İnnâlillahi ve inna ileyhi raciun.
Bu aralar en sık duyduğum cümle: “O’ndan geldik ve yine ona döneceğiz.”
Hayatın bir gerçeği ölüm… Kimisi için acı bir gerçek, kimisi için tatlı… Kimisi için hapis hayatının başlangıcı, kimisi içinse kurtuluşun…
Ölümden korkanları anlıyoruz zaten onlara şaşıran yok lakin ölümü arzulayanlar, onu bir kurtuluş, vuslat olarak görenler… Onlara ölümü bu kadar sevdiren şey ne?
Ebedi hayat…
Onlar bu hayatın geçici olduğunu ve ebedi hayatın onları beklediğini benliklerine zerre zerre işlemişler. O yüzden ölümü eski bir dost gibi karşılarlar.
Eğer insanların içinde, bu dünyadan değilmiş gibi duran, bu dünyanın ona yakışmadığını fark ettiğiniz, 1400 senelik sayfalardan çıkmışa benzeyen birilerini görürseniz bilin ki o, ölümü kurtuluş olarak görenlerdendir.
İşte onlardan biriydi Fesih Güler… Dünyanın yüzüne hiç gülmeyen, davası için gençliğini, sağlığını feda eden… Adeta zamanın musabı gibiydi. Gençliğinde herkes onu düzenli ve tertipli oluşuyla, aşırı titiz ve kıyafetlerine olan özeniyle, yakışıklılığı ve saçlarına yaptığı bakımıyla tanırdı.
Lakin İslam davası için mücadeleye atılınca; o, saçlarına sürekli bakım yapan, kıyafetlerine büyük özen gösteren Fesih, şimdi o özeni davası için gösteriyordu. Hataya yer vermiyor, titizlikle çalışıyordu. O da tıpkı Mus’ab gibi işkencelere uğradı, buzdan tabutlara kondu, elektrik verildi vücuduna, tehdit edildi, hapsedildi… Lakin tıpkı Mus’ab gibi ‘ben Müslüman’ım, Müslümanlardanım’ sözünü zalimlerin kara yüzüne haykırmaktan geri durmadı. Zalimlere şedit olduğu kadar mazlumlara yumuşaktı. Gençler onun sohbetinden ayrı bir keyif alırdı.
Tıpkı Rasulullah’ın Medine’ye gönderdiği öğretmeni Mus’ab gibi o da çok iyi bir öğretmendi. Rabbinin ücretine karşılık devletin ücretini elinin tersiyle itecek kadar iyi bir öğretmen. O, okulda ders vermek yerine sokak sokak dolaşıp toplumun dışladığı gençleri eğitmeyi tercih etti.
Yıllar boyu çileli bir hayat yaşadı. Bir günü dahi birine eşit değildi onun. Yusuf-i zindanlarda tam yedi sene kaldı. Yıllar sonra evine yuvasına döndü lâkin zindan ondan çok şeyi alıp götürmüştü, sağlığını mesela. Böbrekleri iflas etmişti. Abisinden alınan böbrekle hayata tutunabilmişti.
Yıllar geçmişti ama Rabbimin imtihanları bitmiyordu. O, zamanın Mus’abıydı. Lakin Mus’ab’da olup da onda olmayan bir şey kalmıştı. Hicret… O, hasta bedeniyle bir de hicret düşmüştü payına. Rabbi tarihi tekerrür ettiriyor, ikinci bir Mus’ab yetişiyordu. Belki zaman farklıydı, olay sırası farklıydı belki. Lakin imtihanın zorluğu aynıydı. Arkasında gözü yaşlı bir eş, ciğeri yanık bir anne-baba, daha babalarına doyamamış dört çocuk bırakmıştı.
Bütün evlatlarını Allah yolunda yetiştirmiş Hacı Piroz, Yakup’un Yusuf’una ağladığı gibi ağlıyordu. Lakin yüreği dağ gibiydi. O, Yusuf’unu Rabbine adamıştı, varsın uzak olsun anasından. Rabbim Erhamur’rahim’indi. Bu yüzden kısa sürdü ayrılık. Ne olduysa Fesih hicretten döndü, Güler Ailesinin evi bayram havasına büründü. Hacı Piroz şükrediyordu, Rabbine hamd ediyordu. Eşi kısa da olsa ayrı kaldığı eşine muhabbetle bakıyor, onu evinin başından eksik etmediği için Rabbine şükrediyordu.
Dedim ya zaman su gibi akıp geçiyor lakin zamanın Mus’abı’nın imtihanları bitmiyordu. Tam her şey düzeldi derken bu seferde zamanın yeni hastalığı olan koronaya yakalanmıştı o güzel öğretmen. Kuvvetinin azlığından dolayı eriyip gidiyordu. İşte zalimlerin işkenceleri bugün meyvesini vermişti.
Herkes dua ediyordu iyileşmesi için lakin o biliyordu ilacının ne olduğunu. Anlamıştı artık Rabbine kavuşmanın vakti olduğunu. Zaten yıllarca onun için feda etmemiş miydi her şeyini… Anlaşmaları bu değil miydi Rabbiyle? O feda edecekti kendini, Rabbi de ona rızasını verecekti… Yüreği huzur ile doluydu Fesih’in, tıpkı Mus’ab’ın Rabbine koşarken ki huzuru gibi. Son zamanlarında dahi Rabbinin çağrısına ‘lebbeyk’ demekten geri durmamıştı ve sonunda Rabbine, maşukuna, uğruna ömrünü feda ettiğine kavuşmuştu…
Ölümü bir kurtuluş olarak, bir vuslat olarak görenler böyledir işte. Onların derdi şan şöhret değil yalnızca Allah rızasıdır. Bu yüzden Rablerine kavuşmadan kimse tanımaz onları. Onlar dava yolunda görünmez kahramanlardır. Fesih Güler gibi mezarlarının başında yüzlerce insan toplanır…
Giderlerken Rablerine mutlulukla giderler, Azrail’e tebessümle selam verirler. Çünkü onlar, ölümü öldürenlerdir. Onlar giderler lakin artlarında binlerce tohum bırakırlar. Böylece dünya var olduğu müddetçe var olurlar.
Evet, Fesih Güler’in bedeni gitti belki ama ruhu, amelleri hep var olacak ve gelecek nesillere ufuk olacak, tıpkı Hüseyin, Cemal, Said ve Aytaç gibi… Onlar gibi tarihe adını kanla yazan nice yiğitler gibi…
O yiğitlere selam olsun!
Ölümü öldürenlere selam olsun!
Cennet sakinlerine selam olsun!
İsimsiz kahramanlara selam olsun!
Neslihan Güler | Nisanur Dergisi | Ekim 2020 | 107. Sayı
Yorum yap