Hamd, affıyla kullarından zilleti gideren Afuvv olana, salât ve selam nefsi için öfkelenmeyen Resulüne olsun.
“Bir kuyudayım, buradan çıkış yok” cümlesi ne kadar da tanıdık değil mi? Ne çok hatalar yapıyoruz ve bu hatalar neticesinde düştüğümüz ümitsizlik kuyuları, bazen o kadar derin oluyor ki; ışığı göremiyoruz. Bir ismi Nur olan Allah (CC)’ın diğer isminin Afuvv olduğu gerçeğini ne çok unutuyoruz. Belki de hakkıyla tanıyamadığımız için af ve mağfiretinden ümit kesiyoruz.
Affetmeye ihtiyacı olmayanın, affetmeyi sevmesi; severek affetmesi, muhayyilemin dahi sınırlarını zorlamakta. Kâinatı yaratıp idare eden kudret, doğruyu yanlışı ayrıntısıyla bildiren şefkat, bütün âlemlere hükmeden azamet sahibi, neden bize tenezzül ederek bizi affedersin? Küçücük iyiliğimin dokunduğu arkadaşımın hatasını “Bana bunu nasıl yapar?” şeklinde karşılayan ben, bunu anlamakta zorlanıyorum. Yola koyduğun onca işarete, uyarılara ve hatırlatmalara rağmen Senden kaçan kullarına belki dönerler diye kapının ardına kadar açık oluşu, dumura uğratıyor beni. Zira gidenin gitmekle Senden bir şey almadığını, gelmekle de Sana bir şey katmadığını biliyorum.
Kullarının yapıp etmelerinden etkilenmeyen İlahımız! Bizleri neden çokça affediyorsun? İntikam alabilecekken; bu, Senin için çok kolayken, adaletine ters değilken bizi temiz kılışın neden? Biz kendimizi karalarken Senin bize yeni sayfalar açarak bizden vazgeçmeyişinin nedeni ne? Sevgi ve merhametin kemalini ifade eden bu durumu idrak edebilmenin yolu, bu kaynağa dost olmaktan geçiyor ile sonuçlandıralım anlama çabamızı.
Hata yapmadan duramaz insanoğlu. Bunu bilen yaratıcısı, ondan hata yapmamasını değil; hatada ısrar etmemesini ister. Zira boğulmanın sebebi, suya düşmek değil; suda uzun süre kalmaktır. İşlediği hatadan sonra annesine sığınan çocuk saflığı ile benzer olan tevbe yönelişi, saflaştırır eylemi gerçekleştireni. Bunun gerçekleşebilmesi için kişinin kendi kusur ve günahını görüp itiraf etmesi zorunludur. Kusurunu görmeyip itiraf etmemesi, o kusurundan daha büyük bir kusurdur. Görüp itiraf ettiğinde o kusur, kusur olmaktan çıkar ve affı hak eder. Böylece Afuvv olanın af silgisi devreye girer. Bilmeyerek, unutarak ya da cahillik sonucu yapılan hatada ısrar etmeyip hatayı düzeltmeye çalışanlar iş görebilir bu silgi ile. Günahların izini dahi siler. Kiramen Katipleri’nin yazdığı amel defterimizden silme ile başlayan, ahirette sorgulanmama ile devam eden, hatasını yapana da unutturan lütuflar zincirinin finali; kötülüğün iyiliğe çevrilmesi ile olur. Günahları hiçbir sorumluluk kalmayacak şekilde affetmesinin de ötesindedir bu durum.
Hayat kitabımızda beş yerde geçer Afuvv ismi. Afuvv esmasını, dört ayette el-Gafur, bir ayette de el-Kadir ismiyle birlikte seslenir Rabbimiz bize. Affın büyüleyiciliği, mağfiretten daha geniş kapsamlı olmasındandır. Mağfiret günahları örter, af izlerini bile siler. Ancak burada gözden kaçmaması gereken; bu vaadin, af ve bağışlamanın gereklerini yerine getirenler için olduğudur.
“İnsanlar! Allah’ın vaadi elbette gerçektir, öyleyse sakın dünya hayatı sizi aldatmasın; o çok hilekâr şeytan da Allah’ın kerem ve merhametini ileri sürerek sizi aldatmasın.” (Fatır / 5)
Allah (CC)’ın rahmetine güvenip ihmalkârlık, boş vermişlik, vurdumduymazlık içine sürüklenmemeliyiz. Kulluğumuzu bilmeli, rahmetinin yanında gazap ve azabının da bulunduğunu unutmamalıyız. Unutmamamız gereken diğer bir nokta da Allah (CC)’ın dilediğini affedeceği gerçeğidir. Bu kişilerin kimler olacağını bilmediğimizden korku ve ümit arasında olma durumundayız. Af ve mağfiret şehirlerine götüren yollar; içten gelen pişmanlık, tevbe-istiğfar, iman, salih amel, insanlara iyilik yapmak, hataları bağışlamak, Allah (CC)’ın fazlı ve ihsanından daha fazlasını istemek, Allah (CC) hakkında iyi zan beslemek gibi işaretlerden geçer.
Allah (CC)’ın esmalarının aynası olmakla şereflenen bizler ne yapmalıyız? Affedilmeye ihtiyacımız varsa, affedilmek istiyorsak biz de affedici olmalıyız. Affetmeliyiz çünkü Allah affedenleri sever. Cezayı hak edeni cezalandırabilecekken bunu yapmamanın adıdır af. Affetmediğimizde kendimizi cezalandırıp ruhumuza ağır yükler taşıttığımızı, şu hikâye ne de güzel anlatıyor:
Öğretmenin biri, öğrencilerinden affetmedikleri her kişi için ismini bir patatese yazıp taşımalarını ister. Lavabo dâhil gittikleri her yere götüreceklerdir bu çuvalı. Birinci haftanın sonunda, bu ağırlıklarla her yere gitmenin onları yorduğu yönünde şikâyetler alır öğrencilerinden. O zaman bu önemli gerçeğin altını çizer öğretmen. Affetmeyerek kimi cezalandırdığımıza bir daha bakmalı gerçeğini de hatırlatarak.
‘Başkalarını affedin fakat kendinizi ve nefsinizi asla’ düsturunu nasıl da yanlış anlamış, tersini yapmışız. Sabah namazını kaçırdığı için kendini, nefsini durmadan kınayan, gözyaşları içinde tevbe eden, pişmanlıklar içinde kavrulan adamı, ertesi gün sabah namazına şeytanın uyandırması düşündürmeli bizleri. Böylece tevbenin nasıl olması gerektiğini görür belki kalp gözümüz. “Akarsu olan yerde yeşillik olur, gözyaşı olan yerde de rahmet olur” gerçeği kuşatsın bizleri…
Hangi insan, kurum, ya da sistem gerçek pişmanlığın öncesini yok sayar, yapmamış kabul eder? Devletler genelde kendilerine karşı işlenen suçları affetmeyip adli olan suçları, halklarına karşı yapılan suçları affederler. Oysa suç kime karşı işlendiyse af yetkisinin onda olması gerekmez mi? Kâinatın tek halıkı, gerekli şartlar oluşmuşsa kulunu affederken bile kulunun üzerinde olan başka bir kulun hakkını hak sahibi olana bırakıyor. Allah-u Ekber!
Resulullah (AS)’ın dizi dibindeyiz. Nasıl dua etmemiz gerektiğini soruyoruz. Cevap geliyor ötelerden. Biz de aynı duayı tekrarlıyoruz:
“Allah’ım! Affedicisin, affetmeyi seversin. Beni de (bizi de) affet.”
Sahi hiç düşündük mü? Rabbul Âlemin ya affetmeseydi?
Gülfer Ekmen | Nisanur Dergisi | Ağustos 2019 | 93. Sayı
Yorum yap