Reyhan GüneşYazarlar

Sünnet, medrese ve tasavvufun ihyası

“Her kim benim sünnetimi ihya ederse, muhakkak beni ihya emiş olur. Her kim de beni ihya ederse cennette benimle beraber olur.” (Tirmizi)

[ap_dropcaps style=”ap-square”]S[/ap_dropcaps]17ünnet, Allah Resulü (SAV)’nden sadır olan söz, fiil, ahlak ve uygulamaların genel adıdır. Sünnet, Müslüman bir kimse için olmazsa olmazlardan olup, Rıza-i İlahi’ye ulaştıran en önemli iki yoldan bir tanesidir. Şöyle ki; Yüce Rabbimiz bunu şu şekilde ifade eder: “Ey iman edenler! Allah’a itaat edin. Resülüne de itaat edin ve kendi amellerinizi boşa çıkarmayın.” (Muhammed / 33)

Sünnet, lügatte “yol” anlamına gelir. Şu halde, ilahi rızaya ulaşmak için takip edilmesi gereken yol manasını taşımaktadır. Sünnet, dar bir pencereden bakılarak yorumlamanın mümkün olmadığı, gayet kapsamlı bir metottur. Efendimiz (SAV)’in günlük yaşamının tamamını kapsayan, aile, komşuluk, akrabalık, konularının açıklayıcısı olduğu gibi; yine insan yaşamının bir parçası olan düğün, davet, savaş ve daha birçok konuda Müslüman’ın en önemli rehberi ve yol aydınlığıdır.

Yukarıdaki hadis-i şerifte de buyrulduğu üzere, sünnetin ihyası kişinin kurtuluşuna vesiledir. Bir kimse, sırat-ı müstakim üzere bir hayat yaşamayı arzu ettiği vakit, Resulullah (SAV)’ın sünnetine sıkı sıkıya bağlanmalı; onu hayatına geçirmeli ve ihyası için mücadele etmelidir. Zira Onun sünnetine yüz çeviren (önemsemeyen) Allah’a yüz çevirmiş olur. Sünneti terk edip sadece Kur’an ile ilahi rızaya ulaşmanın mümkün olduğunu iddia etmek ise, bir kimsenin yaşamak için gerekli olan ekmek ve su ihtiyacından sadece biriyle hayat yolculuğuna devam etmesi gibidir ki; bu uygulama ile kişinin hayatını uzun süre devam ettirmesi de mümkün değildir.

Sünnet-i Seniyyenin ihyası, Müslüman bir toplumun ihyası (dirilişi) demektir. Allah Resulü (SAV): “Kim sünnetimden bir tanesini ihya eder ise (yaşatırsa) ona yemiş şehit sevabı vardır.” buyurmuşlardır. Zira tek bir kişi tarafından ihya edilen bir sünnet, zamanla toplumda yaygınlaşır ve toplumdaki fertlerin birçoğunun hayatına ışık tutar. Hz. Aişe validemize (Allah kendisinden razı olsun) Efendimiz’in ahlakı sorulduğunda “Onun ahlakı Kur’an’dır.” diye cevap vermiştir. Bu durumda, bir toplumda sünnetin ihya edilmiş olması, o toplumun Kur’an ahlakıyla ahlaklanması demektir. Hiç şüphesiz böyle bir toplum, Allah’ın inayetinden, O’nun rızasından uzak düşmez.

Sünnetin ihya edilmesi için gereken ve ihya edilmesi ile toplum adına huzur ve saadet taşıyan bir diğer etken ise medreselerin ve tasavvufun ihya edilmesidir. Yani sünnetin ihyası için medrese ve tasavvuf ilmi gerekli görülmüş, İslam’ın ilk yıllarında da sünnet, medrese ve tasavvuf ilmi, kalplere İslam’ın nakşedilmesi adına birlikte ele alınmıştır.

İslam tarihinde, ilk medrese olarak bilinen medrese, Fahr-i Kâinat tarafından Mekke’de kurulan Darul- Erkam’dır. Burada, Allah Resulü (AS) ve ashabı ilim öğrenip, nefis terbiyesi üzerinde yoğunlaşmışlardır. İkinci medrese ise, Mescid-i Nebevi’de bulunan Suffa Mektebi’dir ki; burada da din-i ilimler ağırlıklı olarak işlenmiş, toplumun gelişimine, ihyasına katkı sağlanmıştır.

Bir toplumun kötülüklerden arınıp, güzelleşebilmesi için, dini ilim zaruridir. İlmin en kolay ve en güzel elde edildiği yer ise şüphesiz medreselerdir. Dünyevi ve uhrevi ilimlerin elde edileceği en güzel kurum olan medreseler, maalesef geçmişteki kadar rağbet almadığından, hem aile yuvalarımızda hem toplumumuzda İslam’ın güzel atmosferi tam anlamıyla yaşanmamaktadır. Ve maalesef, medreselerin rağbet görmemesi, hem sünnetin hem de tasavvuf ilminin toplumumuzdan uzaklaşmasına neden olmuştur.

Yüce Rabbimiz, “Ey iman edenler! Kendinizi ve ailenizi yakıtı insanlar ve taşlar olan cehennem ateşinden muhafaza ediniz” (Tahrim/ 6) buyurmaktadır. Kişinin kendisini ve ailesini muhafazası, ancak Allah’ın ayetleri ve Peygamberin sünnetinin öğretilip ihya edildiği medreselerin önemini idrak etmesi ile mümkün olacağından; ilim yuvası olan medreselerin, gerek aile için ve gerekse toplumun ihyası için yeniden ihya edilmesi kaçınılmazdır.

Medreselerde asıl eğitim ve asıl konu olan tasavvuf ilmi de Mü’min için gerekli ve önemli bir hayat tarzıdır. Tasavvufun kal ilmi değil de hal ilmi olduğunu ifade edenler; bilginin bir kişinin ahlak gelişime yeterli olmadığını, bilginin fiiliyata dönüştürülmesi gerektiğinin altını çizmektedirler.

Tasavvufta iki kural, iki amaç vardır. Birincisi, kula Allah’ı sevdirmek; diğeri ise kulu Allah’a sevdirmek…

Peki, kulu Allah’a sevdirmek nasıl mümkün olmaktadır?

Allah’ın ayetleri, sıfat ve isimleri öğretilerek, kişiye Allah sevdirilir. Kişi Rabbini tanıdıkça kalbinde sevgi ve muhabbet oluşur. Diğerinde ise kula, Allah’ın Habibi (AS)’nin sünnetine uyulması teşvik edilerek, kul Rabbine sevdirilir. Yani sünnet çerçevesinde yaşamını şekillendiren kul, Allah’ın sevgisini kazanmıştır, diyebiliriz.

“De ki; eğer Allah’ı seviyorsanız bana uyun ki, Allah da sizi sevsin.” (Al-i İmran / 31)

Sünnet, medrese ve tasavvuf üçgenini birlikte ele almak, ilmin bu üçgen ekseninde cereyan ettiği hakikatiyledir. Zira tasavvuf ilminin mektebi olan medreselerdir ve yine tasavvuf ilminin ikinci gayesi sünnet-i seniyyeyi ihyadır.

Allah Resulü (SAV) bir hadis-i şeriflerinde “İlim ve irfan, mü’minin kaybolan malıdır. Nerede bulursa alsın” buyurmaktadır. Bizler, (elhamdulillah) Müslümanlar olarak hayatta hiçbir savaşın insan yetiştirmekten daha önemli olmadığı hakikati ile harekete geçmeli ve Yüce Allah’ın “muhafaza ediniz” buyurduğu kendimiz ve özellikle çocuklarımız (geleceğimiz) için ilim ve irfan yuvaları olan medreselerin, sünnet ve tasavvufun ihyasına çalışmalıyız.

Efendimiz tarafından “cennet bahçeleri” olarak isimlendirilen ilim yuvalarının (medreseler), cennete layık gördüğümüz çocuklarımız ve bizim için ne denli önemli olduğunu idrak etmek, iki cihan serverine komşu olmak dua ve temennisiyle…

Rabb-i Rahman’a emanet olunuz…

Reyhan Güneş | Nisanur Dergisi | 79. Sayı | Haziran 2018

Yorum yap