Hacer Sara Arslanİlim İrfanManşet

Sen Bize Gel, Biz de Kendimize Gelelim

Anlamak isteyene pek çok şey anlatır, yaşamın her sahnesi. Duymak isteyene bas bas bağırır. Görmek isteyenin burnunun ucundadır. Gönül kapısı ve iman penceresini açık tutana koşarak gelir, yerleşir hikmet. O vakit algılar insan, duyar, görür, hisseder. Ve bilir ki; bir yaratıcının eseri olarak O’na boyun eğmenin sinelerde açtığı özgürlük kapısını. Kula kulluk zincirinden azad olmanın bahtiyarlığını… Alnını ve burnunu yere sürerken hissettiği alî duyguları…

Nefsinin arzularına had bildirmeyi isteyene “zaman” çok şey öğretir. Dövünür adeta… Bizi kuşatan o olsa da, tek sermayenin yine onu kullanmak olduğunu haykırır. Ama durdurmaz onu sahibi. Akıp geçerken tutunduğumuz en güzel ân, elbette tefekkürle ikiye, üçe, beşe katladığımız bereketli ânlar… İbadetle tatlandırdığımız, iyilikle suladığımız, vefa ile borcumuzu ödediğimiz ilk ve son anlar. Şükrünü, kıymetini bilerek yaptığımız…

Sahi ya, evimize ilk ve (belki de) son kez gelecek olan misafir için, gücümüzün son damlasını kullanarak evimizin en güzel odasını, yiyeceklerin en lezzetlilerini ve en güzel yanımızı sergileriz. Peki ya o misafir bize sayısız müjdelerle geldiyse? Peki ya tam da hayat boyu mücadele verdiklerimizin mükâfatını haber veriyorsa? Peki ya biz ona değil de o bize ihsanda bulunuyorsa?

Ya böyle bir misafiri son kez görecek olursak?

Kalbimiz sıkışıyor, ruhumuz kirli bedenlere dar geliyor. Günahlar apaçık, zulüm hadsiz, dünya yorgun, insanlar umutsuz… Belki bir derman, bir nur olursun diye beklerken seni, çıkageldin! Seni bize bahşeden sonsuz kudret, celal ve cemal sahibi Allah’tan bir nur esintisi, biz feza derinliği, bir içe dönüş yolculuğu ile geldin… Umutların intiharına bir el misin? Yalnızlığın göğüne bir süreyya, kurak zihinlere inceden bir meltem mi? Kargaşayı deruni notalara dönüştüren bir beste misin, yoksa zincirleri avutan bir Yusuf-i lisan?

Yine yağıyorsun üzerimize. Bıkmıyorsun başımızı okşamaktan, yaralarımıza hekim olmaktan… İbrahim (AS)’in asası sen miydin? Kibir putuyla yaşamanın sancısına, gül bahçesinin serinliğini mi vaat ediyorsun? Yorulmaz mısın bize “haydi bir daha dene” demekten?

Gaflet sebebi, nisyan sonucu olduysa da halimizin; yakamızdan tutan müjdeli el! Üzerimize şeytanların zincirlendiğini, cennet fırsatının yaklaştırıldığını okuyup üfledin! Ruhumuz el ân şifaya giriftar olurken, Hira’dan asırların inatla genç tuttuğu ve tutacağı o çağrının yankılarıyla silkelendik! Yerler ve göklerin selamına, bizim adımıza da mazhar olan Nebiyi Zişan’la aynı yolda yürümenin tadını bir kez daha kazıdın sinelere…

Kulluğun en kıymetli halkalarını boynumuza dolamaya mı geldin? Verdiğimiz savaşın arasına girip bir ab-ı hayat mı serptin? Bize aşkın yolunu yordamını mı öğrettin? Açlığın lezzetini ruhumuza mı yedirdin? Secdenin andını bendimize anahtar mı eyledin? Yakub’un gözlerini yüreğimize taktın da, sonsuz yurda hasretimizin küllerini mi alevledin? Bakışlarımızı, lisanımızı, hayatımızı zamana dost mu ettin? Sen ne güzel işler için geldin… Hoş geldin! Sen bize geldin, biz de kendimize…

Bilesin ki kalbimizde yara almamış tek yer imanımız… Oraya muhafız olmak için mi geldin? Bilesin ki duygular yığınların ellerinde oyuncak… Duyguları yerli yerine koymak için mi geldin?

Elimiz yetim elini tutmayalı, şefkati taşıyamaz oldu… Midemiz hazzımıza esir olalı, adil düzen yok oldu… Topraktan yüz çevireli, ölüm acıtır oldu… Sen bize gel, biz de kendimize gelelim…

Belki son gelişin, belki yine süzüleceksin zamandan kalbimize… Ama biz biliyoruz ki; her gelişinde aşkın, ahlakın, umutların, antların, yaşamın öğretmeni olarak geleceksin… Seni Cömert Olan, sonsuz zenginliğinle gönderdi. Biz de sinelerimizin kapısını sana sonuna kadar açacağız…

Haydi Ramazan; sen bize gel, biz de kendimize gelelim!

Hacer Sara Arslan | Nisanur Dergisi | Nisan 2020 | 101. Sayı

Yorum yap