Gülfer Ekmenİlim İrfanYazarlar

Mutlak Adil

Hamd, adaleti sonsuz kemalde olup ötesinde bir adalet düşünülemeyen Adl olan Allah’a; salât ve selâm, bize nasıl adil olunacağını gösteren ve hakkı ayakta tutan pak Resulüne olsun.      

“Çokça adaletlidir, hakkı ayakta tutan güçtür.” ifadeleri ile başlar Adl esmâsı. Adalet kavramını eşitlik kavramı ile karıştıranlara bunu anlatmak, zannedildiği kadar kolay değildir. “20 yaşındaki ile 60 yaşındakine 30’ar kilo yük taşıtmak eşitlik olabilir ama adalet değildir” dediğimizde “Neden herkes 20 yaşında değil?” sorusunu soruşlarından anlarız, akıllarının teslim olmayışını. Oysaki sosyal hayatın yaşanabilir olmasının sırrıdır farklılıklarımız.

Herkesin doktor olduğu bir dünyada yaşanılabilir mi? O doktorun bozulan aleti için tamirciye, çocuklarının eğitimi için öğretmene, hayatını kolaylaştıracak tasarımlar için mühendise ihtiyacı yok mudur? Bunu özetleyecek en güzel atasözü “Sen ağa, ben ağa koyunları kim sağa?” olsa gerek. “En hayırlınız takvaca önde olanınızdır” ilahî fermanıyla ağa ile çobanı yaptıklarıyla değerlendiren Allah (CC), adil değil midir?

Adalet konusunda aklı ikna, ruhu teskin edecek cümle şu olsa gerek: Allah (CC) verdiği kadarını ister. Mal verdiğinden hac ibadeti isterken, vermediğinden istememesi veya topal olana cihadı farz kılmayışı ile somutlaştırabiliriz bu söylemimizi.

Sosyal hayatta yaşananları tam anlayamadığımızdan, Allah (CC)’ın adil oluşunu yüreklere nakşetmek zor oluyor. Savaşlarda kadınların yaşadıklarının, çocukların ölümünün, zalimlerin yaşattığı her türlü zulmün faturasını Allah’a kesme kolaylığına kaçıyor insanoğlu. Allah’ın rızasının olmadığı ama imtihan gereği izin verdiği bu olaylar, bana İsrailoğullarını hatırlatmıştır. Düzeltme görevi insana verilmişken “Sen ve Rabbin savaşın!” söyleminin farklı versiyonu değil midir bu aymazlıklarımız? “Ol!” demesiyle olduran kudret, halifesinin eliyle bunları yaptıracağının ilanını ne çok yapmıştı oysa.

Son model arabasıyla evine giden adam, dilenen kızı görünce üzülür. “Allah’ım bu kızı kurtar!” duasıyla gider evine. Evdeki mükellef sofrayı, sofradaki kızını görmesi hatırlatır yaşananları ve temennisini. “Seni yarattım, oradan geçirdim, içine merhameti yerleştirdim, yardım edebilecek mülkü emanet ettim ya!” ilhamı yetişmeseydi imdadına, unutacaktı halifeliğinin anlamını.

Yaratıcısı, insana doğruya ve ya yanlışa yönelebilecek tercih gücü vermiş ve bu tercihlerin sorumluluğunu da onun omuzlarına yüklemiştir. Vicdan ile onu desteklemesi de insanın çıktığı maça 1-0 önde başlamasıdır esasında. Zalimin de mazlumun da canını alıp, ölümde eşitleyip ardından büyük mahkemeyi kurması, Allah’ın adaletini göstermez mi?

Büyük mahkemeyi gözüyle görmüşçesine iman eden, oradaki adalete teslim olan ancak imtihan diyarında insanlar tarafından haksızlığa uğrayan birinin yakarışına şahit olmuştum:“Allah’ım sen onun ifadesini alırken beni orada hazır bulundur.”

Bu dünyada bir şey kaçırmayan hassas denge, Allah’ın büyük mahkemesindeki adaletin göstergesi değil midir? Sağ ve sol tarafımızdaki meleklerin her anımızı kaydettiği amel defteri, Levh-i Mahfuz’daki ve hava zerrelerindeki kayıtlar, adaletin eksiksiz tecelli edeceğinin habercisi değil midir?

Adalet iki temel esasa dayanır. “Birincisi; hak sahibine hakkını en güzel şekilde vermektir.” cümlesini yazarken hak sahibi olmadığım, aslında hiç kimsenin hak sahibi olmadığı gerçeği fark ettiriyor kendini. Sahip olduklarım, emeğimin değil lütfun sonucu zira. Buna rağmen göz ve kulağımın adaletle yerleştirilip her birine uygun vazifelerin yüklenmiş olmasının ardında yatan merhamet ve adalet, Adl olana secdeyi zorunlu kılmıyor mu?

Adaletin ikinci temel esası; elinde hüküm ve infaz yetkisi bulunanların zalimlere hak ettiği cezayı verirken aşırı giderek zulme girmemesidir. Hesapta, takdirde, kahırda, gazapta, azapta ve faaliyetlerde adalet kavramı ön planda olursa orada zulümden söz edilmez. Zulüm, başkasının mülkünde izni olmaksızın tasarruf etmektir bir manada. Allah (CC), zulümden münezzehtir. Çünkü mülk âleminin tek sahibi ve yaratıcısıdır. Hikmetle emreder, adaletle hükmeder. Emretme kudretinde oluşu, hesap sorucusu olmamasına rağmen keyfiliği doğurmaz. Emirlerindeki abesiyetten uzaklık, hükümlerinde adaletin olacağını müjdeler bir bakıma.

“Adalet eşyada başlar” der İmam Gazali. Her şeye layık olduğu gibi davranmaksa adalet, bulaşık makinesine çamaşır yıkatmak olmaz. Her şeyi yerli yerine koymak, böylece hakkını vermekse adalet, iki dünya selametini kazanması için verilen aklın boş işlerin peşinde koşması yakışık almaz. Akıl; şehvet ve öfkeye esir edilirse adaletten ayrılıp kendi nefsine zulmetmiş olur.

“Eşyada başlayan adalet bireyde devam eder” cümlesini kurmakla haddi aşmamış olmayı dileyerek başlayalım meramımızı anlatmaya. Bütün organlar, akıl, kalp, hayal, hafıza gibi manevi cihazlar, sevgi, korku gibi duygular yaratılış gayelerine göre kullanılırsa; birey kendine adil davranmış olur. Böyle davranılmadığında önce kendine sonra karşısındakine zulmetmiş olur. Mal ile arasındaki ilişki adalet temeline dayanmadığından, zekât vermeyen kişi hem kendi nefsine hem de muhtaçlara zulmeder.

Allah (CC) insana da adaleti emretmiş. Kâinattaki denge ve düzende her varlık yerli yerinde, görevinde olup diğer varlığın sahasına girmemekle el-Adl isminin tecellisi olurken, insan bu şereften mahrum olmamalı. En geniş kapsamlı ayna olan insan, yansıttığı esmaların sayısı ve oranınca değer kazanır. Kendisi ve başkaları hakkında Allah (CC)’ın takdirinde tam bir adalet ve hikmet olduğuna inanan kişi bu takdire razı olur, şikâyet etmez. Hatta bu durumu sever. Bu da ona hiçbir ayrım yapmadan her koşulda hakkın, haklının yanında olma cesaretini kazandırır. Çünkü kime ve neye karşı olursa olsun gerçek gücün Hak’ta olduğunu bilmektedir. Ne yaparsa yapsın “Burada en adil olan nedir?” sorusuyla iyiliği, adaleti sürekli ve kalıcı hale getirmenin gayreti içindedir.

Adalet, çoğunlukla uygulanabilirliği açısından zordur ama faydalıdır. Sadece fayda ulaştırmak anlamına gelmeyen adaletin tam anlaşılabilmesi için şu örneğe göz atmamız yerinde olacaktır. Kitap askere, silah âlime verilse, faydalı bir iş yapılsa dahi adaletten uzaklaşılır.

Hayat için elzem olan adaleti engelleyen nedir? Doğru ve yanlışı ayırt edemeyen cahilliğimiz, cahil olduğunu asla kabul etmeyen kibrimiz, kontrol edemediğimiz öfkemiz, güçlü olma isteğinden kaynaklanan gururumuz, haz ve isteklerimiz… En önemlisi de düşünce disiplinsizliği. Neyi niçin eleştireceğini, neyi niçin tanımlayacağını bilmeyince, düşünce doğru sonuçlara varmaz. Yaratıcısını tanımayan, emirlerini dinlemeyen, dinlemediği için de sıkıntı yaşayan insanoğlunun, faturayı yaratıcısına kesmesi buna en güzel örnektir.  Zira adil olan yaratıcıyı tanıyanın varacağı durakları şöyle sıralayabiliriz:

Allah (CC) zulmetmez, birinin diğerine zulmetmesine de göz yummaz. Allah (CC) zalimleri sevmez, zalimleri sevenleri de sevmez. Tarih bunları doğru anlayanların sergiledikleri adalet sahnelerine tanıklık etmeye devam edecektir. 

Allah (CC) için hakkı ayakta tutan, adalete şahitlik eden yaşamlarımız olması duasıyla!

Gülfer Ekmen | Nisanur Dergisi | Temmuz 2019 | 92. Sayı

Yorum yap