Bismillahirrahmanirrahim.
İki kişi Hz. Aişe’yi ziyaret ettiler ve “Resulullah’ta gördüğünüz etkileyici bir şeyi anlatır mısınız?” diye sordular. Hz. Aişe şöyle dedi: Resulullah bir gece kalktı, abdest aldı, namaz kıldı. Namazda çok ağladı. Öyle ki, secde esnasında yerleri ıslattı, mübarek gözyaşlarıyla… Sonra Hz. Bilal geldi. Onu öyle görünce “Sizin geçmiş ve gelecek tüm günahlarınız affedilmişken, sizi ağlatan nedir?” diye sordu.
Resulullah “Şükreden bir kul olmayayım mı? Bu gece Allah bir ayet indirdi. Bu ayeti okuyup da üzerinde tefekkürde bulunmayan, düşünmeyen kişilere yazıklar olsun!” dedi ve şu ayeti okudu:
“Şüphesiz, göklerin ve yerin yaratılışında, gece gündüzün peş peşe gelişinde, akıl sahipleri için ayetler (deliller, ibretler) vardır. Onlar ayakta dururken, otururken, yanları üzerine yatarken (her vakit) Allah’ı anarlar, göklerin ve yerin yaratılışı hakkında derin derin düşünürler (ve şöyle derler:) Rabbimiz! Sen bunu boşuna yaratmadın. Seni tesbih ederiz. Bizi cehennem azabından koru!” (Al-i İmran / 190-191)
Arapçada “fikr” mastarından türeyip, herhangi bir mesele hakkında düşünme, zihni yorma, derin düşünme ve işin şuuruna varma manalarına gelir tefekkür.
Ragıb el-İsfehani ise tefekkürü şöyle tanımlamıştır: “Bilinenden ilme varma kuvvetine fikr, bu kuvvetin faaliyetine de tefekkür denir.”
Filozoflara göre ise tefekkür, karşılaştırmalar yapma, ayırma, birleştirme, bağlantıları ve biçimleri kavrama yetisidir. Hatta Aristo, insanı “düşünen hayvan” diye tanımlamıştır.
Kur’an-ı Kerim ayetlerinin birçoğu, “akletmeyecek misiniz, aklınızı kullanmayacak mısınız, düşünüp aklını kullananlar için… “ diye bitmektedir.
Mademki düşünüp karar verme yeteneği sadece insanda vardır, o vakit insanın bunu, doğru ve uygun kullanması gerekir.
Peki, tefekküre nereden ve nasıl başlamalı? Ve dahası tefekkür neden gerekli ve de önemlidir?
Akıl, insanı diğer mahlûkattan ayıran en önemli özelliktir. Bu özelliğini kullanma ölçüsünde insanın dünya ve ahiret hayatı şekillenecektir. Tefekkürü salt düşünme şeklinde anlayıp yeme, içme, barınma ihtiyaçlarını karşılama yollarını bulma olarak anlamak doğru değildir. Çünkü hayvanlar dahi, besinlerine ulaşmak için belli taktikler uygular, yuvalarını inşa yollarını ararlar. O vakit tefekkür bunların ötesindeki ihtiyaçlar için gereklidir. Bedenin ihtiyaçlarından ziyade ruhun ihtiyaçlarını karşılar. Ben kimim, nereden niçin geldim, nereye gideceğim? Gideceğim yerdeki yaşamımın iyiliği neye bağlıdır? Bu soruları ve cevaplarını irdelemek tefekkür ile mümkündür.
Tefekküre, enfustan yani kendi bedenimizden ve benliğimizden başlamalıyız. Bize en yakın olan yine kendimizdir. Milyonlarca yıldır hep aynı denklemde yaratılan insanın, gözünden kulağına, dilinden dudağına, elinden ayağına, kaşından kirpiğine, saçına ve bunların fonksiyonlarına kadar hepsindeki incelik, ancak ve ancak bir sonsuz kudretin eseri olabilir. Böyle mükemmel bir yaratıcıyı hamd ile tesbih etmek, O’nun verdiğini O’nun yolunda istediği gibi kullanmak gerekmez mi?
Her gün onlarca kez baktığımız aynalara bir defa da tefekkür nazarı ile bakmalıyız. Nefes alan beden bir anda kaskatı kesilir, gören gözler görmez olur, duyan kulaklar sağır olur, tutan el ve ayaklar tutmaz olur. Toprağın üstündeyken altına girmek an meselesidir. Bizimle yan yana yürüyen, gülüp eğlenen, kızıp sinirlenen niceleri vardı, şimdi bu hayattan göçüp giden. İşte bütün bunlar ve daha ziyadesi, kendimiz ile alakalı tefekkürdür.
Bizim haricimizde muazzam bir evren vardır, üzerinde düşünülmesi gereken. Ancak afakî tefekkürde sınırları çok zorlamak, akıl terazimizin kırılmasına sebebiyet verebilir. Onun için durmamız gereken yeri bilmek gerekir bu tefekkürde. Çünkü her şeyin ilmi ve bilgisi insana verilmemiştir. İnsan, Allah’ın ilminden O’nun dilediği kadarını bilebilir. (Bknz :Bakara / 255)
Üstadın da dediği gibi; “Hem de âfâkî tefekkür, dipsiz denize benziyor, sahili yoktur. İçine dalma, boğulursun. Arkadaş! Nefsî tefekkürde tafsilâtlı (detaylı), âfâkî tefekkürde ise icmali (özet halde inceleme) yaparsan, vahdete takarrüb edersin. Aksini yaptığın takdirde kesret fikrini dağıtır, evham seni havalandırır. Enaniyetin kalınlaşır, gafletin kuvvet bulur, tabiata kalbeder. İşte dalalete îsal eden kesret yolu budur.”
İşte bütün bunlar bizi Rabbimizin şu fermanına ulaştırıyor:
“Varlığımızın delillerini, (kâinattaki uçsuz bucaksız) ufuklarda ve kendi nefislerinde onlara göstereceğiz ki, o Kur’an’ın gerçek olduğu onlara iyice belli olsun. Rabbinin, her şeye şâhit olması yetmez mi? (Fussilet / 53)
Tefekkür özeliğini kaybeden insan, şu ayetlerin ifadesiyle hayvandan daha aşağıdır:
“Yoksa sen onların gerçekten dinleyeceğini yahut düşüneceğini mi sanıyorsun? Hayır, onlar hayvanlar gibidirler. Hatta onlar, yolca daha da sapıktırlar!” (Furkan / 44)
“Şüphesiz, Allah katında hayvanların en kötüsü, düşünmeyen sağır ve dilsizlerdir!” (Enfal / 22)
Tefekkür için, insanın gören gözünün, işiten kulağının ve anlayan kalbinin olması lazım. Hikmet nazarıyla bakmayan göz aslında kör gibidir: “Hiç yeryüzünde dolaşmadılar mı? Zira dolaşsalardı elbette düşünecek kalpleri ve işitecek kulakları olurdu. Ama gerçek şu ki, gözler kör olmaz; lâkin göğüsler içindeki kalpler kör olur.” (Hac / 46)
Kalbi canlı tutan pompaladığı kan mıdır? Bilakis, onun gerçek manada canlılığı, hakikate ulaştıran tefekkürdür.
Yaşamın anlamını kavramak için dünyayı dolaşmaya çıkan bir genç, gezdiği ülkelerden birinde ünlü bir bilgeyi ziyarete gitmişti. Gezgin genç, bilgenin yaşadığı evde, tüm duvarların kitaplarla kaplı olduğunu gördü. Fakat evi dikkatle gözden geçirdikten sonra, yerde bir kilim, duvar dibinde yatak olarak kullanılan bir sedir, ortada ise bir masa ve sandalyeden başka evde hiçbir eşyanın olmadığını gördü ve merakla sordu: “Neden hiç eşyanız yok? Koltuklarınız, kanepeleriniz, büfeleriniz… Onlar nerede?”
Bilge, bu soruya karşılık olarak kendi bir soru sordu gezgin gence; “Senin de yalnızca, sırtında taşıdığın küçük bir çantan var yavrum” dedi. “Peki, senin eşyaların nerede?” Gezgin genç, kendini savunurcasına yanıtladı bu soruyu: “Ama görüyorsunuz… Ben yolcuyum.” Ünlü bilge, hak verircesine güldü: “Ben de öyle, yavrum” dedi. “Ben de öyle…”
Vah olsun, misafir olduğu dünya evini güzelleştirme derdine düşüp gece gündüz uğraş veren, asıl yuvası olan ahiret evini ise viran bırakanlara…
Rana Çeçen | Nisanur Dergisi | 83. Sayı | Ekim 2018
Yorum yap