Hamd, her şeyden önce var olan ve her şey helak olduktan sonra da kalacak olana, Evvel ve Ahir’e; salât ve selâm, yolumuzu aydınlatan Resulüne olsun.
Hayatı anlamaya, anlamlandırmaya çalışan insanın girdiği handikaplardan biridir başlangıç noktası. İki rakamından önce bir rakamının, onun da öncesinin sıfır olması gibi hep bir öncesini sorar insanoğlu. İyi niyetlidir kimi zaman bu sorular. Kimi zaman da kötü niyetli…
Ateist öğretmen, çocukların aklına düşürmek istediği inançsızlık tohumları için sorar çocuklara: “Çocuklar! Kapıyı, sandalyeyi, masayı, okulu yapan biri var değil mi?” Hep bir ağızdan “Evet!” cevabını alan öğretmen, memnun bir şekilde devam eder sorularına: “O halde kâinatı kim yarattı?” Beklediği “Allah” yanıtını alınca “Allah’ı kim yarattı?” sorusunu da planladığı şekilde sorar. Çocuklar şaşkındır. İçlerinden birinin “Öğretmenim, sizin bununla ilgili düşünceniz nedir? Hayatın başlangıç kaynağı nedir?” sorusuyla şaşkınlık yaşama sırası öğretmendedir.
Varlığın tertip ve tanzimine bakıldığında, kâinat kitabı ve olaylar silsilesi incelendiğinde, devrede olan aklın bize söyleyecekleri vardır. Bitkinin meyve verebilmesi için yağmura; yağabilmesi için yağmurun, buharlaşma ve buluta; buharlaşmanın gerçekleşebilmesi için ısıya, ısının güneşe, güneşin tükenmeyen bir enerjiye ihtiyacı olduğunu görebilmesi için, basit bir bakışı yeterlidir aklın. Allah (CC)’ı arayan Hz. İbrahim (AS)’in, batan güneşin ardından “Ben batanları sevmem” sözünün ardında ne de çok şey gizlidir. Bir yerde sonlanıyorsa varlık, başlangıcı da var demektir. Başlangıcı olan, biri tarafından var edilmiş demektir ki; bu da arayışın cevabı değildir.
Akıl, sonradan yaratılanların, sonradan yaratıldıklarına şahitlik eder. Olmayan bir şeyin varlık sahnesine çıktığını görmesi akla, onun varlığının kendinden olmadığını, biri tarafından var edildiğini gösterir. En başı merak edip raydan çıkmadan sorgulayan bir aklın varacağı nokta şudur: Varlığı kendinden olan, tüm mevcudatın da varlıklarını O’ndan aldığı bir Mutlak Varlık zorunludur hayat için. Varlığı kendinden olmalı zira biri tarafından var edilmemeli; tüm mevcudat varlığını O’ndan almalı zira var olan her şeyi O yaratmış olmalı. Başlangıcı olanın mutlaka sonu vardır. Başı ve sonu olan varlıklar, asla ilah olamaz. Başı ve sonu olanlar yaratılmıştır çünkü. Öyle bir ilah olmalı ki; ilk ve son uçlar dâhil her şey O’nun kudret elinde olmalı.
Zamanı ve mekânı yaratanın, bunların da öncesinde olması, bunlara hükmediyor olması, O varken hiçbir şeyin olmamasını gerektirir aynı zamanda. Bu durum, beyin devrelerimi yakarken; sınırlı olan akıl ve ilimle sınırsız olanı tam anlamanın imkânsızlığını kabul etmek de sağlıklı bir aklın gereği olsa gerek. Görmemiz için verilen gözün her şeyi görememesi, işitme duyumuz olan kulağın tüm sesleri işitememesi gibi aklımız da belli bir yere kadar eşlik eder bu yolculukta bize. Ya bunu tam anlamasa da kabul edecek ya da var olduğu, yaşıyor olduğu gerçeğini inkâr edecektir akıl.
İnkâr edemediği bu hayatı yaşarken aklım, varlığını kimseden almayanı, her şeyden önce var olanı da kabul etmek durumunda kalıyor. Hem “Allah (CC)’ı kim yarattı?” demek “Ablan senden kaç yaş küçük?” demekle aynı mantık hatasına sahip değil midir? Allah demek, yaratıcısı olmayan yaratıcı anlamına da gelmiyor mu?
“O’dur Evvel, Âhir, Zâhir ve Bâtın. Ve O her şeyi bilendir.” (Hadid / 3)
Hz. Ali’nin sözlerinin ikrarı kalıyor bize: “Allah’ım! Sen tam benim aradığım gibi bir ilahsın. Beni de istediğin gibi bir kul eyle.”
Kendisi için başlangıç tasavvur edilemeyen Allah (CC)’ın Evvel olduğunu fehmeden bir akıl, ikinci bir ilahın olamayacağını, ilkin sadece bir tane olabileceğini kabulde zorlanır mı? Böyle bir ilahın her şeyden önde tutulması, hakkına öncelik tanınması, hayatımızdakilerin önem sırasında en önde olması gerekmez mi? Varlığı hiçbir nedene bağlı olmayan Evvel’i bilen kul, sebep-sonuç esaretinden kurtulup daha geniş düşünmez mi?
Evvel olanın Ahir de olması gerekmez mi? Pozitif bilimlerden öğrendiğimize göre, sınırlı olanların iki ucu vardır. Başlangıç ve bitişleri, önceleri ve sonralarıdır sınırlarını belirleyen.
Öncesiz ve sonrasızdır Allah (CC); ‘önce’ ve ‘sonra’ terimleri esasında birer sonu ifade eder. ‘Önce’, başlangıçtan önceki sonu; ‘sonra’, başlangıçtan sonraki sonu fısıldamaz mı kulaklarımıza?
Ahirdir Allah (CC). Varlığı kendinden olanın ebediyen var olması akla aykırı bir durum olmasa gerek. Bir gün tükenecekse varlık, ilah olması ve saygı duyulması söz konusu olabilir mi? Her şeye bir ömür biçenin, belirlenmiş bir ömrünün olması düşünülebilir mi? Ariflerin manen ulaşabilecekleri son menzil olan Ahir için söylediklerini söyleriz biz de: “Bütün eksikliklerden uzaktır.”
Sebeplere güvenmemeyi öğrenen insanın özgürlüğü; sebepleri yaratıp neticeleri sebeplere bağlayan Âhir’i tanıyışındandır. Sebebin de sonucun da yok olacağını; sadece Bâkî olan, Âhir olan Allah (CC)’ın kalacağını iliklerine kadar hisseden insanı ne bağlayabilir? Geçici varlıklara bağlanmanın aslında yokluğa bağlanmak manasına geldiğini anlayan insanın ruhu, çoktan maveraya kanat açmıştır.
Evvel ve Ahir olanı bilince, tanıyınca O’ndan gelenleri kabul etmek; isteyerek, severek O’na teslim olmak hiç de zor olmayacaktır. O’nu en iyi tanıyan, seven, isteyerek teslim olan güzeller güzelinin duası olsun duamız:
“Ey her şeyden önce, her şeyin yaratıcısı, her şey yok olduktan sonra da olacak olan! Senden, koruyan, bağışlayan, Sana iltica edilecek ve bizi kurtaracak bir an niyaz ediyorum.”
Gülfer Ekmen | Nisanur Dergisi | Eylül 2019 | 94. Sayı
Yorum yap