Amine BaranYazarlar

İman, hayata hayat olmayınca

Hiçken bir ruh ile var olan cesedi anlamlı kılan; iman ile eserlerin yeryüzüne intişarında, mana bulan nazarın ta kendisidir. O nazarın kalbe nüfuzu, kalbin akla teveccühü, aklın ilmek ilmek lisana zuhur edişidir.

“Hiç”i var eden, cesedi eşreful mahlûkat kılan, sair varlıklardan ayrı kılan; ruhun mevcudatın tamamıyla maneviyat eksenli alakalanmasından başka ne olabilir? Şayet o alakalanma yok ise; kuru cesedin nebat ve hayvanattan ne farkı kalır? İmanın ışığının alakalanmadığı insin, kalbinde hayat var mıdır? Yahut hayat esasında imanın diğer adı mıdır? İman hayatsa, iman ile hemhal olmayan hayattan hayat çıkınca geriye ne kalır?

Buyurun suallerin cevaplarını Üstad Bediüzzaman’dan alalım…

İman, hayata hayat olmayınca, “Belki ehli delaletin ve gafletin hayatı, belki vücudu, belki kâinatı bulunduğu gündür. Bütün geçmiş zaman ve kâinatlar, onun delaleti noktasında ma’dumdur, ölmüştür. Akıl alakadarlığı ile ona zulümatlar, karanlıklar veriyor. Gelecek zamanlar ise itikatsizliği cihetiyle yine madumdur. Ve adem ile hasıl olan ebedi firaklar, mütemadiyen onun fikir yoluyla hayatına zulümatlar veriyorlar.” (Gençlik Rehberi)

İnsanı kıymetli ve değerli kılan tek şey, iman nazarı ile âlem-i arzı temaşa ederek mana bulmasıdır. İmanın hayata hayat olması işte budur. İmandan nasibini alamayan kalbin, delalet ehlinin ve gafletin hayatı, var olduğu gün belki de içinde bulunduğu kâinatta bulunduğu tek gününden ibarettir. Var oluşunu hesaba katmayınca gafil, geçmişini öldürür, içinde bulunduğu anı öldürür, istikbalini madum kılar. Kâinatta yok olmak için kışı bekleyen, kış gelince yuvasına çekilen her nebat onun nazarında bir yok oluştur, ölümdür. Ayrılıklar ona zulüm, düşünceler ona karanlıktır.

İman, hayata hayat olmayınca ruh yük, beden yük, gönül yük, dünya yüktür insana. Ve dahi hayat gam, ölüm keder, ayrılık acı, gece karanlık, gündüz karanlıktır. Nihayetinde insan kıymetsiz, ruhu değersiz, yaşamı anlamsız ve nazarı manasızdır…

“İman hayata hayat olsa, o vakit hem geçmiş, hem gelecek zamanlar imanın nuruyla ışıklanır ve vücut bulur. Zamanı hazır gibi ruh ve kalbine iman noktasında ulvi ve manevi ezvakı ve anvarı vucudiyeyi veriyor.”

Geçmişin ve istikbalin aydınlık olarak nazar edilmesi, ışıklanması yalnızca imanın hayata hayat olmasıyla mümkün olur. İman eşyayı düşünmekten ziyade tefekkür ile âlemi seyrin nihayetinde Allah’ı zikretmektir. İmanın nurunun kalpte zuhur etmesi işte budur. İtikad ile her an canlı, her geçmiş ve gelecek zaman hayat doludur. Solan çiçek yeniden dirilmenin, batan güneş yeniden doğmanın habercisidir. İman gönüllere ziya olunca değil karanlıklar, batışlar, ölen bitkiler, hakiki anlamdaki ölüm gerçeği bile ızdırap ve zulümat değil, yeniden kavuşmanın habercisidir.

Yani yalnızca eşya ile ilgilenmek gerçek manada hayat değildir. İmanın olmadığı gönül, esasında hayatın asıl manasından uzaktır. Varlık âleminin her zerresine işlemiş Halık-ı Rahman’ın isimlerinin tecellilerini göremeyen nazar, gönle, kalbe asıl hayatı bahşedemez. Yalnızca imanın envarıyla ziynetlenmiş ceset ve ruh ikilisi asıl mevcuatın hayat bulmuş halidir.

“İşte hayat böyledir. Hayatın lezzetini ve zevkini isterseniz, hayatınızı iman ile hayatlandırınız. Ve feraizle ziynetlendiriniz. Ve günahlardan çekinmekle muhafaza ediniz.”  

Zahirde cennet bahçesi, batında cehennem çukurlarından bir çukur olan fani dünyanın içinde barındırdığı fani lehviyatın sevinci kısa, kederi ise uzun olur. Ahirin de elemi ziyadeli, bedeli ağırdır. Ziynetlendirmek o hayata ışık tutmak, fani olan dünyanın içerisinde, bekaya yolculuk için azık toparlamak; hayatın lezzetini, zevkini tadabilmenin en kestirme yoludur. Üzerine feraizlerin eklenmesi ise imanı muazzam derecede süsleme sanatıdır.

Günahlardan sakınmak ise hepsini en samimi ve ihlâs ile icra etmenin en temel esasıdır. Birbiri içine girmiş, birbirine rabd olmuş hakikatler zincirinden ve halkasından bir başka mercie teveccüh etmek, iki dünyanın da saadetini elinin tersiyle gerisin geriye itmekten başka bir şey değildir. Zira kıymetli kalabilmek, nazar etmeye; nazar edebilmek, kalbe ve gönle, kalp ve gönül imana; iman ibadete ibadet ise kulun haramlardan sakınma derecesine göre kendini izhar eder.

Hâsılı; hiçken var eden, iman ve onun hakikatleridir. İnsanı değerli kılacak olan ruhun, kalbin maneviyat eksenli mevcudat ile alakalanmasından başkası değildir. Evet, şayet o alakalanma yoksa cesedin sair mahlûkattan hiçbir farkı yoktur. Ve keza imanın ışığının alakalanmadığı insanların kalbinde hayat da yoktur.

Ve evet! Hayat esasında imanın bir diğer adıdır. Nihai olarak iman hayatsa; iman ile hemhal olmayan hayattan hayat çıkınca geriye ölüm kalır! Mazinin ölümü, istikbalin ölümü, alemin ölümü, insanın kalbine filizlenmek üzere atılan maneviyat tohumlarının ölümü, kalbin ölümü, dünya hayatında lehviyyat uğruna harcanan zamanın ölümü…

Tohumları maneviyat ile filizlendirerek hayatını iman ile hayatlandıranlardan olabilmek ümidiyle efendim…

Selam ve dua ile.

Amine Baran | Nisanur Dergisi | 80. Dayı | Temmuz 2018

Comments (1)

  1. Selamünaleyküm.
    Bu yazıyı 30 kasım 2018 tarihinde doğru haber gazetesinden okudum. Fakat yazının ilk paragrafından sonra okumayı bıraktım.ben anlıyor olabilirdim fakat okumaya yeni başlayan, kültür seviyeleri düşük abi ve ablalarımızı düşündüğüm de bu paragraftan hiçbir şey anlayamayacaklarını ve yazının devamını getirmeyeceklerini fark ettim.Öyle ya; ben 10 yıldır İslam eserleri okuyan biri olarak;
    “hiçken bir ruh ile var olan ceseti anlamlı kılan iman ile eserlerin yeryüzüne intişarında mana bulan nazarın ta kendisidir”cümlesini anlamakta zorlanıyorsam eğer,bu eline henüz yeni gazete ulaşmış, yeni okuma yazmayı sökmüş abilerim ablalarım ne yapsın?

    Durumu istişare etmeniz temennisi ile Allah’a emanet olunuz.

Yorum yap