Hamd, her şeyin âza ve cihazatını birbirine uygun yaratan Bâri olan Allah (CC)’a, salât ve selam tüm varlıklara dost, onlarla uyumlu olan Rasulüne olsun.
Uyumlu yaratılan, uyumu görmeyi seven, uyuma müştak dikkatli nazar sahipleri, yüze uygulanan estetik operasyonları fark etmekte gecikmezler. Kimilerinin dediği gibi, operasyon yapılan bölgenin altındaki ince çizgi değildir bu farkındalığı oluşturan. Kendi başlarına güzel olsalar da bir aradayken uyduruk durmalarıdır onları ele veren.
“O Allah (CC) ki, Hâlık’tır, Bâri’dir, Musavvir’dir. En güzel isimler O’nundur.” (Haşr/24) Yokluktan çekip alan Hâlık, yontup uyumlu hale getiren Bâri, şekil vererek güzelleştiren Musavvir’dir O(CC). İncir yaratmayı dileyen Allah (CC), incirin çekirdeğine incir ağacının planını Hâlık ismiyle yerleştirmiş, geçirilen aşamalara uygun suretler giydirip güzelleştirmeyi Musavvir ismiyle yapmış, her basamağa uyum katarak Bâri ismiyle onu diğer meyvelerden ve diğer incirlerden farklı kılmıştır.
İnsan, yaratılışı ile Hâlık esmasını, şekil ve güzellik sahibi olmasıyla Musavvir esmasını, uyumlu ve diğer insanlardan farklı oluşuyla Bâri esmasını gösterir. Kâinatı yazan kudret kalemi insanı yazan kalemdir zira.
“O ki, birbiri ile âhenktar yedi göğü yaratmıştır. Rahmân olan Allah (CC)’ın yaratışında hiçbir uygunsuzluk göremezsin. Gözünü çevir de bir bak, bir bozukluk görebiliyor musun?” (Mülk/3)
Unsurlarının uyumu ve dinginliğinden midir bilinmez ama göğe bakıp da rahatlamayanımız yok gibidir. Her parçanın uygun yerleştirildiği bir evin, sahibiyle ilgili çok şey anlatması gibi gök, yer ve içindekiler de bize Bâri olan Allah (CC)’ı tanıtır. Her varlık, kendi lisanıyla aynı yöne dikkatimizi çeker esasında.
Örneğin; Afrika arısı, bir profesörden çok daha fazlasını anlatır dinlemesini bilene. Yakaladığı çekirgeyi iki kanadının arasından sokarken zehrini öyle bir ölçüde akıtır ki; onunla çekirgeyi on beş gün baygın tutar. Yavrularını bu çekirgenin kanatları altında canlı besinle besler. Peki, Afrika arısı, yavruları ve çekirge üçgeninde yaşanan bu uyumun mimarı kimdir? Başka örnekleri var mıdır akılları hayrete düşüren kudretin?
Arılar buldukları besini kovandaki arkadaşlarına ilginç bir yöntemle haber verirler. Besinin kovana uzaklığı yüz metreye kadarsa halka dansı, yüz metreden uzaksa sallanma dansı yaparlar. Adeta bir uzmandan ders almışçasına güneşle açısını da çizerek nokta atışı yaparlar. Bütün bunların anlamı ne? Bilgileri birleştirerek yargılara varamayan akıl, sahibini rahatsız edeceğinden devam edelim tefekkür yolculuğumuza. Devam edelim ki; kâinat kitabı hazinelerini açar belki bizlere.
Ağacın meyveye durabilmesi için hava, toprak, su, güneş, rüzgâr, bulut ve ayrıntıda sayamayacağımız kadar çok varlığın iş başında olması “hepimiz birimiz için”, güneşin her varlık için ısı ve ışık kaynağı olması da “birimiz hepimiz için” gerçeğinin somutlaşmış hali değil midir? “Her şey bir şey için ve bir şey her şey içindir.” dersek vaziyeti ifade etmiş olur muyuz? Mesele sadece yaratmak mıdır yoksa yarattığını evrendeki tüm parçalarla uyum halinde yapmak mıdır? Söylediği bir cümle ile bir tarafı yapayım derken öbür tarafı bozan insanoğlu, bu gerçeğin ne kadarını fehmedebilir?
İstanbul’un fethi sonrasında halktan bir dervişin dua ettiklerini hatırlatması üzerine Fatih’in, kılıcı göstererek “Bunun hakkını unutma!” demesi, hayatın bütününde denge olması gerektiğine güzel bir örnektir. Kâinattaki uyum bizi mest ederken, sosyal hayattaki ahenk de huzura kaynaklık eder. Eşler arası uyumun aile yuvasını cennete çevirdiğini, yayılan ilâhi esintiden anlamak güç olmasa gerek. Bir makinedeki parçaların yerinde olması, işlerimizi görmesini sağlarken aksi bir durum onu atıl duruma düşürmektedir.
Büyükten küçüğe, canlıdan cansıza uyum bu kadar önemli iken insanda durum nedir?
“Ey insan! Seni yaratıp düzgün ve dengeli kılan, seni istediği bir şekilde birleştiren, ihsanı bol Rabbine karşı seni aldatan nedir?” (İnfitar/6-8)
Döllenmiş yumurtadan doğum anına kadar kusursuz bir yaratmanın, Bâri olanın imzasını taşıyan insanın serüveni ölüme kadar devam eder. İlk anki yaradılışını, yaradılışındaki güzelliği bozmadan, anbean arttırarak kendiyle, ailesiyle, mahallesiyle, şehriyle, kâinatla uyumlu bir yaşantı sürdürür. İşe kendinden başlayan insan, madde-mana, iç-dış, ruh-beden ve daha birçok noktada ahenkle yaratıldığını, her şeyin yerli yerinde olduğunu görür. Yüzündeki her bir uzvun büyüklüklerinin, bulundukları yerlerin fonksiyonlarını gerçekleştirmeleri için ideal olduğunu fark etmesi kaçınılmazdır. Buradan ruhuna, duygularına yöneldiğinde; sevme-nefret etme, öfke-sükûnet, sevinç-üzüntü gibi zıt duyguların yerinde kullanımı ile dengeli bir hayatın yaşanabileceğini anlar.
Anlamak ve doğru olanı yapmak aynı şey değildir. Yaradılışındaki uyumu hayatının bütününde yakalayabilmek isteyen insanoğlu, yaratıcısının kapısını çalmak zorunda kalır. Makineleri en iyi yapıcıları tanıdığından kullanma kılavuzuna bakıldığı gerçeği bunu ifade etmez mi?
Yaratıcısına muhtaç insanoğlu, daha çalmadan kapının ardına kadar açık olduğunu gördüğünde büyük bir mahcubiyetle diz çöker. “Yaklaşma günaha!” diyerek nasıl korunduğunu, “Buradan gir!” denilerek de evrenin huzuru için ne yapması gerektiğinin kodlarını okur. Böylece yanlışının, günahının kendi üzerinde kabuk oluşturması engellenmiş, öze inmesi kolaylaşmıştır. Öze inildikçe yontulabilirliği artmış, insan-ı kâmil olma yolu kolaylaşmıştır. Öze indikçe zihni berraklaşan bu hayırlı insan, önce tevhidi görür. Böylece ya hayır üretir ya da ürettiklerini hayırda kullanır. Yaşadıklarının olumsuz bir yönünü yontmak için gönderildiğini bildiğinden hayatındaki ahengi hiçbir zaman kaybetmez.
Bâri esmasına ayna olmak isteyen insan, kendisine verilenleri yerli yerinde kullanmalıdır. Sahi kendisine verilenler derken kastettiğimiz nedir? Kendisine verilmeyenler nelerdir? Yerli yerinde derken yeri neresidir? Zannımca bu sorulara verilecek doğru cevaplar ahengi de beraberinde getirecektir.
“Mü’minin durumu gıpta ve hayranlığa değer. Çünkü her hâli kendisi için bir hayır sebebidir. Böylesi bir özellik sadece mü’minde vardır: Sevinecek olsa, şükreder; bu onun için hayır olur. Başına bir bela gelecek olsa, sabreder; bu da onun için hayır olur.” (Müslim, Zühd 64)
Hayatım(ız)a nakşeyle ahengini. Hayreyle her hâlimi(zi). Âmin…
Gülfer Ekmen | Nisanur Dergisi | Mayıs 2020 | 102. Sayı
Yorum yap