2019Aynur SülünDosyaOtokontrol aracı: VicdanYazarlar

Vicdanın Gücü

Vicdanın Gücü

Vicdan insanı diğer mahluklardan ayıran, üstün kılan bir mekanizmadır. İnsanın üstünlüğü; insan olmada, insan kalmada, insana özgü işler yapmadadır. Tüm bunların bir ölçüye oturtulduğu yer insanın eti/kemiği ya da sureti değil, vicdanıdır. Mevlâna ne güzel söylemiş “İnsan suretle insan olsaydı Ahmed (AS) ile Ebu Cehil arasında fark kalır mıydı?” diye.

Vicdan, insani duyguların ana merkezidir. Bu ana merkezin devamlı aktif olması, randımanlı bir şekilde çalışması gerekir ki; insana özgü işler yapabilsin. Kişi hayvan derekesine düşmesin. Efendilik için gönderildiği şu yeryüzünde, süfli işlere yönelmesin.

Hayvanlara da vicdan verilmiştir, fakat hayvani hayatlarını devam ettirecek kadar. Çünkü onların hayatlarının gayesinde yeryüzüne efendi olmak, Allah adına yönetmek, imar etmek gibi bir vazife oturtulmamıştır. Onların işi yeryüzüne halife olarak atanan insana hizmet etmek ve onun yararına çalışmaktır.

“Nefse ve onu şekillendirene, O’na iyiliğin ve kötülüğün bilgisini ilham edene andolsun.” (Şems /7-8)

Vicdan iyiliklerle inşa edilmiştir. Bütün güzel ahlaklarla donatılmıştır. İnsana neyin iyi, neyin kötü olduğunun bilgisi de verilmiştir. Fakat bununla birlikte insana iyi ve kötü olana dair meyil de verilmiştir. Bu bir dengedir. İnsana iradenin verilmiş olması, iyiyi ve kötüyü ayırt etme kabiliyeti ile dünyaya gelen insanı seçenek sahibi kılmak, seçiminden mesul tutmaktır.

Hayvanlara irade verilmemiş, onlar içgüdülerinin yönlendirmesine bırakılmıştır. Hayvanlar tek boyutlu varlıklardır. Sadece kendi menfaatleri üzere bir hayata programlanmışlardır. Onun için seçemezler. Tabiat aleminde hiçbir varlık, insan gibi seçme özgürlüğüne sahip değildir. Örneğin bir horoz “Ben kedi gibi miyavlamak istiyorum.” diyemez. Kendi öz yapısındaki özelliklere itiraz edemez. Kendi tabiatıyla uyuşmayan bir iş yapmaya karar veremez.

Fakat kâinat içinde kendi öz tabiatıyla çatışabilen, aykırı işler yapabilen tek varlık insandır. Örneğin; insan acıktığında midesinde sıvı salgılanır ve onu bir şeyler yemeye yönlendirirken o bu duruma aykırı davranıp yemeyebilir. Susadığı halde su önünde olsa dahi içmeyebilir. Oruç tutması bunun delilidir. Tabiatının bu isteklerine karşı gelebilecek bir iradesi vardır. Bunun gibi nefsin ve şeytanın isteklerine karşı gelebilecek bir donanıma da sahiptir.

Aynı zamanda insan, vicdanında bulunan ve onu yönlendiren duygulara karşı gelebilen tek varlıktır. İnsanın vicdanı doğuştan aktiftir. İyiye yönlendirir, kötü olandan tiksindirir. İşte bu fıtrattır, yani İslam’dır.

İnsanoğlu yoğun tapınma duygularıyla doğar. İslam Filozoflarına göre vicdanda Allah’a tapınma, merak etme, ilim öğrenme, güzeli sevme, ahlaklı olmayı isteme (merhamet, şefkat, cömertlik, adil olma, yalan söylememe, iffetli olma vs) duyguları vardır. Kant’a göre insanın vicdanı bu iyi olan şeylere yönlendirir, kötülükten nehyeder. Devamlı doğru olanı fısıldar. İnsana bir ölçü tayin eder. Kant vicdanın bu yasalarını kabul eder, fakat bunları, Yaradan Allah’a bağlamaz. Aslında Allah’a iman etseydi iyi bir Müslüman olurdu. Çünkü vicdan yasaları üzerinden insanın iç alemini keşfeden ve gerçekçi yaklaşımlarda bulunan bir filozoftur.

İnsanda bulunan insani duyguları, bizzat vicdanın kendisinin yarattığını kabul etmek Kant’ın en büyük yanılgısıdır. Kant, insanların mutsuzluklarının nedenini de vicdana bağlar. Kişi, vicdanındaki yasaları çiğnerse vicdanı tarafından cezalandırılır. İç dünyasını mutsuzluk kuşatır, içini devamlı bir şeyler kemirir. Örneğin; kişi gün içerisinde yalan söylemişse o günü çok huzursuz geçer. Fakat bunun nedenini bir türlü bulamaz. Aslında vicdanı onu rahat bırakmaz. Vicdanını çiğnedikçe, heva ve hevesine uydukça aşama aşama onu duyamayacak hale gelir. Allah’a kulluğun dışında sığınılan, yönelinen her şeyin içine ya da yanı başına bir mutsuzluk oturuverir. Çünkü “Kalpler yalnızca Allah’ı anmakla huzura erer.” (Rad /28)

Sadi diyor ki; “Hakikat süslü bir saray, heva ve heves tozu dumana katmış. Sen bilmiyor musun tozun dumanın olduğu yerde, gözün her ne kadar iyi görse de içindeki sırları göremez.”

Heva ve heves, insanın içindeki hakikatlere bir perdedir. Allah’a kulluğa giden yolları kapatır, gözleri kör eder. İşte Allah’ın Peygamberleri, perdelenmiş olan hakikatin yollarını açmak, gaflete dalan insanların vicdanlarını uyandırmak ve tekrar aktif hale getirmek için gönderilmişlerdir. İnsanın vicdanına yönelen, bizzat ondaki sırları ortaya çıkaran sistem, yalnızca İslam’dır. İslam, insanın iç alemine hitap ederken dış alemini ve ihtiyaçlarını göz ardı etmez. İnsanı tüm boyutlarıyla ele alır.

İslam dışındaki sistemler ise insanın iç alemini ve bu alemin ihtiyaçlarını görmezden gelir. Onun için iç alemi tahrip eder, dışıyla uğraştırır. İslam, insanda tohum halindeki ahlaki özellikleri, ilim öğrenme isteğini, tapınma duygusunu sular, besler, büyütür ve doğru bir istikamet kazandırır. Örneğin; insanda merak etme ve ilim öğrenme duygusu vardır. Eğer bu duygular, doğruya kanalize edilmez ise kişiyi şeytanlaşmaya kadar götürebilir.

Yine insan tapınma duygularıyla dünyaya gelir, bağlanma ihtiyacı hisseder. Bu his yalnızca Allah’a kulluk edip, her şeyi O’na has kılsın diye verilmiştir. Allah’a kul olmayanlar yüzlerce etkinin altında kalır, birçok ilah edinir. Heva ve hevesinin zincirli kölesi olur. Allah Resulü (AS) “Hevaya uymaktan kaçınınız, çünkü heva kör ve sağır eder.” (Camiu’s-Sağîr, 1/338, 2928) buyurmuştur. Heva, iradeyi zincirler ve kişinin özgürlüğünü elinden alır. Hevasına uyanın adalete, merhamete, fedakarlığa, cömertliğe, sevgiye bakışını menfaatleri belirler. Vicdanı değil.

Bugün dünyanın süper güçleri, insanlık tarihinde hiç görülmemiş vicdansızlıklar yapıyor. Menfaatleri uğruna, bir hayvanın kendi cinsine yapamayacağı zulümleri insanlara reva görüyor. Güç ve imkanlarını, ekini ve nesli ifsad etmek için kullanıyor. Vicdan sahibi Müslümanların yeryüzünü dengeye, barış ve huzura kavuşturmak için güçlenmeye ihtiyacı var. Bu da ancak yeryüzündeki tüm vicdan sahipleriyle birleşmekten, bir vicdan gücü oluşturmaktan geçiyor. Bu büyük hedefe bizi ulaştıracak olan ilk adım, en yakınımızdan başlayarak halka halka insanımızı gafletten uyandırmaktır. Vicdanı örten perdeleri yırtmak, fıtrat olan İslam’ın hakikatlerine kavuşturmaktır. 

Aynur Sülün | Nisanur Dergisi | Nisan 2019 | 89. Sayı

Yorum yap