SeyahatŞüheda BotanYazarlar

Saraybosna gezi notları – 1

[ap_dropcaps style=”ap-square”]A[/ap_dropcaps]niden karar verilen bir gezinin bazen heyecan, yer yer hüzün, çokça mutluluk içeren notlarından derlemedir bu yazı. Adana’ya niyet Saraybosna’ya kısmet alınan biletler, bin bir badire atlanılarak çıkarılan pasaportlardan sonra iple çektiğimiz yolculuk günü gelip çatmıştı. Sabahın erken saatlerinde havaalanı yoluna koyulduğumuzda başımıza nelerin geleceğinden habersiz tatlı hayaller kuran çekirdek bir aileydik sadece.

Bilet işlemlerinden sonra ‘minyatür Çin Seddi’ görünümdeki pasaport kuyruğu, yaşayacaklarımızın fragmanıymış da haberimiz yokmuş meğer. Sıramızı beklemenin uçağı kaçırmaya denk düştüğünü anladığım anda bebekli bayanların öncelik hakkına sahip olduğunu dile getirerek, ben ve kızım önde yol arkadaşım arkamızda kalabalığı yara yara sonunda kontrol noktasına vardık.

Ardımızda bıraktığımız curcuna ve insanüstü çabamızdan sonra bu nokta, rahatlama ve heyecan yenilemenin başlangıcı olarak yansıdı duygularımıza. Öyle ki bu rahatlıkla son çağrısı yapılan uçağa daha hızlı yetişebilmek adına, üçümüzün pasaport işlemlerini tek başıma halledebileceğimi düşünüp yol arkadaşıma, kızımızla kontrol noktasını geçebileceğini söylemiştim. Ancak pasaportları verdiğimde görevli polis ikisinin kontrol noktasından geçtiğini öğrenince ‘kanunen suç işlediniz, sınırı kaçak geçtiniz’ deyip yol arkadaşım ve kızımın geri dönmesini istedi.

Bir türlü ulaşamadığım yol arkadaşım gecikmemden ötürü geri dönmüştü. Israrla “suç” işlediğimizi dile getiren polis, uçağı kaçıracağımızı dile getirdiğimizde ‘o uçağa yetişemezsiniz zaten, istersem sizi göndermem’ minvalli nutuklar atarken yol arkadaşım sinirden yumruklarını sıkıyordu. İşte tam o anda türlü hayallerle başlayan yolculuğumuzun, bu noktada sona ereceği düşüncesi tüm benliğimi sarmıştı. Son anda ‘lütfedip!’ işlemlerimizi yapan görevliye manidar bir bakış fırlattıktan sonra tüm hızımızla uçak kapısına doğru koşmaya başladık. Bu koşuşumuz, gezimizde dönüm noktası hükmü taşır niteliktedir.

“Saraybosna, Bosna Hersek’in başkenti ve en kalabalık şehri. Yüzyıllar boyunca Müslümanlar, Hıristiyanlar ve Museviler bir arada yaşadıklarından ötürü ‘Avrupa’nın Kudüs’ü olarak da anılır. Miljacka Nehri etrafına kurulan şehir Alp Dağları’nın Balkanlardaki uzantısı olan Dinar Alpleri ile çevrilidir. Ayrıca Saraybosna 1. Dünya Savaşı’nın en önemli olayına tanıklık eden şehirdir. 1914 yılında Avusturya-Macaristan varisi Arşidük Franz Ferdinan Saraybosna’da Miljacka Nehri üzerinde bulunan küçük bir taş köprüden (Latin Köprüsü) geçmek üzereyken bir Sırp milliyetçisi tarafından öldürülmüştür. Bu suikastın 1. Dünya Savaşını başlatan kıvılcım olduğu söylenir.”

Yaklaşık iki saat süren yolculuk sonrasında Saraybosna’nın bizi sarmalayan yeşil doğası, ruha hitap eden sokakları, evleri tüm gerginliğimizi alıp götürmüştü. Kalacağımız konukevine ulaşıp soluklandıktan sonra Saraybosna’nın yağmurunda ıslanmak, adım adım tarihi solumak için yolları arşınlamaya başlamıştık bile.

Ara sokaklardan geçerek öncelikle Eski Osmanlı efradının meftun olduğu bir mezarlığa çıktık. Osmanlı mezarlığına paralel, Sırp işgaline karşı mücadele vererek şehit düşmüş Boşnak Müslümanlarının defnedildiği Kovaçi Mezarlığı bulunmaktaydı.

Aliya’nın şöyle bir talebi varmış vefatından önce: “Vasiyetimdir, beni şehitlerimin yanına gömün. Benim yanım onların yanıdır. Beni ayrı bir yere defnetmeyin, zira benim ziyaretime gelenler onlardan da dualarını esirgemesin, mahzun kalmasınlar.” Bu duygusal atmosferde mezar taşları arasından süzülerek Sebil (Başçarşı)’e doğru iniyoruz.

Başçarşı’nın girişinde Saraybosna’nın simgelerinden biri olan Sebil karşılıyor bizi. Sebil 18. yüzyılda Bosna Valiliği yapan Mehmed Paşa tarafından 1754 yılında yaptırılan bir çeşmedir. Sebil’den sonra Başçarşı’da dikkat çeken ikinci görüntü ise insan boyu ölçeğinde sıralanmış ahşap dükkânlar. 15.yüzyılda Bosna Sancak Beyi İsa Bey tarafından yaptırılan, daha sonra Gazi Hüsrev Bey’in katkılarıyla büyüyen çarşının etrafında Saraybosna’daki birçok önemli yapıyı yaptıran Gazi Hüsrev Bey’e ait camiler, hanlar ve medreseler bulunuyor. Çarşının sokaklarını adımlarken her köşesinde aşina simgeler, yapılar görmek kendimizi buraya ait hissettiriyor. Özenle korunan tarihi doku, bizde zamanda yolculuk yapıyor hissi uyandırıyor.

Başçarşı adeta tarih kokan canlı bir mahalle… Çarşıyı adımlarken aynı sokaklardan kaç kez geçtiğimizi hatırlamıyorum bile. Her adımlayışımızda farklı bir güzellik karşıladı bizi zira. Kültürel ve estetik açıdan Osmanlı’nın bir özeti olan Başçarşı, tabiri caizse Saraybosna’nın kalbi hükmünde. Ve Saraybosna’da bütün adımlar çarşıya çıkıyor.

Günün yorgunluğuyla keşif tadındaki yürüyüşümüzü sonlandırıyor ve yarın tekrar buluşmak üzere vedalaşıyoruz Başçarşı’yla. Aliya’ya selam verip başucunda konakladığımız eve doğru adımlarımızı yönlendiriyoruz…

Şuheda Botan | Nisanur Dergisi | 79. Sayı | Haziran 2018

Yorum yap