Asiye Türkanİlim İrfanManşet

Ramazan Ayının Müslümanlara Yükledikleri!

İlk vahiy, bir Ramazan gecesinde, emin sıfatına toplumu tarafından layık görülmüş bir beşere “Oku! Yaradan Rabbinin adıyla…” şeklinde olmuştur.

Okumayan akledebilir mi?

Anlamayan iman edebilir mi?

Akletmeyen güvenip teslim olabilir mi?

Âlemlere rahmet olan vahyin elçisi şu şekilde dua etmişti:

“Ya Rab! İlmimi, anlayışımı, imanımı arttır.”

İlmi olmayan anlayamaz, anlamayan da imanın lezzetini alamaz. Nitekim zamanımızın modern insanı, bilgi çağında çok hızlı bilgiye ulaşırken, anlayışını duygularına esir etmiştir. Böylelikle hakkı anlayamamıştır. Güvenip teslim de olamamıştır. Çünkü kalbi ve ayağı vahiyde değildir.

Allah Rasulü (SAV) duasına şöyle devam etmiştir;

“Rabbim! Ayağımı, kalbimi dinin üzere sabit kıl. Beni takva sahiplerine önder yap. Canımı Müslüman olarak al…”

Ayağı hak din üzere olmayan, takva sahibi olamaz. Takva sahibi olmayan da önder olamaz. Sonun görüleceği, canın bedenden ayrılacağı günde Müslüman olarak bu fani dünyadan ayrılamaz.

Peki Müslüman olarak ölmezsek ne olur? Koskoca bir hüsran…

Kimin için mi? Elbette Müslüman oldum deyip teslim olanlar için…

Üzerimizde şahitli olan zamana yemin ile başlayan Asr Suresi’nde, bütün insanların kesin hüsran içinde olduğu belirtilir.

Cenabı-ı Hak, bu hüsrandan kurtuluşu da Rahman’a güvenip teslim olmaya, salih amel işlemeye, hakkı ve sabrı tavsiye etmeye bağlamıştır. Bu da imanın ürünüdür.

Bu surenin tefsirinde İmam Şafii: “Kur’an’da başka hiç bir sure nazil olmasaydı, şu kısacık sure bile insanların dünya ve ahiret saadetini temin ederdi.” demiştir.

Seküler dünyanın modern köleleri olup mutlu olamayan insanlık, inanmamanın acı faturasını yaşamakta, lakin hâlâ inadına devam etmektedir.

Geçmişin sıkıntılarından kurtulamayan, geleceğin derdiyle kavrulan, yaşadığı anının kıymetini bilmeyen acizler durumuna düşmektedir.

Yine bir Ramazan ve tefekkür ayı!

Yetişkin olma akabinde alınan en önemli karar, yaşanılanların sorumluluklarını alarak hayata yön veren olgu olan dinin seçimidir. Din olarak İslam’ı seçmiş olanlar için önem arz eden, bizden önceki müminlere de farz kılınan, başı rahmet, ortası mağfiret sonu da cehennem azabından kurtuluş olarak bilinen, yokluğun-açlığın ne demek olduğunun da anlaşılmasının düşünüldüğü oruç günleridir.

Yeme, içme ve cinsel duyguların bastırılması yani tutulması istenmektedir. Bu, bir bakıma insanın kendini tutma eylemidir. Seküler dünyada farkındalığını kullanarak çift dünyalı yaşamaya karar vermektir. Hem bu dünyada hem de ahiretteki bütün güzelliklere talip olma, aynı zamanda da cehennem azabından uzak olmayı istemektir. Böylelikle hayatın merkezinde yani yaşamın devamı için önemli olan üç olguya sınır koyulmasıdır.

Bizler yemeden, içmeden ve çoğalmadan hayattan zevk alamayacağımızın bilincindeyiz. Hazzın ve mutluluğun kaynağının yeme-içme ve cinsellik üzerine olduğunun da farkındayız. Bundan dolayı neyi yediğimiz, içtiğimiz ve kiminle beraberliğimiz kadar nasıl olacağının da inandığımız kitabın öncelikli konuları olduğunun da farkında olmalıyız. Zira haramların bu minval üzere olduğu ve kırmızıçizgimiz olması gerekliliği de malumumuzdur.

Bilinen gerçek; her fani ölmeye, her varlık yok olmaya, her güzel şey sonlanmaya, her insan da imtihan edilmeye mahkûmdur. Hayatta yaşadıklarımız, karşılaştıklarımız, söylemlerimiz, eylemlerimiz hatta yapmamız gerekirken yapmadıklarımız imtihanlarımızdır. Bizim kalitemiz de yaşadıklarımıza gösterdiğimiz tepkilerimiz, takındığımız tavırlarımızladır.  

Bilgiler ile imtihan edilecek olsaydık, dersini iyi çalışıp sorulara doğru cevap verenlerin hem bu dünyada hem de ahirette kazanacağı kesindir. Lakin imtihanımız bilgi üzerine değil, eylem üzerinedir. Bunun da farkında olmalıyız.

İmanımızı yani inandıklarımızı hayatımıza şahit kılmamız, ancak söylediklerimizin eylem halinde ispat edilmesiyledir. İyiliği sonsuz olan Hak Teâlâ, elbette imanına hayatını şahit kılan, güvenip teslim olan bizlere ikramını bol bol yapacak, hoş bir istikbal verecektir.

Bizlerin gerek dünyalık gerekse ölüm sonrasına ait kaybetme korkularımız vardır. Allah’a tam güvenip teslim olursak, muhakkak Rabbimiz bir yol gösterecek ve kalplerimize bir ferahlık verecektir. Belimizi kıran imtihanlarımızı zamanla kaldıracak ve üzerimizdeki yükü de hafifletecektir.

Elbette bunun olması için öncelikle doğru hareket ederek sabretmek, yardımı da doğru adresten istemek gerekmektedir. Bu da ancak doğru hareketi sunan Rahman’a güvenmek ve teslim olmakladır. Lakin bizler gemiye binip de kaptana güvenmeyen, yükünü bırakmak istemeyen ve bütün yolculuk boyunca yükünü sırtında taşıyan yolcular misaliyiz. Sahip olduklarımızı kaybetme korkusu ile daha büyük hatalar yapabilmekteyiz.

İnandığımız kitabın içinde her güçlüğün yanında fazlasıyla kolaylık olacağı bilgisi vardır. İlgili ayet şu şekildedir: “Muhakkak ki o güçlüğün yanında bir daha kolaylık daha vardır.” (İnşirah /6)

Bir güçlük iki kolaylığı asla yenemez. Lakin kolaylığın olması için de çalışıp çabalamalı, boş kalmayıp yorulmalı ve Rabbimize giden yola gururumuzun etkisinde kalmadan sarılmalıyız. 

Rahmet ayının içinde rahmeti en güzel anlatan Rabbimin, indirdiği ve yarattığı kitabını iyi okumalıyız. Hayatımızın hiçbir alanı boşluk kabul etmez. Gururuna yenilen şeytan dahi bunu itiraf etmiştir. Lakin gururu onu tevbeye değil daha fazla yaşamaya, kaybettiğini kazanmaya değil kinini tatmin etmeye itmiştir.

Kıyamete kadar hayat dileyen iblis, af yolunu değil; kendi nefsini tatmin etme yolunu tercih etmiştir. Hayallerini, yaptığı hatasını telafi etmek yerine değil; kendini haklı çıkarma eylemi üzerine kurmuştur. Şeytani sistem içinde uyanık olmayanlar da şeytanı haklı çıkarmak için tam destek vermektedir.

Emek vermeden, gayret etmeden aldığımız her değeri kaybederiz. Gayretimizin ve emeğimizin olmadığı, gönlümüzün mutmain olmadığı hiç bir girişimde başarılı olamayız.

Hayattaki bütün zorluklar bizim yetişmemiz ve kişiliğimizin oluşması için bir fırsattır. Fırsatlar da değerlendirmek içindir. Değerlendiremediğimiz her fırsat, gelecekte pişmanlık olarak önümüze düşecektir.

Başımıza gelenler kendi ellerimizle yaptıklarımız yüzündendir. (İsra / 13) Bütün zorlukları aşmada elbette zaman en büyük ilaçtır. Sıkıntılarımızın yoğun yaşanması, imtihanın ağırlığından bellerimizin bükülmesi ise dua zamanının gelmesidir. Aslında acizliğimizi anlamamız içindir.

Ramazan ayındayız. Ramazan ayının bizlere yüklediği; emredildiği gibi dosdoğru olmamızdır. Ve içinde bin aydan efdal olan, gizlenmiş gece içinde duamızı tam yapmamızdır.

“Ya Rab! Sen affedicin. Affetmeyi seversin. Bizi affet. Kaldırmayacağımız ağır imtihanlar içinde bırakma…” (Amin)

Aile Danışmanı: Asiye Tanrıöver Türkan | Nisanur Dergisi | Nisan 2022 | 125. Sayı

Yorum yap