Hayatının ilkbaharında çetin bir kışı yaşıyordu. Ama bu kışın sonundaki bahar, mahzun yüreğine bir nebze de olsa su serpiyordu. Muhaceretı hep kitaplardan okumuştu. Fakat yaşamak bambaşka bir duyguymuş meğer… Davasına sevdalı, davası için kavgalı bir yürek…
Bu uğurda en azizlerini feda eden henüz eli kınalı bir gelindi. Hayalindeki dava evliliğini yapmış, tercihini haktan yana koymuştu. Fakat güneşten rahatsız olan yarasa karakterli insanlar, güneşin doğmasından korktukları için onları sürgüne zorlamışlardı. Hem de Müslüman geçinen bir toplum tarafından.
Tarih tekerrürden ibarettir, demişler. Artık hicret yolu gözükmüştü. Onlar artık bu aziz dava için muhacir olmuşlardı. Fakat onları kucaklayacak ne bir Medineleri ne de misafir edecek bir ensarları vardı. İşin enteresan yönü bu durum onları çok mutlu etmişti. Zira aziz İslam için çekilen meşakkatlerin, onları her gün biraz daha rızayı ilahiye eriştireceğinin bilincindeydiler. O nedenle “Hicret, dünya ve içindekileri elinin tersi ile iterek Allah ve Resulü’ne koşmaktır.” diyerek, kutlu yola çıktılar.
Derme çatma bir evde, hatta farelerin cirit attığı, yılanların evin damına yuva yaptığı, gariban bir köy evinde hayatlarını; davalarına hizmet adayarak idame etmeye çalıştılar.
Fakat artık öyle bir gün geldi ki; ne yiyecek bir ekmek ne de bir kaşık yemekleri kaldı. Mahzun oldu evin reisi, tedirgin oldu. “Biz burada açlıktan öleceğiz” dedi. Hemen ardından, Hacervari bir teslimiyet yetişti imdadına;”Hamd olsun bu gün evimiz Peygamberin evine benzedi” diye. Arş-u aladan duyuldu bu hoş tevekkül ve sabır sedası…
Hemen yetişti melekler…
Sonra düğümlendi boğazda tüm heceler…
İbrahimî teslimiyet ve tevekkülün (bu dünyada o anki) karşılığı, altın bir diş olmuştu.
Kışlık montunu çıkartmak için nakışlı bohçasını yere seriverdi. Eliyle kontrol ediyordu “belki unuttuğum para falan varsa ekmek alırız” diyordu.
Elini cebe atar atmaz sert bir cisim geldi eline…
O da ne? Altın bir diş!
Bugüne kadar ilk defa altın bir diş görmüştü.
Bu nasıl olurdu? Işıl ışıl, hiç kullanılmamış… Neden para değil, sıradan bir altın değil de altın bir diş? Sanki biri bunu özel yerleştirmişti o cebe. Panikten bir an Rabbinin açık bir ikramı olabileceğini unutuvermişti. Az önceki sözleri geldi aklına. Hemen tefekkür gözlüğüyle irdeleyince,
“Demek ki bizim tevekkülümüz Rabbimizin hoşuna gitmiş” diyerek, hıçkırdı. “Rabbim biz bu ikrama layık değiliz. Sana yüz binlerce kez hamd olsun ki, bizi Senin yüce ve aziz rahmetinle tanıştırdın.”
O günün parasıyla Allah için sadece bir gün aç kalan genç çift, o altın diş ile bir aylık yiyeceklerini temin etmişlerdi.
İşte bu noktada, “Kim Allah için olursa Rahman da onun için olur.”
Rabbim, kendisi için yaşayan ve yine o güzeller güzeli rızası için can veren kullarından eylesin bizi.
*Bu yazı, 2000’li yıllarda yaşanmış bir olaydan esinlenerek hazırlanmıştır.
Esma Akbalık | Nisanur Dergisi | Kasım 2018 | 84. Sayı
Yorum yap