Bismillahirrahmanirrahim…
“Onlar ayakta, otururken ve yanları üzerine yatarken de Allah’ı zikrederler… ” ( Al-i İmran/ 191)
“Allah’ı çokça zikredin. Gece gündüz onu tesbih edin.” ( Al-i İmran/ 41)
“Öyle ise beni anın ki, ben de sizi anayım…” (Bakara/ 152)
[ap_dropcaps style=”ap-square”]A[/ap_dropcaps]llah’ı zikretmek… Yani yerin ve göğün sahibini hatırlamak… Varlığın yegâne sahibine, var ettiği benliği, kalbi sunmak… O’nun her şeye kadir oluşunu, kalp ve lisan ile idrak edip bedenen ve lisan ile ifade etmek… O’nu düşünmek… O’na aşkla yürümek… O’na yaklaşmak… Şu dünya imtihanında kimsesiz olmadığının bilincine varmak… Rahman olana gönül bağlamak… Takvaya bürünmek, ibadete durmak… O’nun zikri ile her gün ve her an yeniden doğmak…
Mü’minin, mü’mince yaşaması için; kirlenen, pas tutan bir kalp ile gaflet bataklığına düşmemesi, isyandan kurtulabilmesi için Rabbini zikretmesi şarttır… Bu zikir; bazen dil ile olduğu gibi, kalben ve bedenen de yapılmaktadır. Zikrin; Allah’a yaklaşmak, huzura varmak için yapılan bir kurtuluş reçetesi ve bütün amellerin en hayırlısı olduğunu âlemlere rahmet Efendimiz’den öğreniyoruz…
Bir gün Allah Resulü (SAV) ashabına : “Size amellerin en hayırlısını haber vereyim mi” diye sormuş. Güzide ashabı: “Evet Ya Resulallah” deyince, Efendimiz: “Allah’ı zikretmektir.” buyurmuşlardır…
Zikir, belki de kolayca vazgeçtiğimiz, ertelediğimiz, çoğu zaman fırsat bulamadığımız ya da başımızdan öylesine bir tavırla geçiştirdiğimiz; esasında (kalben) yapınca ruhen rahatladığımız, dünyanın bütün dert ve ıstıraplarından sıyrıldığımız, efsuni bir dokunuştan başkası değildir… Kişi, ancak zikir ile iman-ı kâmil noktasına doğru yol alır… Rabbini bulur… Kulluğunu/haddini bilir… Rabbiyle aralarında bir muhabbet kurar… Rabbiyle konuşur… Huzura erer… Böylece Rabbine meftun bir kalp ile ibadetlerin lezzetine varır.
Kulun imanı zikir ile yenilenir… Allah Resulü (SAV) “Kim ki her sabah uyandığında ‘lailaheillallah’ derse imanını yeniler” dediğinde, sahabe-i kiram: “Ey Allah’ın Resulü! İman hiç eskir mi?” diye sormuşlar… Allah Resulü “Evet” deyip şöyle devam etmiştir… “Beşer hayatında var olan her şey eskidiği gibi iman da eskir. İşte bu zikirle her gün imanınızı yenileyin.” buyurmuşlardır.
Zikir, kişinin eline aldığı tespihi, sadece dudaklarını kıpırdatarak defalarca bitirmesi demek değildir. Dilin söylediğinden kalp haberdar olmalıdır… “Allah Allah” diye yapılan bir zikir, uygun bir ortamda ve halisane bir kalp ile yapılırsa kişiye fayda verir. Evet, kişi yaptığı zikri ruhen hissetmeli ki; manevi atmosfere dalabilsin, aşkın lezzetinden pay alabilsin… Zikir maneviyata açılan bir kapıdır. Huzuru insanın göğsüne çeken bir ferahlık, benzeri olmayan bir mutluluktur. Allah’ı zikretmek, ilahi aşkı yudumlamaktır…
Allah’ı zikretmek, sadece dil ile söylenen bir takım kelimeler değildir. Bedenen ve kalben yapılan ibadetler de birer zikirdir… Günde beş vakit kıldığımız namazlarımız birer zikirdir. Ki bu zikir, bedenen yapılıp kalben hissedildiği vakit sahibini tarifi imkânsız huzura kavuşturur.
Okuduğumuz Kur’an’ın da başlı başına bir zikir olduğunu, yüce Rabbimiz Enbiya Suresi 50. ayet-i kerime de bizlere bildiriyor: “İşte bu (Kur’an) bir zikirdir.”
Evet, bu ibadetler birer zikir olduğundan kişiyi yeniler. Günahlardan arındırarak kişiyi temizler. Kişinin Rabbi katındaki derecesi büyür.
Günlük hayatımızda kullandığımız; Rabbimizin güzel sanatı karşısında hayranlığımızı ifade ettiğimiz, dilimizde alışkanlık haline gelmiş bazı kelimeler (subhanallah, maşallah, Allah-u ekber gibi) birer zikirdir. Kişinin rıza-i ilahiyi umarak Rabbine yönelip “estağfurullah” diyerek tevbe etmesi de bir zikirdir ve mü’min ancak tevbe ile günahlardan uzaklaşabilir. Kalbini bütün kötülüklerden temizleyebilir. Yed-i Beyza’nın sahibi olan Hz. Musa (AS)’nın, tevbe ile normalinden daha ak ve nura daldırılmış eli, bunun en güzel örneğidir…
Allah’ın eşsiz sanatı üzerine tefekkür etmek, kalben yapılan ve belki kulu Rabbine en çok yaklaştıran, kulu Rabbine en çok sevdiren, insanı en güzel bir biçimde yenileyen, huzur ve sükûnete eriştiren bir tür zikirdir. Tefekkürün de bir tür zikir olduğunu yine vahy-i ilahiden öğreniyoruz…
“Onlar ayakta, otururken ve yanları üzerine yatarken de Allah’ı zikrederler. Göklerin ve yerin yaratılışı üzerine düşünürler. ‘Rabbimiz bunu boş yere yaratmadın’ derler.” (Al-i İmran/ 191)
Evet; zikir, halisane bir kalp, tertemiz bir bedenle Rabbe yönelmedir. Rabbinin adıyla yücelmedir… “Rabbinin adını zikret ve O’na yönel.” (Müzzemmil /8 )ayetinden de anlaşılacağı gibi, zikir her Müslüman üzerine farzdır… Bu sorumluluk sadece beşerin iyiliği içindir. Rabbini zikreden, Allah’ın yardımına, lütuf ve ikramlarına mazhar olur.
Yerin ve göğün sahibi, Zuhruf Suresi 36. ayet-i kerimede şöyle buyuruyor: “Her kim ki Rahman’ın zikrinden yüz çevirirse, biz ona şeytanı musallat ederiz. Artık şeytan onun yakın arkadaşı olur.”
Bu demek oluyor ki; Allah’ı zikredenin dostu Allah’tır… Onun yardımcısı, koruyucusu yine Allah’tır… O’nu zikredene şeytan zarar vermeyecektir. Allah’ı zikreden ve buna, teslim olmuş bir kalp ile devam eden hiçbir şekilde ziyana uğramayacaktır…
Gelin sözün özünü yine vahy-i ilahiden alalım…
“Allah’ı çokça anın ki kurtuluşa erişesiniz.” (Cuma / 10)
Rabbimiz! Bizi, zikrinle yenilenen, kalbi bütün kirlerden temizlenmiş, bütün günahlardan arınmış; yalnız Senin zikrinle Sana yönelen, Senin adınla kurtuluşa eren tertemiz kullarından eyle… Âmin. Velhamdulillahirrabbilalemin…
Reyhan Güneş | Nisanur Dergisi | 83. Sayı | Ekim 2018
Yorum yap