Sümeyye ÖzbayYazarlar

Bir Şehidin Bir Ömre Şahitliği

Şehid… Bütün ömrüyle “Lâ ilâhe illâllah Muhammeden Rasulullah” hakikatine şahitlik eden…

Şehid… Ona verilen hayat sermayesini Allah yolunda harcayıp yine o yüce yolda canını feda eden…

Şehid… Kıyamet günü misk kokulu kanıyla gelecek olan…

Şehid… Ölmeyen, bilâkis idrak edemeyeceğimiz ölçüde diri olan…

Şehid… Yalnız ölümüyle değil ömrüyle de bir hakikati, bir şiarı önümüze koyan…

Ey şehid! Yolun yolumuz olsun!

Nice şehidler geldi geçti bu fani dünyadan. Nice canlar yaşamı ve ölümüyle “Lâ ilâhe illâllah Muhammedun Rasulullah” dedi. İşte onlardan biri de Ali Karakaş, namı diğer Küçük Ali…

1992/Nusaybin

Ali, babası ve abisi örgüt mensubu olan zengin bir ailenin çocuğudur. Arkadaşlarının vesilesiyle cami sevgisi gönlüne nakşolan Ali, artık bir Kur’an talebesidir. Gittiği camide İslam davasını omuzlamış, tebliğ vazifesine benliğini adamış kişilerle tanışır ve küçük yaşında o da kendini İslam’ın kollarına bırakır. O günden sonra İslam davasını dert edinen Ali, müreffeh hayata tamah etmez ve bir iftitah tekbiriyle arkasına atar tüm dünyalıkları.

İslam’a düşmanlık besleyen babası, Ali’deki değişimden rahatsızlık duymaya başlar. Ona kendi doğrularını dayatarak gittiği yolu terk etmesi gerektiğini söyler. Küçük Ali, babasına saygısından ödün vermez ama davasından da vazgeçmez. Ne acıdır ki Ali’yi vazgeçiremeyen öz babası ve abisi, onu ölümle tehdit etmeye başlar. Onlara göre Ali, bu tehditlerden sonra akıllanacaktır. Bilmezler ki Ali, her işini Allah için yapmakta ve O’nun (CC) yolunda hiçbir tehditten korkmamaktadır…

Günler böyle geçip giderken örgüt, o dönem Mihail Bayro (Mixo) isimli sorumlu militanının öldürülmesiyle sarsılır. Bu darbenin öfkesiyle harekete geçen örgüt, destekçilerine haber göndererek: “Çevrenizdeki dindarlara baskı yapın, onları yollarından döndüremiyorsanız öldürün!” emri verir ve bir kez daha mazlumların üzerine zulüm kusar. Babası ve abisi de Ali’ye tam olarak bunu yapar.

Küçük Ali, büyük yüreğiyle tehditlere boyun eğmez ve Kur’an derslerine devam eder. Vuslat hasretiyle geldiği camide, arkadaşı Abdurrahman ile helâlleşir. Abdurrahman, Ali için endişelidir; ancak Ali’nin yüreğinde korkudan eser yoktur. Akşam olmuş, Ali son kez evinin yolunu tutmuştur. Gözünü kin bürüyen baba, Ali’nin içeri girmesine fırsat vermeden, baba şefkati yerine kurşunları yağdırır evladının üzerine…

İslam düşmanları tarih boyunca Müslümanlara saldırmaktan vazgeçmediler. Baba ile evladı, amca-dayı ile yeğeni birbirlerine kırdırdılar. İnkâr ateşi öyle bir ateş ki; yüreklerdeki sevgileri yakıp kül etti. Rasulullah (SAV), öz amcası Ebu Leheb ile imtihan oldu. Mus’ab bin Umeyr annesi, Halid bin Velid babası ile… Ve daha niceleri…

“Küçük Ali’m gelmedi bugün güllerim yaslı,

Kara gözlüm neredesin annenin gözü yaşlı.

Bir başka baharda mı gülecek gözlerimiz?

Bir baba mermisi mi görecek yüreğimiz?” diye devam ederken dinlediğim ezgi, beni uzunca bir tefekküre sürükledi. Her şehit bir şahit, her şehit bir örnek, her şehit bir ibret bizlere, Ali misali…

O şehit edildiğinde sadece 14 yaşında bir çocuktu. Yaşının küçüklüğü nispetinde imanı büyük bir şehit… Gönlü öylesine iman dolu ki; iman yoksullarının tahammüllerini zorladı, daha 14’ünde. Bir Bedir daha yaşandı, baba kurşunuyla toprağa düşen Ali’nin şehadetiyle.

Daha gencim. Yaşlanınca namaz kılar, oruç tutarım” diyenlere büyük bir örnektir. İmtihanın ağırlığından şikâyet edip “başım derde girerse” diyerek başın da sahibi olan Allah (CC)’tan değil kullardan korkanlara bir örnek… Şehit olmayı yalnız savaş meydanında öldürülmek sananlara, şehit olmak için şehitçe yaşamak gerektiğini gösteren bir numune…

Küçük Ali, adı gibi… On yaşında iman edip Rasulullah (SAV)’ın yanında yer alan Hz. Ali misali, 14 yaşında sırtladı davanın yükünü. Kimsenin Rasulullah (SAV)’a destek çıkmadığı dönemlerde “Ben ya Rasulullah!” diye atılan Hz. Ali gibi o da İslam yolunda sağına soluna bakınmadan“Ben!” diyerek atıldı mücadeleye. “İyi bilin ki! Allah’ın dostlarına korku yoktur, onlar üzülmeyeceklerdir.” (Yunus Suresi 62) buyuruyor ya Rabbimiz; Ali de korkmadı, korkutulamadı.

Daha nice hayatlar var okuyarak, dinleyerek, görerek şahit yazıldığımız. Bu hayatları öğrendikçe anlıyoruz ki; dava yolunda ne yaşın ne cinsiyetin ne de ırkın bir önemi var. Biz ki “Üstünlük ancak takvadadır.” (Hucurat / 13) ölçüsüne sahip bir ümmetiz.

İman öyle bir hakikattir ki; onu kuşanan kişi zayıf olsun güçlü olsun fark etmez, kâfir için tehdit görülür. Bu hakikati Rasulün (SAV): “Allah benim korkumu düşmanlarımın kalbine bir aylık mesafeden salıverdi.” (Buhari) sözlerinde görüyoruz.

İman öyle ki; Habeşî köle Bilal (RA)’e kayalara göğüs gerecek, Habbab bin Eret (RA)’e kızgın taşları döşek eyleyecek bir güç verendir. Bedeninin zayıflığı dillerde olan Abdullah ibni Mes’ud (RA)’a, canı pahasına müşriklere ilk kez Kur’an okuma cesaretini verendir. Biz imanın gücünü, hem kadın hem de köle olan İslam’ın ilk şehidi Sümeyye’de gördük. Ve işte bugün henüz 14’ündeki Ali’nin şehadetinde idrak ediyoruz.

“On dördünde gül yüzlüm yine bahar gelecek

Göreceksin şehadet ne müjdeler verecek…” diyordu ezginin devamında.

Evet, dava yolu dikenlidir. Lâkin gül kokusu almak için diken tutmayı göze almak gerekir. Rasulullah (SAV), O’nun izinden giden sahabe-i kiram ve daha binlerce mü’min bu çileli yoldan geçtiler. Hakiki iman ile sabrederek imtihanlarını kazandılar. Rabbimiz onlardan, onlar da Rabbimizden razı olmuştur. Şehadete erişip, “Cennetime girin” müjdesine nail oldular.

Ey Rabbimiz! Bizleri Allah’a verdikleri sözü yerine getiren ve sırasını bekleyen mü’minlerle haşret…

Sümeyye ÖzbayNisanur Dergisi | Şubat 2020 | 99. Sayı

Yorum yap