Ruhsal dokusunda şefkat, muhabbet ve merhamet nakışlı sabrın timsali…
Nazik ve nazenin yapısıyla toplumun estetik mimarı…
Her türlü cefa ve vefayla ailenin başöğretmeni…
Ve ayakları altına serilen cennetle yüceltilen ‘anne’ abidesi…
Tarih boyunca, kadın kavramı üzerinde yapılan tanımlama ve tartışmalar; âlimler, aydınlar ve sosyal bilimciler arasında farklı yorumlara konu olmuştur. Genel bir önermeyle anaerkil toplumlarda kutsallaştırılan, ataerkil toplumlarda ise basitleştirilen kadın, çoğu zaman temel hak ve hürriyetlerinden koparılmış, sosyal ve siyasi çıkarlara kurban edilmiştir.
Kadına biçilen kimi elbiseler dar ve korunaksız iken, kimi elbiselerde ölçüsüzlüğünden dolayı kadını adeta boğmuş, etkisiz hale getirmiştir.
Konuya İslam nazarıyla baktığımızda; kadın faktörünün iki farklı zeminde geliştiğini, bunların ifrat-tefrit zıtlaşmasıyla iffet merkezinden uzaklaştığını görürüz.
İslami değerleri hiçe sayıp, hicabı göz ardı eden kadının hedefinde, batı felsefenin modernleşme tanımına getirdiği ‘eşitlik ve özgürlük’ kavramlarını hukuki zeminde kazanma mücadelesi olmuştur. Hâlbuki bu sapma, kadın fıtratında büyük tahribatlar, zihninde derin bunalımlar, tavır ve tutumunda çoklu çelişkiler, emel ve arzusuna sonsuz istekler yükleyerek, yorgun düşürmüş ve dertleriyle baş başa bırakmıştır.
Diğer bir sapma ise; İslami değerleri ön plana çıkarırken, toplumun coğrafi ve tarihi dokusunu, kültürel gelişmişliği, örf ve adetleri, müspet olan geleneksel uygulamaları tekzip edip, bu anlayışa savaş açan harici mantığıdır.
Sınırsız özgürlüğün baş döndürücü değirmeninde insani ve ahlaki değerlerini yitiren batının bu şaşkın hayranları, aile ve toplumun koruyucu hayâsı iken, taklitçi ve tellal konuma düşmüşlerdir.
Kendini yeterince tanımadan sömürgeci kültürün sahte özgürlük tılsımına kapılan şark kadını, içinde bulunduğu toplumun dinamiklerini tahlil etmeden, ithal propagandaların etkisinde kalmış, ev ve aile içindeki görevleri tutsaklık zannederek, kendini dışarıya atmış, ölçüsüz uygulamaları toplumda ciddi kırılmalara sebebiyet vermiştir.
Annelik sorumluluğunu öteleyerek, çocuğa verecek merhameti hırs ve rekabete kurban eden aydın, entelektüel, eğitimli, bakımlı, başarılı kadın imajı artık agresif, depresif, mutsuz, yalnız kadın imajına dönüşmüştür.
Kapitalist mantığın dayattığı aşırı tüketim kültürü kadını, sorumsuz ve duyarsız hale getirmiş, kendisini, ailesini ve toplumunu tedavisi zor hastalıkların pençesine sürüklemiştir.
İslami düşünceye sahip kadının da müptela olduğu bu hastalıkların toplumda oluşturduğu yıkım ve yanlışların düzeltilmesi, aile temeline yuvalanan bencillik virüsün kurutulması, toplumu koruyan haya ve edebin tekrar canlandırılması, özgün şahsiyetlerin örnek hayatlarıyla toplumda tekrar yeşermesi için ciddi gayretlerin olması elzemdir.
İslam tarihinde ifrat ve tefrit hareketlerinin yer-yer olduğunu, zamanla bu uygulamaların toplum tarafından sorgulandığını biliyoruz.
“Sizden; hayra çağıran, iyiliği (marufu) emreden ve kötülükten (münkerden) sakındıran bir topluluk bulunsun. Kurtuluşa erenler işte bunlardır.” (Ali İmran 104)
Bu anlamda yeni yayın hayatına giren Nisanur dergisine yürekten başarılar diliyorum. Bu boşluğu en güzel şekilde dolduracağından eminim.
Toplumun bütün kesimlerini samimi ve sıcak duygularla kucaklayacak; tıkanan sorunlara (Kur’an ve Sünnet deryasında beslenerek) çözüm getirecek; kadını topluma yeniden kazandıracak; köklü, özlü ve etkileyici projeleriyle kendisinden istenen gayretleri en güzel şekilde yerine getireceğini umut ediyoruz. Çalışmaların sadece dergiyle sınırlı kalmayacağı, her türlü sosyal aktif ve etkinliklerle hizmetlerini geniş alana yaymalarını temenni ediyoruz.
Kur’an ve Sünnet ilmiyle terbiye görmüş, bilimsel çalışmalarda görev almış, sosyal konularda aktif rol oynamış, hizmet insanı kadınlar; kadına dair sorun ve çözümleri daha köklü formüllerle ortaya kayabilir. Kadını eğitmek toplumu eğitmektir. Bu yüce görevi üstlenen Nisanur dergisine emeği geçenlerden, yazar ve hazırlayanlardan Rabbim razı ve hoşnut olsun.
İsmail Kasımoğlu | Hürseda Haber
Yorum yap