“Alemlerin Rabbi olan Allah (CC)’a hamdolsun. Alemlere rahmet Efendimiz’e salat ve selam olsun. O günden bugüne aziz İslam sancağını taşıyan, taşıdıkları için de hayatlarından olan, hayatlarını imanlarına şahit kılan bütün şehitlerimize, salihlerimize selam olsun.”Sözleriyle konuşmaya başlayan şahsın, nasıl bir yolculuğun fitilini yaktığından haberi yoktu. “Senin şehit olman için Allah’a dua ediyorum.” cümlesiyle fark etti, şehadetin dualarında yer almadığını. Marşlar, söylemler, dualar bunu işaret ettiğinden midir bilinmez ama garipsedi bu durumu. Etrafındakilere sormaya başladı şehit olmak isteyip istemediklerini ve nedenini. “İstiyorum çünkü Allah seviyor.” cevabını tefekkür ederken yakaladı uyku onu.
Daha önce görmediği, bilmediği bir diyarda açtı gözlerini. Huzuru iliklerine kadar hissettiği mekânı biriyle paylaştığını fark etmesi bile değiştirmedi ruh halini. Çok tanıdıktı bu yabancı. Yanına yaklaşıp selam verdikten sonra sorabildi kim olduğunu. “Zamana ve mekâna göre değişse de bana kısaca şehit diyebilirsin.” …Şehit… “Nasıl olunur?” sorusuna karşılık; ‘Nasıl yaşanır’da gizlidir cevap, dedikten sonra, muhabbet dolu gözlerini dikti uzaklara şehit.
“Şu kâinata baksana! Her yer, amaçsız olmadığını; muhteşem dengeler üzerine kurulduğu gerçeği üzerinden haykırmıyor mu? Yaratıcısının özelliklerini anlatışını duyabilmek için en derininden bak ona; kaçırma bakışını, bir daha bir daha bak. Emir altındaki bu muhteşem dengeyi görünce göz, fikr edince akıl, peşi sıra kalbin muhabbeti gelir. Bu üçlüden sonra nefis emir dinlemeye alışmış olacak ki; kalp ve akılla beraber gereksiz şeylerden uzaklaşır. Sevilmeye, korkulmaya, utanılmaya en layık olanı bulmuştur hemhal olmak için. Sevdiğinin istediği renge bürünmeyi, O’nun istediği gibi olmayı elzem kılar bu ruh hali. Hareketlerinin sözlerini doğruladığı, samimiyet aşamasından sonra gelir şehadet.”
“Yani canını Rahman’a sunmadan evvel hayatını sunmak gerekiyor. Alemlerin Rabbini onaylarcasına, şahitçe bir hayat yaşamak… İşin formülü bu sanırım.”
Onayını beklediği şehit ise çok farklı diyarlardaydı.
“Allah Resulü bu yolun kaderini daha başta Varaka’dan öğrendi, öyle yola çıktı. Bu yolda diken, taşlanma, iftira ve sürgün olacağını, rahatımızın bozulacağını biliyorduk. Gözümüzden yaş, alnımızdan ter ve gerekirse bedenimizden kan akacaktı.”
“Korkmadınız mı ya da yorulmadınız mı?”
Derin bir iç çekişle geldi cevap:
“Âşık, aşkından vaz geçebilir mi? Vaz geçerse âşık olabilir mi? Şehadet çıplak gözle Allah’ı görme kabiliyeti, aşkın zirvesi, aklın mucizesidir. Allah’a giden en kestirme yoldur.”
“Bu dediklerinizi anlamıyorum. Anlayabilmem için ölmem mi gerekiyor?”
Haddi aşmış olabilirim korkusuyla eğmişken başını öne, gelen cevapla irkildi.
“Yeryüzünden herkes eninde sonunda ölü olarak çıkacak.”
O kadar dingin, huzurlu bir çehreye böyle kelam ne de uygundu. Anlama ve anlamlandırma çabalarına devam etmek için sordu:
“Esas olan hayat değil midir?”
“Elbette esas olan hayattır. Hayat değerlidir. Kul, hayatı imar ile görevlidir. Fıtratta da hayatı, menfaatleri zayi etmemek için bir koruma kalkanı var aslında. Allah ölmeyi ve öldürmeyi emretmez. Ancak zulüm ve isyan düğümü, bazen sadece kanla çözülebilir. Böyle bir durumda fıtrattan gelen koruma kalkanı aşılıp, ölüm tercih edilir.”
“Her yürek ve akıl bunu beceremez.”
Kendinden biliyordu zira o, bunu bırak yapmayı, anlamayı bile beceremiyordu.
“Sadece yürek karar verirse isabet olmaz. Sadece akıl verirse kararı muhabbet olmaz. Şehadet, yürek ve aklın beraber verdiği bir karar. Çünkü şehadet bile bile ölüme yürümek değil, ölümü öldürerek ölüme yürümektir. Rab, zulme, isyana, tuğyana kanlarını şahit tutanların şahitliğini kabul etmiş ve onlara ‘şehit’ demiş.”
Düğüm az da olsa çözülüyor gibiydi.
“Toplumsal kaos düğümünün söz ve amelle çözülemediği durumlarda, kan ile çözecek yiğitler olmazsa bu defa Allah helak seçeneğini ortaya koyar, şeklinde bir tespit ile karşılaştım. Yani şehitlerin paratoner (yıldırımsavar) görevi gördükleri doğru mu?”
“Bazen raydan çıkmışlık, sadece ve sadece kurbanlar ile yoluna girer.”
Şehidin verdiği bu cevaptan sonra “Raydan çıkanların uyanıp durumlarını fark etmeleri için kendinden geçmek, üstün bir ahlak gerektirir.” düşünceleriyle tefekkür deryasında yol alırken kendi sesiyle irkildi.
“Kurban kusursuz olmalı. Allah kusurluyu kurban kabul etmiyor.”
“Kurban olmayı isterler ve kurban olurlar diyelim kısaca.”
Verdiği bu cevap bile şehidin, tevazuunun da doruk noktasında olduğunu göstermesi açısından manidardı.
“Arkasından bereket ve bolluk yılları gelir. Çünkü müstesnadırlar, azdırlar ama etkileri dünya kadardır.”
Bu sözlerinin ardından yüreğine göz attı. İstediğini bulamamış olmanın getirdiği üzüntü ile konuştu bu kez:
“İdrak edemiyorum, sizin gibi hissedemiyorum. Edebiyatını yapmakta sorun yok ama yaşamayı beceremiyorum. Neden ben böyleyim?”
“Hubeyb bin Adiyy Medine’den ‘Kur’an’dan mahrum olanlara, Kur’an’ın mesajını ulaştırmak için çıkıyorum’ dedi. Böyle bir amaçla çıktı, şehadet onu yolda buldu. Amacına, amaçlarına, yoluna ve yollarına tekrar bak.”
İlk defa bu tonda konuşan şehit, şaşırttığının farkında, bilinçli ilerlediği bu yolda inisiyatifi eline almış görünüyordu. Soru sorma sırası ondaydı:
“Derdin nedir?”
Bu nasıl bir soru böyle? Kekeleyerek cevap verdi:
“Bi bir derdim yok Elhamdulillah.”
“Derdi olmayan şehadeti anlayamaz. İslam’ı, insanları, Müslümanları dert edinmezsen ne Peygamberleri ne de şehitleri anlayabilirsin. Çeşitli bataklarda olan insanlara nasıl yardımcı olabilirim? İnsanın Allah (cc) ile buluşması için neler yapabilirim? İnsanlara Kur’an’ın mesajını nasıl ulaştırabilirim, gibi endişelerin yoksa şehit gibi hissedemezsin.”
“Derdin nedir?” sayıklamaları ve ter içinde kalmış bir vücutla açtı gözlerini sabah ezanına. Bismillah ile yaşanan hayatların Elhamdülillah ile meyveye duran akıbetlerini fehmetmek, hissetmek için Allah-u Ekber ve Suphanallah kısımlarını yaşamak gerekiyordu önce. Abdest alıp Allah-u Ekber ile başladı sabah namazını kılmaya…
Not: Yazımdaki bazı cümleler, önceden dinlediğim sohbetlerden, okuduğum şiirlerden/yazılardan beğenip not aldıklarım. Yeri geldiğinde onları kullandım.
Gülfer Ekmen | Nisanur Dergisi | Nisanur Dergisi – 89. Sayı
Yorum yap