Hamd, en mükemmel vasıfların bile vasfedemediği Aliyy olan Allah’a; salât ve selam, yaratılmışların en yücesi olan Hz. Muhammed Mustafa’ya olsun.
Gün içerisinde koşuşturmuş, yapılacaklar listesi ancak kabirde bitecek olan insanoğlunun, en çok ihtiyaç duyduğu vakitlerdir; dua vakitleri. Aracısız bir şekilde Rabbiyle konuşurken bu makama layık olmadığını, olamayacağını bir kez daha anlar.
Bir annenin aynı anda iki çocuğunu dinleyemediği, birlikte konuşan üç öğrencinin öğretmen tarafından algılanamadığı gerçeği, ona hatırlatır kimin karşısında olduğunu. Bütün kullarını aynı anda dinlemesi, onlara cevap vermesi ile kendi dinlemeleri bir olamazdı elbette.
İşitme duyusu ile açılan tefekkür penceresinden başını şöyle bir uzattığında, gördükleri kadar göremedikleri de hayret uyandırdı onda. Duvarın arkasını bile göremeyen insana karşın her şeyi ama her şeyi gören, bunun için de göze ihtiyaç duymayan Zat-ı Akdes, hayretini arttırdı.
Hayreti ile birlikte merakı da artmış olacak ki; ihtiyaçlar penceresine yöneldi bu kez. Yemeye, içmeye ve uykuya olan gereksiniminden yola çıkarak; bu tür ihtiyaçları olmayan, ihtiyaç kelimesinden tümüyle uzak olanı bulması zor olmadı. Küçücük devletlerin, şehirlerin, mahallelerin ve hatta evlerin idaresi, koruması zorken Aliyy olana zor gelen, ağır gelen bir şey yoktu.
“Kendini bilen haddini bilir, haddini bilen Rabbini bilir” gerçeğinden yola çıkarak Allah (CC)’ın, varlıkların noksan sıfatlarından uzak, üstün sıfatlar sahibi olduğu çıkarımında bulunulabilir. Etkileyenin etkilenenden üstün olduğu konusunda hemfikirken insanlık; Allah Teâlâ (CC)’nın, her varlığı etkileyen olduğu gerçeği unutulmamalıdır. Bütün varlıklar O’nun bir eseri, etkilenenidir. “Dahası O, duman halinde olan semaya iradesini yöneltti; ardından ona ve arza ‘İsteyerek veya istemeyerek gelin!’ buyurdu. ‘İsteyerek geldik’ dediler.” (Fussilet /11)
Yaratanın, yarattığı ile aynı olması bir mantık hatası değil midir? Varlığı kendinden olup, yokluğu imkânsız olan yaratıcının, yaratıklara layık özelliklerden yüce olduğu fikriyatı, akıl için kolay sindirilebilir bir gerçektir.
Varlıkların, kendi sınırlı sıfatları üzerinde düşünmeleri; onları, sıfatları sonsuz kemâl derecede olana götürür. Zaman ve mekânın yaratıcısı olması hasebiyle bunlar tarafından kuşatılamayan; izzet, şeref ve hükümranlıkta en üstün olandır Allah (CC). Kudret, galibiyet ve kemâliyle her şeyin üzerindedir. Hiçbir şey O’nu mağlup edemez, kudretine karşı koyamaz, emrini geri çeviremez; O’na bir eksiklik ve noksanlık bulaştıramaz. Bu üstün vasıflar, başkasına nispetle kıyas sonucu elde edilen vasıflar değil; olması zorunlu olandır. Akıl kendi noksan sıfatlarından kusursuza, Aliyy olan Allah (CC)’a ulaşabilirken; O’nun sıfatlarını tasavvur etme, kemâlini ve cemalini kavrama noktasında aciz kalır.
Aliyy olan Allah (CC), bu isimle kullarına güç, ilim, servet noktasında büyüklük vererek bazılarını bazılarına üstün kılar. Ancak bu onlara, büyüklenmeleri için ya da hak ettikleri için değil; hikmetine binaen diğer insanları faydalandırmaları için verilmiştir.
Küçük bir çocuğun ablası amansız bir hastalığa yakalanır. Kurtuluşu için ablasına kan vermesi gerekecektir. Zira daha önce kendi de bu hastalığa yakalandığından, kanında antikorlar hazır halde vardır. Kabul eder ablasına kan vermeyi. Nakil işlemi bitince sorar: “Ne zaman öleceğim?” Meğer kendisi küçücük, yüreği kocaman olan çocuk, tüm kanını vereceğini, sonrasında da öleceğini zannediyormuş. Bu çocuğun yüreğini, fıtratını taşır vaziyette gönderildiğimiz insanlık sahnesinde, Aliyy olanı unuttuğumuzdan yüceliği başka yerlerde arar olduk. Allah (CC)’ın, tevazu edeni/haddini bileni yükselttiğini; kibirleneni ise alçalttığını unuttuk. İsyan ve nankörlüklerimize rağmen, nimet vermeye devam ediyor olduğu gerçeği, bize “Büyüklük ancak O’na aittir. Bu yüzden Allah (CC) büyüklenenlere hesap sorar” dedirtmez mi?
Para, mevki-makam, çoluk-çocuk gibi kavramlarda üstünlük yarışına giren âdemin, yaratıcısını bu esmasıyla tanımasına ne çok ihtiyacı vardır. Böylece kendisine verilmiş olan aklı gerçek bilgiyle, kalbi ise terbiye edilmiş duygularla tatmin olmuş, vicdanı iyi ve kötüyü ayırma noktasında aktifliğini yitirmemiş ve yücelik/üstünlüğü arayacağı adresi bulmuştur; Allah (CC) rızası.
Lunaparkta balon satmakta olan baloncu; küçük, zenci çocuğun göz hapsinde olduğundan habersiz, dikkat çekmek için kırmızı, sarı, beyaz balonlarının sırasıyla göğe yükselmelerine izin verir. Heyecan ve saflığın getirdiği güzellikle sorar çocuk: “Siyah balon da o kadar yükselir mi?”
“Bizi yükselten; dışımızdaki renk değil, içimizdeki cevher… Yüreğimizdeki güzellik ve iyilik yapma bilinci” cevabını, miniğin ne kadar anladığı bilinmez ama bizim bu noktada nerde durduğumuz önemlidir. Güzeller güzeli öğretmenimizden, Peygamberimizden, asırlar öncesinden gelen öğreti, durmamız gereken noktayı çoktan söylemiştir bize. Allah (CC) sizin dış görünüşlerinize, suretlerinize değer vermez. Güzel, faydalı işlerle kalbinizin iyiliğine değer verir.
Aliyy esmasına ayna olmak isteyen kul, süfli, bayağı, aşağı şeylerden uzak kalmaya gayret etmeli. Allah (CC)’ın sıfatları üzerinde düşünmeli, tanıma çabası içerisinde olmalı, bütünüyle hayatı O’nun adıyla okumalı. Tanıma noktasındaki diyaloğu ölçüsünde Aliyy esmasından feyz alır, manen terakki edip ulvî dereceler kazanır.
Allah (CC)’ı Aliyy esması ile tanıyan mümin, O’na yürekten kulluk eder, içtenlikle duada bulunur. O’nun sonsuz büyüklüğü karşısında saygıyla eğilir. Yaptıklarından sürekli haberdar olduğunu bilir. Hürmetinden, utanacağı hareketlerden kaçınır. İnen sayısız fermanlardan, hakkında hayırlı hükümlerin verilmesi niyazında bulunur. O’nun kulu olmakla iftihar eder ve bu büyük şerefe layık olmaya, bu durumu kaybetmemeye çalışır.
Kur’an’da sekiz defa geçen Aliyy esmasını, Allah (CC)’a en yakın olduğumuz secde anında da a’la (en yüce, en şerefli) şeklinde dile getiririz. Zira secde ancak en yüce olana yapılır. O halde Aliyy olana yakarışımız, vursun hayatlarımıza damgasını:
Sen ki yüceler yücesisin; Sen’den başkasına boyun eğdirme beni…
Gülfer Ekmen | Nisanur Dergisi | Kasım 2019 | 96. Sayı
Yorum yap