güzel davranmayı) emretmiştir.” (Müslim, Sayd ve Zebâih, 57)
Nasipliler; Nur Yüzlü’yle aynı havayı soluyanlar, birbirinden kıymetli cevaplar vermekteler. Şu debdebeli ruh halimize en evla cevabı sunan ise Ebu Hureyre (RA):
“Mümin, yeşil ekine benzer. Rüzgâr hangi taraftan eserse onu o tarafa yatırır (fakat yıkılmaz), rüzgâr sakinleştiğinde yine doğrulur. İşte mümin de böyledir; o, bela ve musibetler sebebiyle eğilir (fakat yıkılmaz). Kâfir ise sert ve dimdik selvi ağacına benzer ki; Allah onu dilediği zaman (bir defada) söküp devirir.” (Buhârî, Tevhid, 31)
Sünnet-i Seniyye ile ihya bir ömür temennisiyle…
Elif Yüksek | Nisanur Dergisi | Nisan 2022 | 125. Sayı
Yorum yap