ManşetSuna TutakYazarlar

Oku!

“Oku! Yaradan Rabbin Adıyla…” (Alak;1-2)

Beldelerden bir belde… Günlerden bir gün… Zamanlardan bir zaman… Mekke’nin çorak bağrından çıkıp var oluş sancısının anlam ve amacını, vicdanındaki sessiz çığlığıyla birlikte, bedenini Nur Dağı’na, adıyla yeksan olan Hira (Arayış) ile buluşturan Hz. Muhammed (SAV)’e ilk gelen “ağır bir söz” (Müzemmil-5)

“Oku”…

Oku ki; yaşamak, anlamıyla ruh bulsun. İnsana verilen en önemli özellikleri, düşünme ve kendini ifade etme yeteneği olan beyanın (55/Rahman;4) değer katsın çoraklaşıp kuruyan mühürlü kalplere…

Oku ve yaz ki; kalemin gücü (Kalem;1) tarihe nasıl yön verir göster sızısı dinmişlere…

Oku! Farkındalığı, fark etmeyi kendine ilke edin, ilkesizlere inat! (Müddessir;1-2)

Yükün ağır, meşakkatli… Heyben dolu olmalı. Çünkü senin farkındalığın, yüreğini harekete geçirecek. Harekete geçirecek ki; dönüşüp eylem üretebilesin. (Müzemmil;5)

Hakikat ışığında okuyanlar öyle bir inşa oldular ki; bilgiyi hikmet ile okudular. “Neyi, nasıl, niçin okuyayım?” sorusunun hakkını zerreleriyle vererek okudular. Yürüyen Kur’an’dan, yürüyen abid ve abideler çıktı, yürekleri çorak ve çatlamış topraklardan… Ve kalem ile tarihe yön verdiler. Önlerinde yıkıldı kara cehalet. Aydın yüzlerini altın çağa dönüştürdüler. Oradan kimler çıkmadı ki?

Matematiğe yeni bir paradigma getiren bilim insanı Harezmi mi?

“Düşünmeyi öğreten” olarak tarihe geçen, felsefeden tıbba, matematikten gök bilimlerine, psikolojiden davranış bilimlerine yön veren “Arap Filozofu” diye unvan verilen Kindi mi?

Batılıların 1900’lü yıllardan sonra tabiri caizse önünde şapka çıkardıkları, sosyolojinin ana damarı olarak gördükleri İbn-i Haldun’lar mı?

İspanya/Endülüs’e nefer oldular. Endülüs’ten de cehaletin en zifiri karanlığını yaşayan Avrupa’ya fener olup ışık tuttular. O neferlerin eylem ve düşünceleriyle aydınlandı Avrupa.

Sonra ne mi oldu? Ölü toprağı serpildi aydınlık medeniyetimiz üzerine. Atalet yayıldı, fetret başladı. Cahiliye, o zifiri karanlık yüzünü bir kez daha göstermeye başladı. Çoraklaştık, kuruduk. “Okuma!” diyenlerin sesleri bir bir yükselmeye başladı aydınlık medeniyetimizde. Tanımlamalar ardı ardına yapılmaya başlandı.

Okuma! Sen de sapıtacaksın!

Okuma! Şüphe girer, şüphe düşer kalbine!

Okuma! Filozof mu olacaksın?

Sonra işi daha da deli saçmasına çevirip “yoksa âşıklarıyla yazışırlar” diyen düşünce yoksunları doğdu, ilk fakihe Hz. Aişe’ye inat.

Okuma! Düşünme! Sorma! Üretme! Yapma! En acı sonu beraberinde getirdi: Cehalet saadettir…

Yerimize okudular, düşündüler, ürettiler…

“Bakmazlar mı o develere nasıl yaratıldı?” (Ğaşiye;17) diye sordu, El-Bâri olan Allah.  Bak ve gör dediği yeri, eksik ve tutarsız okumalarla, devenin, koyunun üzerinde, bal peteğinde lafzatullah arandı. Bilgiyi işleyip üretenler ise incelediler; Zoolojiyi (Hayvan Bilimi) oluşturdular.

“Bir toplumu oluşturan fertler kendi iç dünyasındakileri değiştirinceye kadar, Allah onların oluşturduğu toplumu değiştirmez.” (Rad;11) Toplum ve fertlerin değişimini yasalara bağladı El-Habir olan Allah. Bilgiyi harekete geçiremeyenler, sığ bir kaderciliğe yasladılar değişememelerini. Allah’ın dilemesi, insanın dilemesi ile diyalektik/karşılıklı gerçekleşmektedir diyenler, Sosyolojiyi (Toplum Bilimi) oluşturdular.

“İnsan neden yaratıldığına bir baksın.” (Tarık;5) dedi, El-Musavvir olan Allah. Düşünüp, aklımızı kullanıp hayatın anlam ve önemini kavrayıp, sorumluluğumuzu bilmeye davet etti. Okuyabilenler; Antropolojiyi (İnsan Bilimi) oluşturdular.

“Diller Allah’ın ayetidir. Şüphesiz anlama ve kavrama yeteneğine sahip olanlar için dersler vardır.” (Rum;22) dedi, El-Kerim olan Allah. Anlama ve kavrama yeteneğine sahip olanlar, Filolojiyi (Dillerin yapısını, tarihsel gelişimini ve birbirleriyle ilişkilerini inceleyen bilim dalı) oluşturdular.

“Dağlara bakmıyorlar mı nasıl sağlamca dikilmiş?” (Ğaşiye;19) diye sordu, El-Kaviyy olan Allah. Baktılar, incelediler. Dağların kökünün 10-15 katı kadar yerin altına uzandığını, adeta bir çivi görevi gördüğünü… Ve Jeolojiyi (Yer Bilimi) oluşturdular.

“Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu?” (Zümer;9)

“Gören ile görmeyen, karanlıklarla aydınlık, gölge ile sıcak, dirilerle ölüler bir olmaz”. (Fatır;19,20,21) “Allah’ın yasasında/sünnetinde bir değişim göremezsin” (Fatır;43) dedi, El-Alim olan Allah ve kaçınılmaz son tecelli etti:

“Aklını kullanmayanların üstüne pisliği boca ederiz.” (Yunus;100)

Bilgi bir araçtı, ulvi amaca ulaşabilmek için… Akleden kalp oluşturabilmekti… Aydınlıktı…

Sorumlu insan olabilmek, içinde bulunduğumuz topluma bir nebze de olsa katkıda bulunabilmek ve dönüşüm sağlayabilmek için “Yaradan Rabbin Adıyla Oku!” (Alak;1-2)

Bilgi; düşünce, duygu ve davranışlarımızı şekillendirmektedir. Rabbin adıyla yapılan tüm okumalar, sevgi ve ümitle harmanlanarak daha duyarlı ve bilinçli birer şahsiyet oluşturacaktır. Bir kere okuma, öğrenme, bilme, sorma, düşünme aşkı düşerse kuruyan sinelerimize, bizleri adeta bir sarmaşık gibi sarıp sarmalayacaktır.

Hayata bütüncül perspektiften bakabilmek, resmin tamamını görmeye çalışma anlayışı, bakışı, sözü, feraseti ile ayaklarımızı, sabitelerimize sağlam ve bilinçli basabilmek için yine, yeni, yeniden…

“Oku! Yaradan Rabbin adıyla!”

Suna Tutak | Nisanur Dergisi | Mart 2020 | 100. Sayı

Yorum yap