Hacer Sara ArslanYazarlar

Yakıştırmalarımıza dikkat edelim!

“İnsan düşünmez mi ki; daha önce o hiçbir şey olmadığı halde Biz kendisini yaratmışızdır.” (Meryem /67)

Her ne kadar bu müthiş ayet-i kerime kâfirlerin “yeniden dirilişi” alaya almasına karşılık inmişse de, bizlere de verdiği mesaj aşikârdır! Hiçbir şey değil iken…

Ömer Nasuhi Bilmen bu ayetin tefsirinde “Deniliyor ki; bütün mahlûkat toplansa ba’s (öldükten sonra yeniden dirilme) bu ayeti kerime kadar kısa fakat pek kuvvetli bir delil tasavvur olunamaz.” şeklinde ifade ettiği gibi hem yeniden dirilme hem de haddini bilme konusunda iki kuvvetli ışık tutuyor…

Fakat ahirete yönelik inancımız, sürekli kontrol etmeyi gerektiren temel bir inanç olarak önümüzde dururken; bu noktada gayretsizliğimiz, ‘nasılsa biliyorum’ tembelliği ve bunun beraberinde getirdiği lakaytlıkla baş başayız. Öyle ya gidip de geri dönen olmadığı için gaybi bir iman söz konusu. Ve ahirete, yeniden dirilip hesaba tabi tutulmaya olan inancımızla aynı seyirdedir imanımız… Azıcık da olsa bir zayıflığı fark ettiğimiz an, hem davranışlarımızda hem Rabbimizle olan ilişkimizde bazı eksiklik ve yanlışlar görmemiz gayet olağandır…

Ayet-i celile bu hakikati ortaya koyarken, aynı zamanda farklı bir mesaj da veriyor. En çok da ahirete iman edenleri ilgilendiren taraf da bu olsa gerek… “Hiçbir şey değilken” ibaresi kulluk kalitemizi dizayn eden ve aslında tüm çıplaklığıyla fakrımızı ortaya koyan bir uyarı niteliği taşıyor…

“Ben” diye bir şey yokken eşrefi mahlûkata tırmanan hayat yolculuğumuz, sonla sona erip tekrardan dirilmeyle sonsuza akacak… Allah dilerse bir hiçsin ve yine O dilerse mahlûkatın eşrefisin… Ayağını da, kalbini de, kulluğunu da denk al… Hele nefsini kibrin zerresinden dahi muhafaza eyle…

Ayetin mesajı bununla sınırlı olmamakla beraber, bu çıkış noktasıyla başka bir mevzuya değinmek istedik…

Şu köprü vazifesindeki dünyaya hepimiz hiçlikten var olup, Vedud’un sevgisiyle hemhal, tertemiz fıtratımızla yüce bir vaziyette geldik… Aslında bu noktada hepimiz aynı pozisyondayız… Bizi değerli ve ayrıcalıklı kılan, şüphesiz yaratıcımıza olan yakınlığımızdır… Fakat hepimizin acziyet içerisinde nefs ve şeytanla olan mücadelesi de malumdur… Bu noktada her birimizin birbirine bu yarışta yardım etmesi icap ediyor. Bilmeyene hikmetlice anlatmak, uyarmak ve doğrusunu tebliğ etmek; o işi yapanın vazifesidir. Buna kimsenin itirazı yok.

Lakin sakın sözlerimizle kardeşlerimizi uyardığımızı, uyandırdığımızı zannederken başka handikaplara kapılmayalım?

Birbirimizin hatasını, yanlışını, günahını gidermeye çalışmak mı gayemiz, yoksa onu cehenneme ve daha kötüsü Allah’ın hoşnutsuzluğuna layık olduğunu dile getirmek mi? Bu ince çizgi dilimizin ötesinde gizlidir…

Daha açık ifade etmek gerekirse…

“Filan da çok kibirli…”

“Bana hased ediyor…”

“Adeta paraya tapıyor…”

“Çok yalan söylüyor.”

“Bunun ibadetleri de çok yapmacık…” vs…

Aman Allah’ım! Bu sözleri Müslüman kardeşlerimize sarf ettiğimizin farkında mıyız?

İsnad ettiğimiz suçlarla ilgili ayetler, hadisler ve içeriğindeki tehditler umurumuzda mı?

“Kalbinde zerre kadar kibir bulunan cennete giremez” diyor Efendimiz! Namazında niyazında olan kardeşimize “kibirli” derken aslında “sen cennete giremeyeceksin” demek istemek mi bu? Korkunç!

Haset, yalan, riya… Bunları sürekli yakıştırdığımız din kardeşlerimiz ve bazen yakın akrabalarımızın imanını tartmak, günahını yaymak, ahiretini karartmak bize mi düştü acaba?

Bir insan -velev ki söylese bile- kardeşine “yalancı” kelimesini nasıl yakıştırır? Dili nasıl varır bunu söylemeye? Efendimiz, bir Müslüman’ın cimri, korkak olabileceğini ama asla yalancı olmayacağını vurgularken, bunu ifade etmek ne haddimizedir?

“Filanca hiç samimi değil” diyenlere; “Kalbini açıp baktın mı?” hadisi yeterlidir diye düşünüyorum…

Bir hiçken yaratıldık hepimiz ve sonsuzluğa doğru ilerlemekteyiz… Yapılan yanlışı, işlenen günahı giderme yolları çoktur. Biraz emekle ve sabırla bunu giderebilmek mümkündür… Ama hatasını kişiye yapıştırmak ve bu isimle anılmasını sağlamak, o kişinin yaptığından daha da çirkindir… Hem bu davranış kişinin yaşam kalitesini de düşürür. Sürekli kuruntulu, insanların yanlışıyla meşgul olup kendini unutan bir karaktere dönüşecektir…

Yeniden dirileceğiz. Herkes hesabını tek tek verecek…

Yeniden dirileceğiz. Dilimize ve eylemlerimize sahip olamamanın bedeli, kuşkusuz ağır olacaktır…

Sonuç itibariyle; büyük günahları yakıştırdığımız kardeşlerimiz de biz de bir hiçten var edildik…  Ve bu, gerçeklerin en gerçeği olan hayat serüveninde; nefsle, dünyanın cazibesiyle ve kışkırtıcı şeytanla olan mücadelemizin zorluğu karşısında birbirimize destek olmak, ahirete olan imanımızın sarsılmadan dimdik durmasına da vesile olacaktır…

Yolcuyuz ve kalbimizin güzelliği, serinliği, katıksız ihlâslı niyeti bizi sonsuzluğa doğru taşıyacaktır…

Tabiri caizse Allah’ın gözünde kimseyi karartmaya çalışmayalım. Zira hepimiz hiçlikten meydana geldik ve zaten acizliğimiz dünyalar kadardır. Bunu en iyi bilen ve gören; yine bizi bu şeklide var edendir!

Rabbim! Bu yolda birbirinin önünü kesenlerden değil de, yol verenlerden eyle bizi!

Hacer Sara Arslan | Nisanur Dergisi | 80. Sayı | Temmuz 2018

Yorum yap