Rana ÇeçenYaşamYazarlar

Zengin ile fakir arasındaki köprü

Bismillahirrahmanirrahim.

[ap_dropcaps style=”ap-square”]B[/ap_dropcaps]ir yıl daha geride kaldı ve bizi bir Ramazan’a daha ulaştıran Rabbul âlemine hamd olsun. Bir hassasiyet ayıdır Ramazan. Eksiklikler tamamlanmak istenir, heybenin sevap tarafını doldurma gayreti artar. Bu ayda farz, vacip ve sünnet olan ibadetler daha bir titizlikle yerine getirilmeye çalışılır. Bu ayda yerine getirilmesi gereken ibadetlerden biri de Hanefi mezhebine göre vacip, diğer üç mezhebe göre sünnet ile farz olan ve fitre olarak da bilinen sadaka-i fıtırdır.

İnsan olarak yaratılmanın ve Ramazan orucunu tutup bayrama ulaşmanın bir şükrü olarak; Ramazan ayının sonuna yetişen Müslüman’ın, belirli kimselere (zekât verilecek kişiler) vermesi vacip olan bir sadakadır. Fıtır sadakası ile yükümlü olmanın şartı, Hanefi mezhebine göre nisap miktarı mala sahip olmak iken; Şafii mezhebinde nisap şart değildir. Bayram günü için yiyeceği olan kişinin bundan fazlasından fıtır sadakası vermesi gerekir. Kişinin hem kendisi için hem de velayeti altında bulunan, nafakası ile yükümlü olduğu kişiler için fıtır sadakası vermesi üzerine bir borçtur.

Fitrenin hedefi, bir fakirin içinde yaşadığı toplumun hayat standardına göre bir günlük yiyeceğinin karşılanması, böylece bayram sevincine iştirak etmesine katkıda bulunmaktır. Asıl olan bunu bayram gününde vermek olsa da ihtiyaç sahiplerinin bayrama hazırlıklarını yapabilmeleri için daha önceden de verilebilir. Bu sadakada amaç, fakire bayram sevincini tattırmak olduğuna göre verilecek ürün veya paranın bu ihtiyaca cevap verecek türde ve miktarda olmasını göz önünde bulundurmak gerekir.

Her ne kadar Ramazan ayına özgü bir ibadet olmasa da, en çok bu ayda yerine getirilen bir ibadet de zekâttır. Bu ay, ibadetlere karşılıklarının kat kat verildiği aydır. Ayrıca zekât kameri ay hesabına göre verilir ve Ramazan’dan bir sonraki Ramazan’a yılın dolduğunun hesabı, akılda daha iyi kaldığından zekât verenler tercihlerini genellikle bu aydan yana kullanırlar.

Mal ile yapılan ibadetlerden biri olan zekât, İslam’ın beş temel esasından olup, hicretin ikinci yılında Ramazan orucundan sonra Medine’de farz kılınmıştır. Kur’an-ı Kerim’de genellikle namaz ile birlikte zikredilen zekât, “Onlar ki, zekâtı verirler…” (Mü’minun / 4) ayetince, mü’minlerin özelliklerinden sayılmıştır.

Kelime anlamından da anlaşılacağı üzere zekât, malı temizleyen, görünüşte eksiltse de aslında arttıran, bereketlendiren bir ibadettir. Hem sadece malı değil, aynı zamanda insanın kalbindeki mal sevgisini de temizler. Cimrilikten, bencillikten kurtarır. Zengin ile fakirin arasına şefkat, merhamet ve sevgi yerleştirir.

Gönderilen bütün şeriatlarda zekât, şartları ve şekli farklı olsa da emredilen işlerdendir. Hangi çağda ve zamanda olursa olsun, Allah’a iman eden kişi dünyada ve ahirette mutlu olabilmek için dua eder.

“Bizim için bu dünyada da bir iyilik yaz, ahirette de. Çünkü biz sana varan doğru yola yöneldik.” Allah, şöyle dedi: “Azabım var ya, dilediğim kimseyi ona uğratırım. Rahmetim ise her şeyi kapsamıştır. Onu, bana karşı gelmekten sakınanlara, zekâtı verenlere ve ayetlerimize inananlara yazacağım.” (A’râf / 156)

Ayette açıkça ifade edildiği gibi Rabbimiz, rahmetini zekâtı verenlere, ayetlere iman edenlere yazmıştır. İslam bir bütündür, hiçbir emir ve yasak bir başkasından daha ehemmiyetsiz değildir. Her biri kendi alanında asla ve asla taviz verilmeyecek önem ve kıymettedir.

Müslüman, teslim olan kişidir. Rabbinin her emrine teslim olan, gönül huzuruyla yerine getirmeye çalışandır. Gerçi her şeyde olduğu gibi şeytan bu konuda da insana vesvese vermeye çalışır, onu hayrından mahrum etmek için uğraşır.

“Şeytan sizi fakirlikle korkutur ve size, çirkinliği ve hayâsızlığı emreder. Allah ise size kendi katından mağfiret ve bol nimet vadediyor. Şüphesiz Allah, lütfu geniş olandır, hakkıyla bilendir.” (Bakara / 268)

Şeytanın ‘malın eksilecek, hem bak senden çok daha zengin olanlar var bırak önce onlar versin, biraz daha zengin olunca verirsin’ vesveselerine kanan insan bilmez mi ki; veren almaya muktedirdir. Bu, biraz da şuna benzer; baharda dalları azalmasın diye üzüm bağını budamayan kişi, meyve zamanı eli boş kalır. Çünkü budama görünüşte her ne kadar ağaçtan bir şeyler eksiltse de, zamanı gelince yerine yepyeni ve daha verimli dallar çıkarmaya vesile olur.

“İnsanların mallarında artış olsun diye verdiğiniz herhangi bir faiz, Allah katında artmaz. Allah’ın rızasını isteyerek verdiğiniz zekâta gelince, işte zekâtı veren o kimseler, evet onlar (sevaplarını ve mallarını) kat kat arttıranlardır.” (Rum / 39)

Zekât vermemek Kur’an-ı Kerim’in ifadesiyle müşriklerin özelliklerindendir:

“Onlar zekâtı vermezler; ahireti inkâr edenler de onlardır.” (Fussilet / 7)

Zekâtı verilmeyen mal, bu dünyada bereketsiz olacağı gibi ahirette de sahibinin azabını arttırmaktan başka bir fayda sağlamayacaktır. Resulullah Efendimiz (SAV)’in şu hadisleri, bunu gayet açık bir şekilde ortaya koymaktadır:

“Zekâtı verilmeyen her altın ve gümüş, kıyamet günü ateşte kızdırılarak plaka haline getirilip sahibinin yanları, alnı ve sırtı bunlarla dağlanır. Bu plakalar soğudukça, süresi elli bin sene olan bir günde kullar arasında hüküm verilinceye kadar sahibine azap için tekrar kızdırılır. Neticede kişi, yolunun ya cennete ya da cehenneme çıktığını görür.” (Müslim)

Zekât, cennetin anahtarlarındandır. Borcundan ve asli ihtiyaçlarından başka 81 gr. altını veya o değerde malı olanlar dinen zengin sayılır. Ve o mallarının üzerinden bir yıl geçtikten sonra belirlen miktarı, Tevbe Suresi 60. ayetinde sıralanan kişilere vermekle mükelleftirler:

“Sadakalar (zekâtlar) Allah’tan bir farz olarak ancak yoksullara, düşkünlere, (zekât toplayan) memurlara, gönülleri (İslâm’a) ısındırılacak olanlara, kölelere, borçlulara, Allah yolunda olana, yolda kalana mahsustur. Allah pekiyi bilendir, hikmet sahibidir.”

Dinin emir ve yasakları kadın-erkek herkesi kapsıyor. Zekât ve de fıtır sadakası, mal ile yapılan ibadetlerdendir. Bunda kadın erkek ayırımı yoktur. Onun için kadının da ramazanda fitresini vermesi ve kendisine ait herhangi bir zekât malı varsa onun hakkını ödemesi gerekir. Kadının ziyneti olan altınlar ise, Hanefi âlimlerine göre nisab miktarına ulaşmaları durumunda zekâta tabidirler, hakkını vermek gerekir.

Selam ve dua ile…

Rana Çeçen | Nisanur Dergisi | 79. Sayı | Haziran 2018

Yorum yap