Bismillahirrahmanirahim.
Mahlûkat içerisinde en üstün yere sahip olan, zincirin en başında bulunan varlık insandır. Onun bu üstünlüğünün sebebini çoğu yerde “akıllı olması” olarak okuyoruz. Acaba insanın eşrefi mahlûkat olması için bu söylenen özellik tek başına yeterli midir? Konuşuyor olmak, hayatını idame edecek imkânlar oluşturmak mıdır, insanı insan yapan? İnsanı frenlemek, fıtratında var olan özelliklerden iyi ve güzel olanları gün yüzüne çıkarmak, kötü ve habis olanlardan ise uzak durmak için aklıselim lazımdır.
“Nefsi yaratıp onu şekillendirene, ona iyiliği ve fücuru ilham edene and olsun ki; nefsini arındıran kurtulmuştur.” (Şems /8) Yüce yaratıcı, insana öyle mükemmel özellikler vermiştir ki; bu özellikler akıl ile birleştirilip dizayn edilince ahseni takvim üzere olan yaratılış daim olacaktır.
Sosyal bir varlık olan insan, her an başka bir mahlûkatla iletişim içerisindedir. Farklı istek ve özellikleri olan insanlar, kimi zaman yaptıklarının doğru mu yanlış mı olduğu hakkında tereddütler yaşar. Bazen kendisini, çoğu zaman da çevresindekileri memnun edememekten yakınır insan. Bu durum kimi zaman insanı duyarsızlaşmaya götürürken; kimi zaman da başkalarını memnun etmeye çalışmak, kişinin kendisine yabancılaşmasına sebebiyet vermektedir. Her iki durumda da huzuru kaçar, hayattan zevk alamaz duruma düşer. Böyle durumlarda, insanın mihenk taşı ne olmalıdır ki hem kendisini hem de çevresini ihmal etmemenin yolunu bulabilsin?
İnsana kendisine yol gösterecek, yanlış ve hata yaptığında kendisini rahatsız edecek bir özellik verilmiştir. Bu öyle bir özelliktir ki; onu es geçmesi, görmezden gelmesi mümkün değildir. Buna vicdan denir. Yaptığı tüm iş ve eylemlerini vicdan süzgecinden geçiren insan, huzur ve mutluğun kapısını çalmıştır. Vicdan yanlışa asla müsamaha göstermez.
Genelde tüm insanlara ve özelde mü’mine düşen vazife; günlük işlerinden arkadaş ve akraba ilişkilerine kadar, kendi kendisiyle olan ilişkisinden tutun Rabbi ile olan irtibatına kadar, her hareketinde doğru yapıp yapmadığı hususunda şüpheye düşer, çıkmaza girerse kendi iç sesine, vicdanına kulak vermeyi bilmelidir. Vicdanı rahatsa, kendisini destekleyip onaylıyorsa; bütün insanlar karşısında durup engel olmaya çalışsa da yaptığından ve düşündüğünden vazgeçmemesi lazımdır.
İnsanı doğruya götüren bir vicdana sahip olabilmek de ancak ve ancak yakin bir iman ile mümkündür. Çünkü “Gerçek şudur ki; kör olan gözler değil, göğüslerdeki kalplerdir.” (Hacc / 46) ve “Bilakis onların kazanmakta oldukları kötülükler kalplerini paslandırmıştır.” (Mutaffifın /14) ayetlerinin de ifadesiyle günah ve imansızlık kalbi mühürler, üzerindeki rikkat perdesini kalınlaştırır. Günah işledikçe, insana yaptıkları normal ve doğru gelmeye başlar. Sıradan ve önemsiz nazarıyla bakar.
“Mümin, üzerindeki günahı, üstüne yıkılmasından korktuğu bir dağ gibi görür. Münâfık ise, günahını, burnuna konup da oradan uçurduğu bir sinek gibi önemsiz görür.” (Tirmizi) Ancak ne olursa olsun, insan bir defa dönüp de kendi iç sesine kulak verirse ne kendisine ne de yaratıcısına yalan söyler. Eğri ile doğru, aydınlık ve karanlık kadar açık ve keskindir. Buna rağmen bazen insan, yaptıkları ve yapacakları hakkında tereddüde düşer; bir çıkış bulamaz. Böylesi anlarda da ona yine kalbi ve vicdanı rehberlik edecektir. Rasulullah (SAV) şöyle buyurmuştur:
“Kalbine danış; iyilik, kalbin mutmain olduğu, rahatladığı şeydir. Günah ise, canını sıkan, kalbinde tereddüt uyandıran şeydir. Aksine fetva verseler de.” (Taberani, İbni Asakir)
Vicdanın her daim vazifesini yapması için hiç şüphesiz ki; sağlam ve doğru bir inanç lazımdır. Ancak Yüce Allah öyle sağlam bir fıtrat vermiş ki; adetleri, gelenek ve görenekleri farklı olsa da tüm dünyada kabul gören ortak değerler vardır. İnsanlar yanlış inançlara düşebilirler. Birbirinden farklı inançları olsa da vicdan rahatlığı kısmında aşağı yukarı aynı şeyleri hissederler. Bu özelliğini kaybetmeyen kişiler, yaptıkları kötülüklerden dolayı ciddi rahatsızlıklar, ruhi bunalımlar yaşamışlardır.
Nasıl bir hayat yaşamış olunursa olunsun, en nihayetinde ölüm meleği kapıyı çalacak ve ev sahibini almadan gitmeyecektir. İnsana bu yolculuğunda lazım olacak şey de “O gün ne mal ne evlat fayda verir. Ancak Allah’ın huzuruna selim bir kalple gelenler müstesna.” (Şuara / 88-89) ayetinin ifadesiyle, yaratılış özelliğini kaybetmeyen kalptir.
Selam ve dua ile…
Rana Çeçen | Nisanur Dergisi – Nisan 2019 | 89. Sayı
Yorum yap